“Helen’den beri aynı şehrim ben” İznik
Geçmişi taşıyan surları ile Helenistik çağa dek uzanan Bursa mirası… Izgara planlı kent yerleşimi ile Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinden bugüne kalmış bir kraliyet hazinesi. Hemen yanıbaşımızda nefes alan kültürel mozaik. Tarihteki ismi “Altın Şehir” olan İznik’in bize anlatmak istediği o kadar çok meziyeti var ki…
Geçen onca zamana rağmen tarihteki ihtişamının her detayını bize hissettirmek için çabalayan bir uygarlıklar eşiği adeta İznik. En basit ifadesiyle bir “açık hava müzesi…” Zeytinlikler ve bağlarla çevrili bu kent yaklaşık 5 km uzunluğundaki iki bin yıllık surlarla çevrili. Çevresi de tıpkı surların içerisinde kalan kent gibi uygarlıklarla çevrili. Yakınlarında yer alan Karadin, Çiçekli, Yüğücek ve Çakırca Höyükleri M.Ö. 2500 yıllarına dek uzanan izler taşıyor bugüne. M.Ö. 7. yüzyılda Trak kavimlerinin göçlerinden önce burada kurulan kent, Helikare ismini almış. Sikkelerin üzerine basılan ismi ise Altın Şehir. (Khryseapolis)
Büyük İskender’in generallerinden Antigonos tarafından yeniden yapılmış İznik. (M.Ö 316) O dönemde ismi Antigoneia olarak anılmış. Ama İskender’in ölümünün ardından çıkan savaşta kazanan komutan olan Lysimakhos, kente eşinin ismini yani Nicaea’yı vermiş. Bizans dönemi ise parlak bir dönem olmuş Nicaea için. Birçok kilise, su yolları ve sarnıçlar inşa edilmiş. Malazgirt zaferi ile Anadolu’ya iyiden iyiye at süren Türkler 1075’te devralmış şehrin anahtarını. Süleyman Şah tarafından fethedilen Nicaea, Selçuklu’nun ve Türklerin Anadolu’daki ilk başkenti olmuş. Kentin ismi ise Nicaea’nın izi anlamına gelen İznik olarak değiştirilmiş. Fakat I.Haçlı Ordusu ile baş edemeyen 1. Kılıçarslan şehirden çekilmek zorunda kalmış(1096). Böylece 1331 senesinde Orhan Gazi tarafından fethedilene dek sürecek 2. Bizans dönemi başlamış… Orhan Gazi’nin fethinden sonra döneminin en önemli sanat, ticaret ve kültür merkezlerinden birisi haline gelen şehir, özellikle Sadrazam Çandarlı ailesinin yapılaşmalarıyla bambaşka bir hüvviyete kavuşmuş. Birçok medrese, han, hamam inşa edilen İznik, birçok alim ve şaire ev sahipliği yapmış… Zaten bu yüzden kente “Ulema Yuvası” (Alimler Diyarı) denmiş… Hatta Osmanlı döneminin ilk medresesi ve imareti burada vücut bulmuş.
Mondros Mütarekesi’nden sonra 12 Temmuz 1920’de Yunan kuvvetlerince işgal edilen İznik, Gazi Mustafa Kemal’in kazandığı zafer ile 1922’de tekrar özgürlüğüne kavuştu. Çeşitli dönemlerin askeri, siyasi, dini, sosyal ve kültürel yaşam biçimlerini bize yansıtan birçok uygarlığın kalıntılarını günümüze taşıyan ve kelimenin her anlamıyla buram buram tarih kokan İznik bugün; Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı uygarlıklarının arkeolojik ve etnografik kalıntılarıyla bütünleşmiş durumda. İznik, Türkiye’nin en büyük beşinci, Marmara Bölgesi’nin ise en büyük gölü olan İznik Gölü’nün doğu kıyısında, Bursa il merkezine 86 km uzaklıkta. İznik ovası ve İznik Gölü ise tam anlamıyla bereket sunuyor insanlarına. Zeytin, üzüm, şeftali, kiraz, erik, armut, elma, ceviz, domates, taze fasulye, brokoli, brüksel lahanası ve toprağının olduğu kadar ikliminin de elverişli olmasından dolayı birçok sebze ve meyvenin yetiştiği bir hazine aynı zamanda. İznik’e has olan müşküle üzümü bunların en ünlüsü. İznik Gölü’nde tatlı su ıstakozu, yayın, sazan, akbalık ve gümüş gibi 27 değişik deniz canlısı bulunuyor.
