“Bir hoş sada”ydı dinlediğimiz
(d. 6 Aralık 1931, Bursa – ö. 24 Eylül 1996, İzmir)
Rast, Hüseyni, Muhayyer, Tahir, Yegah, Neva, Gerdaniye, Eviç, Ferahnak, Segah, Kürdi, Acemkürdi, Acemaşiran, Muhayyerkürdi, Ferahfeza, Sultaniyegah, Hicaz, Nikriz, Zavil, Nihavend, Şedaraban, Neveser, Suzinak, Hicazkar, Bestenigar, Zirgülelihicaz, Şefkefza, Hüzzam, Karcığar, Bayatiaraban, Çargah, Saba ve Muhayyer kelimeleri onun için “hayat” demekti. Her makamda yüreği daha hızlı atıyordu.
“Bir hoş sada”ydı dinlediğimiz. Ama asıl olan onun bize duyduğu saygıydı; “Her zaman olduğu gibi hepinize en engin sevgilerimi, en derin hürmetlerimi arz ediyorum, lütfen kabul buyurunuz efendim. Sağ olunuz…”, “Canımdan çok sevdiğim aziz ve muhterem dinleyicilerim ve de çok saygıdeğer seyircilerim; şu anda huzurlarınızda olmak ne kadar mutluluk veriyor bana, bir bilseniz… Kelimelerle tarif edemiyorum efendim. Her şey gönlünüzce olsun diyorum. Her zaman olduğu gibi en içten sevgilerimi ve en derin hürmetlerimi sunuyorum sizlere…”
Zarafetin Türkçedeki karşılığıydı
Her adımı olay, her yaptığı sükseydi… Saz heyetine giydirdiği “smokinler” ile gazinolara “ciddiyet” getirmişti. Küpeyle, mini etekle sahne aldı. Çankaya davetine “apartman topuklu” ayakkabılarıyla katıldı; Türkiye’de gündem Zeki Müren’di… Yaşamı boyunca hep tartışılan, gündemde kalan kişi oldu. Fevkalade olan Türkçesi her zaman örnek oldu bize. Hele bir de “canlarım” deyişi vardı ki komedyenler Zeki Müren’i taklit ederken bu sözden yola çıkarlardı. TRT’de yayınlanan ve Halit Kıvanç’ın sunduğu “Sarmaşık” programına katılan Paşa’nın Türkçedeki en uzun olan tekerlemeyi canlı yayında bir çırpıda söyleyebilmesi de buna en güzel kanıttı:(internette videosu var, mutlaka izlemelisiniz) “Bu tarlaya bir şini kekeremekere ekmişler. Bu tarlaya da bir şini kekeremekere ekmişler. Bu tarlaya ekilen bir şini kekeremekereye boz ala boz başlı pis porsuk dadanmış. Bu tarlaya ekilen bir şini kekeremekereye de boz ala boz başlı pis porsuk dadanmış. O tarlaya ekilen bir şini kekeremekereye dadanan boz ala boz başlı pis porsuk, diger tarlaya ekilen bir şini kekeremekereye dadanan boz ala boz başlı pis porsuğa demiş ki sen ne zamandan beri bu tarlaya ekilen bir şini kekeremekereye dadanan boz ala boz başlı pis porsuksun? O da ona cevaben sen ne zamandan beri o tarlaya ekilen bir şini kekeremekereye dadanan boz ala boz başlı pis porsuksan ben de o zamandan beri bu tarlaya ekilen bir şini kekeremekereye dadanan boz ala boz başlı pis porsukum demiş.”
Sahnedeki Zeki Müren
Dünya onun için ışıltılı, spotlar altında terlenen, bol alkışlı bir sahneydi. Bu yüzden hem sahnede hem gün ışığında sürekli rolünü oynuyordu. Gerçek Zeki Müren hangisiydi, bilinmiyordu. Ama o hep “kendisi” oldu, şarkı söylerken de film çevirirken de. Epilasyonlu, korseli, cımbızlı ve rujlu Zeki Müren dünyasını Altın Plak ile ve bitmek tükenmek bilmeyen alkışlarla dolu Zeki Müren dünyası ile birleştirebilmesi bile başlı başına bir olaydı. O kendisini seyredenler için bir “Zeki Müren” yaratmıştı. Seyirci de sadakat ile boyun eğmişti buna. O ünlendikçe dünya etrafında dönüyor ve değişiyordu. Zeki Müren çelişkili ruh hallerinin de karşılığıydı; yalnızdı, neşeli ve coşkulu, bazen de kederli… Hiç kimseye benzemiyordu. Spot ışıkların altında, neonlarla çevrili bir dünyada aykırılıklar da onda temsil ediliyordu, saygı da… Geçmişe de geleceğe de selam ediyordu. Zamana da ayak uyduruyordu.