İznik, Hristiyan alemi açısından da ayrı bir öneme sahip. İlk ekümenik konsül, M.S. 325’te 218 piskoposun katılımıyla burada yapılmış ve Hristiyanlık dinine hayat veren ve “İznik Yasaları” adıyla bilinen 20 maddelik karar Senatüs Sarayı’nda alınmış. İmparator I. Constantinus’un huzurları ile yapılan I. konsül şiddetli tartışmalara sahne olmuş. İskenderiyeli din adamı Arius’un “Hz. İsa’nın sadece bir insan olduğu ve tanrıdan dünyaya gelmediği” şeklindeki kısa sürede taraftar toplayan tezi, toplantıya katılan piskoposları çileden çıkarmış. Sonuçta bugün de savunulan Hz. İsa’nın tanrının oğlu olduğuna dair sav kabul görmüş. Arius ve arkadaşları toplantıdan kovulmuş. VII. ve son Ekümenik Konsül de 787’de İznik’teki Ayasofya Kilisesi’nde yapılmış ve İmparatoriçe İrene’nin önderliği ile resim ve heykel üzerindeki yasaklar kaldırılmış. Tüm bunlardan dolayı İznik, 1962 senesinde Vatikan’da toplanan 19. Konsül’de Kudüs ve Vatikan’dan sonra üçüncü kutsal kent ilan edildi.
İznik’in çevresini beş kenarlı çokgen şeklinde kuşatan 4 ana (İstanbul Kapı, Yenişehir Kapı, Lefke Kapı, Göl Kapı) ve 12 tali kapısı bulunan surlar, 4970 metre uzunluğunda. İznik’in iki ana caddesinin kesiştiği noktadan bakıldığında, 4 ana kapı görünüyor. Lefke Kapı ve İstanbul Kapı halen sağlam olarak varlığını sürdürüyor. Yüksekliği 10-13 metre arasında değişen surlarda, yuvarlak ve kare şeklinde 114 burç bulunuyor. Helenistik dönemde inşa edilmeye başlanan surlar, Roma ve Bizans dönemlerinde yapılan yeni ilavelerle günümüzdeki şeklini almış. Depremler, fiziki etkenler ve saldırılar (kuşatmalar) nedeniyle zaman zaman zarar görseler de yeniden yapılmış ya da onarım görmüşler…
İznik Gölü’nün antik çağdaki ismi Askania. Roma kayıtlarında övgüyle bahsedilen göl, 1991 senesinden bu yana sit alanı… Ayrıca İznik’te yüzlerce tarihi değer bulunuyor. Fakat bunların bazıları biraz daha dikkat çekici. Bunlardan bir tanesi olan Senato Sarayı, M.S. IV. yüzyılda göl kıyısında, bugün İnciraltı adıyla anılan mevkide inşa edilmiş. Hristiyan alemini yakından ilgilendiren ve önemli kararların alındığı “I. Ekümenik Konsil” burada yapılmış. Obelisk (Dikilitaş-Beştaş-Nişantaşı) Anıtı ise kentin 5 km kuzeyinde bağ ve bahçeler arasında yükseliyor. 12 m yükseklikteki bu mezar anıt, Eski Roma Yolu (Elbeyli Kasabası) üzerinde.
İznik’te en çok dikkat çeken tarihi değer ise Antik Roma Tiyatrosu. Göl kıyısı ile Yenişehir kapı arasında geniş bir alana inşa edilmiş olan tiyatro, aynı zamanda Kuzeybatı Anadolu’nun ayakta kalan ve en görkemli arkeolojik yapıtı. Antalya Side Tiyatrosu gibi düz araziye yapılmış nadir ve görkemli yapının üst oturma yerleri yıkılmış durumda. Birçok bölümünün taşları surlara taşınıp tamirlerde kullanılmış.