İlkleri ve ilkeleri, inişleri çıkışları, özel yaşamı ve ruhunda kopan fırtınalarıyla sahiden de “müstesna” bir kişilikti. Ülkenin her köşesinde cinselliği ile ilgili pek çok şey kulaklara fısıldansa da ortak bir sözbirliği edilmişçesine bu yanı gündeme getirilmiyordu. Kim bilir, bize sunduğu saygısını böyle ödüyorduk belki de. Hayatınıza erkekler girdi mi sorusuna “evet, platonik olarak tabi ki. Ben bütün güzellikleri severim. Kuşun da, kadının da erkeğin de…” diye yanıt verebilen Zeki Müren, milyonların sevgisini kazanmıştı. Zarifliği, zarafeti ve saygınlığı onu yücelttikçe yüceltiyordu ama o alçakgönüllü ile oracıktaydı. Her zaman yenilikler peşindeydi. Kendisini dinlemeye gelenlere daha yakın olmak ama hakim durumunu da koruyabilmek için, seyirciler arasına uzanan “T” şeklindeki sahne yapısını düşünüp yaratmıştı. Sahnedeyken kadınların sutyen ve külot, erkeklerin ise gül yağmuruna tuttuğu ilk ve tek sanatçıydı.
Yalnız bir “yaşam”
Nükteli konuşan, gerektiğinde argoyu da kullanan, lafını hiç esirgemeyen, tabir yerinde ise “bülbül gibi şakıyan”, arabeskten klasik musikiye kadar her tür müziği okuyan, bazen vefalı, bazen kıskanç, bazen nazik, bazen narin, çoğu zaman da “baskın” olan, hem papyon takıp hem etek giyen, hem tıraş olup hem ruj süren, hem salıncaktan hem podyumdan inen ama kalabalıkların arasında kendini “yalnız” hisseden bir Zeki Müren vardı. “Kimsesizlerin kimsesiziyim, yalnızım” diye boşuna dememişti ya… Zeki Müren TRT’de yayınlanan belgeselinde eskisi gibi şiir yazmadığını, beste yapamadığını söylüyordu. Nedenini de şöyle açıklıyordu: “Şiir yazmak, beste yapmak için aşık olmak gerek.” Evet yalnızdı Paşa. O kadar yürekten yaşadığı sanat yaşamına rağmen yalnızdı.
Filmlerdeki besteler
Dünyada Elvis Presley ne ise Türkiye’de Zeki Müren de oydu. “Sanat Güneşi” döneminin en yaratıcı, en farklı, en renkli, en şaşalı, en sıra dışı ve en yenilikçi sahne yıldızıydı. Çok yönlüydü. Tiyatro yapıyordu. Anena’da “Çay ve Sempati”yi oynadı. Resim yapıyordu aynı zamanda. Birkaç sergi açtı. 1965 yılında yayınlanan “Bıldırcın Yağmuru” isimli kitabında “Pembe Yağmurlar, Bursa Sokağı, İkinci Sadık Dost, Çim Makası, Son Kavga, Bu Bestecikler Sana, Alınyazım, Kazancı Yokuşu, Kendimi Arıyorum” gibi şiirleri yer alıyordu. Akademi’deki tahsilinde desinatörlük de öğrenmişti. Kendi sahne kostümlerini tasarlardı. Çevirdiği filmler ilgiyle takip edildi. Çoğu filmlerine isim olmuş besteleri de vardı: “Hatıralar”, “Kahır Mektubu”, “Beklenen Şarkı”, “Gurbet Yolu Hasret Dolu”, “Manolya” gibi besteleri yıllarca dillerden düşmedi. Hepsi ayrı bir yer ediniyordu: “Zehretme Hayatı”, “Beklenen Şarkı”, “Gül ve Bülbül”, “Bir Demet Yasemen”, “Bir Tatlı Tebessüm”, “Tekrar Bana Dönsen”, “Bu Aşkın Istırabı”, “Yaz Yağmuru”, “Hayat Bazen Tatlıdır”, “Yoksun Bu Gece”, “Altın Kafes”, “Deva Bulmayacak mı?”, “Kalbimin Sahibi”, “Aşktan da Üstün”, “Kırk Plak”, “Hep O Şarkı”, “Gurbet”, “Hindistancevizi”, “Düğün Gecesi”, “Rüya Gibi”, “İstanbul Kaldırımları”, “Katibim”, “Bahçevan”, “Son Beste…” Bazı şarkıları çok yoğun bir ilgi görüyordu. Bahçesine “manolya” ağacı ekip yıllar boyu açmasını bekleyenler dahi oldu!
Müren’in son repertuvarı
Öylesine keskin vurdu ki sesi meyhane ve gazino salonlarına; içen herkes ona saygı duydu. En güzel, en lezzetli ve en saygı duydukları mezeleriydi Zeki Müren… Onsuz dertler hakkını bulamıyor, feryatlar eksik kalıyordu. Özellikle fantezi müzik alanında icra ettiği eserler “derinden” etkiliyordu… Öyle ağlıyordu ki dizeler, ruhumuzla dertleştik çoğumuz. Zeki Müren 7 şarkılık kasetini tamamlayamadan aramızdan göçtü. Sahnelerde verdiği 3 yıl aradan sonra; Müren’in çıkarmayı düşündüğü son kasetinde okumayı düşündüğü ilk şarkı, Ajda Pekkan ve Muazzez Abacı ile birlikte, “Kimseye etmem şikayet”, ikinci şarkı “Bir ihtimal daha var” olacaktı. Üçüncü sırada “Gündüzüm seninle gecem seninle” şarkısıydı. Müren; daha sonra sırasıyla “Doymadım sana”, “Dediler zamanla hep” ve “Beklenen Şarkı” parçalarını okumayı planlıyordu. Fakat bu arzusu gerçek olamadı. Yaşlanan Zeki Müren kalp rahatsızlığı ve şeker hastalığı yüzünden 1980’den sonra sahne hayatından ve musikiden uzaklaştı. Bodrum’daki evine kapandı, münzevi bir hayata başladı. 45 yıl önce Ankara Radyosu’nda ilk şarkısını okuduğu 12 numaralı mikrofon ile başlayan bu billur sesin yaşamı, TRT stüdyolarında yine o aynı mikrofonu ödül olarak alırken son buldu. 24 Eylül 1996 Salı günü, TRT İzmir Televizyonu’nda kendisi için düzenlenen tören sırasında geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti. Cenazesi görülmemiş bir halk kalabalığının katılmasıyla büyük bir törenle kaldırıldı. Bu çok sevdiği halkıyla son bütünleşmesi oldu. Zaten kendi deyimiyle TRT’de doğmuştu, orada ölecekti…
Dertli gönüllere girendi Zeki Müren. Öyle ki Emir Sultan mezarlığındaki kabrini 2000 yılında ziyaret ettiğimde karşılaştığım sahne şu olmuştu; hemen yanı başında bir rakı şişesi, altında da bir not vardı: “şimdi uzaklardasın…” Bugün ne vakit onu dinlesek gönül penceremizden ansızın bakıp geçiyor Zeki Müren. Onu kaybettiğimizde üzülmeyen yoktu. Tüm toplum onu seviyordu, şimdi ise özlüyor. Ruhu şad olsun.
Ona yaraşır bir “hayat hikayesi”
Bursa’da başladığı orta öğrenimini İstanbul’da Boğaziçi Lisesi’nde tamamladı. İstanbul’da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin Yüksek Süsleme Bölümü Sabih Gözen Atölyesi’nden mezun oldu. Desen çalışmalarını öğrencilik yıllarından başlayarak pek çok kez sergiledi. Zeki Müren, Bursa’da tamburi İzzet Gerçeker’den aldığı solfej ve usul dersleriyle musiki bilgileri öğrenmeye başladı. 1949′da, Boğaziçi Lisesi’nde okurken Agopos Efendi (sinema yönetmeni ve senaryo yazan Arşavir Alyanak’ın babası) ile udi Kirkor’dan aldığı derslerle de musiki eğitimini sürdü. Daha sonra fasıl musikisini iyi bilen ve geniş bir repertuvarı olan Şerif İçli’den çeşitli eserler meşk etti; Refik Fersan’dan, Sadi Işılay’dan, Kadri Şençalar’dan yararlandı.
1950′de sınavla İstanbul Radyosu’na girdi. İstanbul Radyosu’nda 1951′de, canlı olarak yayımlanan bir programda ilk radyo konserini verdi ve bu konseri çok beğenildi. Bundan sonra Türkiye radyolarında düzenli olarak okumaya başladı. Radyo programları on beş yıl sürdü, bunların çoğu canlı yayın programlarıydı. Müren bundan sonra kendini daha çok sahne ve plak çalışmalarına verdi. Alışılmış kalıpları zorlayan elbiseleri ve sahne davranışı ile halkın ilgisini sürekli olarak üstünde tutmayı başardı.
Zeki Müren 600′ü aşkın plak ve kaset doldurdu. Plağa okuduğu ilk şarkı Şükrü Tunar’ın “Bir muhabbet kuşu” güfteli şarkısıdır. Müren 1955′te “Manolyam” adlı şarkısıyla Türkiye’de ilk kez verilen Altın Plak Ödülü’nü kazandı.
Zeki Müren Türkiye’de en çok konser veren ses sanatçısıdır. Bir yılda yüz konser verdiği dönemler olmuştur. Kendisine “sanat güneşi” ünvanı verilmiştir. Yabancı ülkelerde de birçok konser vermiştir. İki yüz dolayında şarkı besteledi. On yedi yaşındayken bestelediği “Zehretme hayatı bana cânânım” mısraıyla başlayan acemkürdi şarkı bestelediği ilk şarkıdır. “Şimdi uzaklardasın gönül hicranla doldu” (suzinâk), “Manolyam” (kürdilihicazkâr), “Bir demet yasemen” (nihavend), “Gözlerinin içine başka hayal girmesin” (nihavend) güfteli şarkıları sık sık okunan, en sevilen şarkılarıdır. Müren bu şarkıları plaklara da okumuştur. Unutulmaz Maksim Gazinosu sahnelerinde aralıksız 11 yıl Behiye Aksoy ile dönüşümlü olarak sahne almıştır.
Zeki Müren 1954′te Beklenen Şarkı adlı filmde sinema oyunculuğuna başladı. Büyük bir ticari başarı kazanan bu filmden sonra şarkılarının çoğunu kendisinin bestelediği on sekiz filmde daha oynadı. 1955′te de Arena Tiyatrosu’nca sahneye koyulan Çay ve Sempati adlı oyunda da baş roldeki oyuncuydu. Ayrıca “Bıldırcın Yağmuru” isimli bir şiir kitabı da vardır.
Zeki Müren kalp rahatsızlığı ve şeker hastalığı yüzünden 1980′den sonra sahne hayatından ve musikiden uzaklaştı. Bodrum’daki evine kapandı, münzevi bir hayat yaşadı. 24 Eylül 1996 Çarşamba günü, TRT İzmir Televizyonu’nda kendisi için düzenlenen tören sırasında geçirdiği kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumdu. Cenazesi görülmemiş bir halk kalabalığının katılmasıyla büyük bir törenle kaldırıldı. Kabri, doğum yeri olan Bursa’da Emir Sultan Mezarlığı’ndadır. Vasiyetinde mirasının en büyük bölümünü Mehmetçik Vakfı’na bıraktı.
Zeki Müren “Ağladım” adlı şiirinde döktüğü gözyaşlarını şöyle dile getiriyordu:
“Uludağ’ı, karsız gördüm, ağladım
Ocağımı korsuz gördüm, ağladım
Pabucumu bağsız gördüm, ağladım
Gönlümü de yarsız gördüm
Bana kimler ağlasın?”
Gülgün Feyman’ın sunduğu Zeki Müren belgeselinin takdimi şöyleydi: “İyi akşamlar sevgili seyirciler. Müziğimizin dününü ve bugününü örneklemek amacıyla oluşturduğumuz programlarımızdan biriyle daha sizlerleyiz. Bu düşünceyle dün ve bugün arasında bir köprü kuran, geçmişten aldığı değerleri sanatçı kişiliğiyle özümleyerek ortaya yepyeni ürünler koymayı başarabilen bir konuğu var programımızın. Gerek ses icracısı ve gerekse bestekar olarak yıllardır kendisini dinlemeye alıştığımız Sayın Zeki Müren… Ses icracısı olan Zeki Müren’in gerek eski gerekse söz dokusuna olan hakimiyeti tamdır. Kendine özgü bir üslubu vardır ve bu üslup içtendir. Bestekar olan Zeki Müren ise daha çok fantezi müzikte başarılıdır. İlk yıllarda şarkı formunda eserler bestelemişse de daha sonraki yıllarda fantezi türde eserler yapmayı tercih etmiştir. Kendi besteleri konusunda son derece mütevazı bir görüşe sahipken, diğer Türk bestekarların hepsine hayrandır. İlk şarkısı “Zehretme Bana Hayatı Cananım” Acemkürdi makamındaki şarkıdır. ‘Yoksun Bu Gece, Tekrar Bana Dönsen, Bir Demet Yasemen ve Bu Aşkın Izdırabı’ onun şarkı formunda bestelediği eserlerinden bazılarıdır. ‘Beklenen Şarkı, Manolyam, Rüzgarlara Kapılmış Kuru Yaprak Misali ve Bülbül Aşıkmış Güle’ gibi şarkıları ise fantezi türde bestelediği bazı şarkılarıdır. Evet sevgili dinleyiciler, Repertuvarında 4000 dolayında eser bulunan, bugüne kadar yapmış olduğu bestelerin sayısı 200’ü bulan Zeki Müren kimdir?”
Albümleri
Senede Bir Gün (1970), Pırlanta 1 (1973), Pırlanta 2 (1973), Pırlanta 3 (1973), Pırlanta 4 (1973), Hatıra (1973), Anılarım (1974), Mücevher (1975), Güneşin Oğlu (1976), Nazar Boncuğu (1977), Sükse (1978), Kahır Mektubu (1981), Eskimeyen Dost (1982), Hayat Öpücüğü (1984), Masal (1985), HELAL OLSUN (1986), Aşk Kurbanı (1987), Gözlerin Doğuyor Gecelerime (1988), Ayrıldık İşte (1989), Karanlıklar Güneşi (1989), Zirvedeki Şarkılar (1989), Dilek Çeşmesi (1989), Bir Tatlı Tebessüm (1990), Doruktaki Nağmeler (1991), Sorma (1992)
Ölümünden Sonra Yayınlanan Albümler;
Muazzez Abacı & Zeki Müren Düet (2000), Selahattin Pınar Şarkıları (2005), Sadettin Kaynak Şarkıları (2005), Zeki Müren: 1955-1963 Kayıtları (2005), Batmayan Güneş (2006), Baş başa Radyo günleri 1-2-3 (2008), Lunapark Konseri (2009), Saklı Kayıtlar 1952 – 1984 (2009)
Filmografi
Beklenen Şarkı (1953), Son Beste (1955), Berduş (1957), Altın Kafes (1958), Kırık Kalp (1959), Gurbet (1959), Aşk hırsızı (1961), Hayat bazen tatlıdır (1962), Bahçevan (1963), İstanbul Kaldırımları (1964), Hep o şarkı (1965), Düğün gecesi (1966), Hindistan Cevizi (1967), Katip (1968), İnleyen nağmeler (1969), Kalbimin sahibi (1969), Aşktan da üstün (1970), Rüya gibi (1971) -Bunların dışında, 1968-1974 yılları arasında Grafson Plak’tan kendi adıyla anılan 12 farklı albüm daha yayınlamıştır.
Zeki Müren ile ilgili, onu daha yakından tanımayı sağlayacak birçok ipucu saymak da mümkün. Genellikle günde dört saat uyurdu ve sabah kahvaltısı yapmazdı. Her akşam saunaya girerdi. Göz bozukluğunun derecesi 1,5’tu ancak hayatı boyunca hiç lens kullanmadı. “Müziğin paşası” lakabını 1969’daki Aspendos konserinden sonra Antalya halkı kendisine taktı. Kendisi, bu lakaptan memnun olmakla birlikte neden uygun görüldüğünü bilmediğini açıkladı.
Bursa Kent Müzesi’ndeki Zeki Müren köşesi
Zeki Müren’den kalan “bazı hatıralar”
“Sanatçının mini etekli kostümle sahneye çıktığı ilk gece Milliyet yazarı Halit Çapın, Türkiye’nin kafasındaki soruyu ona yöneltiyordu: “Zeki Bey, bir erkek kadın giysileri içinde sahneye çıkarsa erkekliğinden bir şey yitirir mi?” Zeki Müren, ancak ondan beklenebilecek bir zeka kıvraklığıyla yanıtlıyordu: “Benim giydiklerim kadın elbiseleri değildir. Bu elbiseler, Sezar’ın, Baytekin’in, Brütüs’ün giysileridir.” Peki ya kulaktaki küpeler ne olacak? Zeki Müren o meseleye de “tarihi açıdan” yaklaşıyordu: “Yavuz Sultan Selim küpe taktığı için erkek değil miydi Halitciğim?” Halit Çapın, “Yaptığınız bazı çevrelerde büyük cüret hatta saygısızlık olarak kabul ediliyor, ne dersiniz?” diye sorunca Müren şöyle dedi: “Gerekirse sahneye çırılçıplak çıkabilirim!”
“Bir gün lisenin kantininde otururken, güzel, alımlı bir hanım ziyaretine geldi. Elini uzattı: “Merhaba, ben Suzan Güven… Hani senin ilk besteni okuyan şarkıcı..”
Sonra devam edip hayatını değiştirecek haberi verdi: “Zeki’ciğim, radyo sınav açtı. Sanatçı alınacak. Bu sınava mutlaka gir. Kazanacaksın…” Yağmurlu bir günde, ıslandığının bile farkına varmayan genç Zeki sınava girdi. Sınavda 186 kişi vardı. İlk sırada ise Zeki bulunuyordu. Jüride kimler yoktu ki: Rahmetli Orhan Veli’nin babası Veli Kanık, toprağı bol olsun rahmetli Yorgo Bacanos, Refik Fersan, Fahire Sultan diye anılan Fahire Fersan, Cevdet Çağla ve Baki Süha Ediboğlu… Afife Ediboğlu jüride görevli değildi ama, eşinin yanında oturuyordu. İçlerinde Zeki’yi tanıyan tek kişi, Şerif İçli idi. Zeki birkaç şarkı okudu, şaşırdılar. Derken sordular: “Repertuarın ne kadar? Kaç şarkı biliyorsun?” Bir genç için inanılmaz olan yanıtı verdi: “Üç bin civarında efendim!” İnanamayarak sordular: “Hepsi aklında mı?” Yanıt duraklamadan geldi: “Evet efendim, aklımda!” Belli ki, üç bin şarkıya, Şerif İçli dışında kimse inanmamıştı. Elindeki dosyayı jüri üyelerine uzattı ve: “Bildiğim şarkların hepsinin giriş bölümleri notalarıyla burada yazılıdır, efendim!” dedi. İçeriye gireli iki saat olmuştu. Diğer 185 aday kapıda sabırsızlıkla onun çıkmasını bekliyordu. Ama çıkmak ne mümkün? Dosyayı açtılar. Rastgele sormaya başladılar: “Bu şarkıyı oku. Bu parçanın meyanını oku. Bu şarkının sonunu oku.” Hepsi iyi hoş da, şarkının sonunu okumak pek kolay değil ki! Şarkıya baştan girilirse hatırlanır. Neyse, istedikleri bütün şarkıları okudu. Jüri üyelerinin hepsi koro halinde “fevkalade” diye söylendiler, “fevkalade, fevkalade…” Bir hafta sonra okula beklediği telefon geldi. Zeki’yi arıyorlardı Radyoevi’nden. Hattın öbür ucunda büyük üstat Refik Fersan Bey vardı: “Zeki Bey evladım, Perihan Altındağ (Sözeri) Hanım programına gelemiyor. Rahatsızlanmış. Saat 20.30’a kadar nota dosyanı al, Radyoevi’ne gel.” En çok Hicaz makamını sevdiği için Hicaz dosyasını aldı gitti. Büyük olay oldu, yeni sanatçı olarak tanıtılan Zeki, mükemmel bir program çıkarmıştı. Hem de birkaç dakikalık bir prova ile, 45 dakika devamlı şarkı söylemişti… O dönemde tüm şarkılar, müzik eserleri, mikrofonlara canlı yayınlarda çalınıyor ve söyleniyordu. Önceden banda almak, playback gibi teknikler yoktu. Yani gerçekten sanatçı isen şarkı söyleyebilirdin.
Programdan sonra telefonlar susmak bilmedi. İnsanlar “Kim bu Zeki Müren, mükemmel söylüyor diye birbirlerine sorup duruyorlardı. Radyoevi’ne, Zeki’ye de bazı telefonlar geldi. Bunlardan biri dönemin devlerinden Hamiyet Yüceses idi. Zeki’ye telefonda aynen şunları söyledi: “Radyodan 45 dakika boyunca ağlayarak dinledim seni evladım.. Çok merak ediyorum, kimsin, nesin?”
Zeki Müren bir yandan Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenimine devam ediyordu, bir yandan da radyoya. Sanatsal birikiminin son adımlarını atıyordu.
O zamanlar İstanbul’da üç büyük gazino vardı: Küçük Çiftlik Parkı, Tepebaşı Gazinosu ve Cumhuriyet Gazinosu. Üç gazino sahibi de Zeki’yi sahneye çıkarmak için savaşıyorlardı. Karşısına dönemin astronomik teklifleriyle çıkıyorlar ve her seferinde de aldıkları cevap “Hayır !” oluyordu. “Hayır, bin kere hayır. Hayır efendim. Kesinlikle sahneye çıkmam. Önce Akademi’yi bitireceğim.”
“Gecede bin lira. Hala hayır mı?” Dönem maaşlarının 75-100 Lirayı pek aşmadığı dönemlerdi. “Hayır, yine hayır!” Gazinocular araya adamlar mı, dostlar mı sokmadılar. Genç sanatçıyı kaçırmaya mı kalkmadılar. O yıllarda, bugünkü anlamda her şeyin mafyası yoktu. Ancak bazı kişilerin adamları vardı. Özellikle bazı futbolcular transfer dönemlerinde kaçırılır ve başkalarıyla anlaşma yapmaması için saklanırdı. Ama genç Zeki kararlıydı. Okulunu bitirmeden (ve kendine planladığı her yöndeki eğitim sona ermeden) sahneye çıkmayacaktı. Bu o dönemlerin tek kitlesel iletişimi olan radyonun etkisidir. Üstelik Anadolu dinleyemiyordu o zaman “orta dalgadan yayın yapan” İstanbul Radyosu’nu. Sadece Marmara Bölgesi ve yakın iller çok rahat dinleyebiliyordu. Anadolu’ya sesini duyurması gerekiyordu. Ama nasıl? Sahne tekliflerini reddedişi, plakçılarla, filmcilerin işine yaramıştı. İstanbul’daki bütün plak şirketleri Zeki yüzünden birbirlerine girmişlerdi. En büyüklerinden biri görülmemiş bir parayla kapısını çaldı: “Sadece bir plak Zeki Bey, sadece bir plak..” Şükrü Tunar’ın bestesiyle, Yeşilköy’deki stüdyoda ilk plağını doldurdu: “Bir muhabbet kuşu”. Hayalleri gerçek olmuştu. Türkiye’nin her yerinde onun plağı dönüyordu artık.
Zeki Müren sahnelerin gelmiş geçmiş o silik görüntüsünü yerle bir etmeliydi. En önemlisi de kendisine eşlik edecek ünlü saz üstatlarına çeki düzen vermeliydi. Çünkü hepsi günlük kıyafetlerle sahneye çıkıyorlardı… Yamalı ayakkabılar, kirli gömlekler, değişik renkte, değişik stilde ceketler, pantolonlar. Günlerce sahnede giyeceği kostümleri düşündü. Sonunda da karar verdi. Önce beyaz frakla sahneye çıkacaktı. Beş eser okuyacaktı. Sonra siyah frakla beş değişik eser seslendirecekti. Programın son beş şarkısını ise bordo renkli cıvıl cıvıl, ışıl ışıl bir frakla tamamlayacaktı. Peki, arkasındaki sazlar ne giyecekti? Kendisi üç değişik kostümle 15 şarkı söylerken, onlar kirli gömleklerle, yamalı ayakkabılarla mı arkasında oturacaklardı? Yoo hayır, gönlü razı olamazdı bu tezatlar sahnesine… İyi de, nasıl söyleyecekti o üstatlara bu kıyafet meselesini? Kendisi ilk defa sahneye çıkacak olan gencecik bir çocuktu. Onlar ise Türkiye’nin dört bir yanında tanınan saz üstatları… Selahattin Pınar, Sadi Işılay, İsmail Şençalar, Yorgo Bacanos, Kadri Şençalar, Şükrü Tunar, Necdet Gezen, Fevzi Aslangil, Hakkı Derman. İlk prova sonrası onları bir köşeye çekti ve şöyle dedi : “Ne olur sayın üstatlarım, şu kıyafetlerinizi bir gözden geçirelim. Biliyorsunuz ben üç değişik kostüm giyeceğim. Siyah smokin yaz konserlerinde olmaz ama, mavi ceket, gri pantolon ve gri papyon gibi bir şey giyseniz de, bana öyle eşlik etseniz. Bu Türkiye’de hiç yapılmadı. Sizin sayenizde de bu yeniliği ben getirmiş olsam!” Hepsi sabırla onu dinlediler. Yalnız içlerinden biri, Selahattin Pınar bu teklife karşı çıktı. Selahattin Bey çok şık giyinen bir insandı. Bu sözlerden alınmıştı. Zeki’yi bir köşeye çekti ve şöyle dedi: “Zeki bey, ben her zaman şık giyinirim. Her gün ayrı kravat, ayrı gömlek giyerim. Kostümlerimi de özenle seçerim. Ben sahnede herkesin giydiği formaları giyemem…” Şaşırmıştı. Selahattin Pınar’ı da bu konuda ikna etmesi gerekti. “Canım üstadım,” dedi, “diğerlerine de bu konuda siz örnek olun. Siz giyerseniz onlar da giyerler!” dedi. O da mavi ceket, gri pantolon giyip gri papyon takmayı kabul etti. 26 Mayıs 1955 gecesi Küçük Çiftlik Parkı Gazinosu’nda yer yerinden oynadı. 15 şarkı bittiğinde sahneden inemiyordu. Alkışlar, tebrikler, çığlıklar.. İstanbul İstanbul olalı herhalde öyle bir gece görmemişti. Zeki Müren, kendini ve Tanrı vergisi yeteneklerini bilinçle geliştirip kendisini bu yaşama hazırlamış ve “Sanat Güneşi” olmak yolunda emin adımlarla ilerlemişti.”
Alkışlarla yaşıyorum
Sevgi dolu bir dünyam var
Dört yanımda tüm insanlar
Sevgi dolu bir dünyam var
Dört yanımda tüm insanlar
Dünya malı neye yarar
Dostluklarla yaşıyorum
Dünya malı neye yarar
Dostluklarla yaşıyorum
Şiirlerde romanlarda
Gelmiş geçmiş zamanlarda
Tamburlarda kemanlarda
Şarkılarla yaşıyorum
Tamburlarda kemanlarda
Şarkılarla yaşıyorum
Sevgilerden nakışlarla
Mutlu mutsuz bakışlarla
Kalpten kalbe akışlarla
Alkışlarla yaşıyorum
Bende sevdim bir zamanlar
İçimde bin hatıralar
Bende sevdim bir zamanlar
İçimde bin hatıralar
Herkes hayatını yaşar
Anılarla yaşıyorum
Herkes hayatını yaşar
Anılarla yaşıyorum
Ne köşklerde ne sarayda
Ne köşklerde ne sarayda
Ne dünyada ne de ayda
Benim yerim çok uzakta
Dualarla yaşıyorum
Benim yerim çok uzakta
Dualarla yaşıyorum
Şarkılara duygu seren
Çilelere göğüs geren
Şarkılara duygu seren
Çilelere göğüs geren
Dertli gönüllere giren
İşte benim Zeki Müren dertli gönüllere giren
İşte benim Zeki Müren
Kimsesizlerin kimsesiyim; kimsesizim
Yalnızların yalnızıyım; yalnızın
Dertlilerin dertlisiyim; dertliyim
Aşıkların aşkıyım; aşıkım
İsmim mesut göbek adım bahtiyar
Yıllarca hep böyle bildiniz siz; Mesut Bahtiyar’dan şarkılar dinlediniz
Hazırlayan: Engin Çakır