Berberkaya Mezar Anıtı (Kral Mezar Taşı) ise kentin doğusundaki Abdülvahap Tepesi’nin güneybatı yamacında. Tek bir kaya kütlesinden yontularak yapılmış, büyük bir oda biçiminde bir anıt mezar. Zemininde mezarlar yer alıyor. İznik’teki Helenistik çağa ait tek eser. Yöre halkı “Berber Kaya” olarak adlandırdığı devasa boyuttaki bu anıt mezarın Bithynia Kralı II. Prusias (M.Ö. 185-149) için yapıldığı biliniyor. Kentin geçmişle bağını kuran bir diğer tarihi doku da “Taş Köprü.” Bu tarihi köprü kentin 3 km batısında İznik-Orhangazi kara yolunun 50 m kuzeyinde. Roma döneminde yapılan ve tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan köprü 20 metre uzunluğunda ve 2,5 m genişliğinde.
İznik’in en önemli tarihi değeri ise Ayasofya Müzesi. (St. Sophia) Müze şehrin tam ortasında, kentin dört kapısına ulaşan yolların kesiştiği noktada yer alıyor. İlk olarak M.S. VII. yüzyılda Romalılar tarafından inşa edilen Gimnasium üzerine Bizans döneminde Bazilika olarak inşa edilmiş. Çeşitli hasar ve onarımlar nedeniyle bugüne kadar büyük değişimlere uğramış. XI. yüzyıldaki depremden sonra yenilenmiş. Orhan Gazi tarafından 1331 yılında camiye dönüştürülmüş. Kanuni döneminde ise Mimar Sinan tarafından büyük değişikliklerle yenilenmiş. VII. Ekümenik Konsül’e ev sahipliği yapmış.
Yakın geçmişe kadar su ihtiyacını karşılayan su kemerleri(Aquaducts) de İznik için çok büyük anlamlar taşıyor. Ya da üzeri bir tonozla örtülü olan Hypoge ismindeki yeraltı mezarı. Böcek Ayazması olarak bilinen Vaftizhane; yarım kubbesinde altın zemin üzerinde kucağında Hz. İsa olan bir Meryem mozaiği, iki yanında ise imparator elbiseleri ile giyimli dört baş melek tasviri yer alan Koimesis Kilisesi; tabanı çok süslü mozaiklerle kaplı Hagıos Tryphon Kilisesi ve İstanbul Kapı’ya giden caddenin sol tarafında bulunan Ayatrifon Kilisesi de diğer önemli eserler…
İznik’in sembolü olan ve en muhteşem kültür varlıklarımızın başında gelen Yeşil Cami ise, adını yeşil çinili ve tuğlalı minaresinden alıyor. Erken Osmanlı döneminin tek kubbeli camileri arasında en görkemlilerinden. Mermerlerden yapılmış caminin mihrabında görülmeye değer ve zengin bir taş işçilik bulunuyor. Nilüfer Hatun İmareti ise artık İznik Müzesi olarak kullanılıyor. 1388 yılında I. Murat tarafından annesi Nilüfer Hatun anısına inşa ettirilen imaret; tuğla sistemiyle inşa edilmiş, zengin ve renkli bir taş ve tuğla işçiliğine sahip. Müzede İznik ve çevresinden çıkarılan arkeolojik buluntular ile Ilıpınar, İznik Roma Tiyatrosu ve İznik’teki çini fırınları kazılarından çıkarılan eserler sergileniyor. Müze bahçesinde ise Yunan, Roma, Bizans ve Osmanlı eserleri (sütun başlıkları, lahitler, kabartmalar, korkuluk levhaları, ambonlar, siterler, yazıtlar, çörtenler, sütun tanburları, vaftiz havuzları, pişmiş toprak levhalar ve mezar taşları) yer alıyor.
İznik’te ayrıca; Hacı Özbek Cami, Şeyh Kutbuddin Camii ve Türbesi, Eşrefi Rumi (Eşrefzade) Camii ve Türbesi, Mahmut Çelebi Camii, Yakup Çelebi Camii ve Türbesi, Orhan Gazi Camii ve Hamamı, Süleyman Paşa Medresesi, İsmail Bey Hamamı, I. Murat Hamamı (Hacı Hamza Hamamı), I. Murat Hamamı (Meydan Hamamı), Konak Hamamları, Kırgızlar Türbesi, Sarı Saltuk Türbesi, Davudi Kayseri Türbesi ve Çınarı, Alaaddin-i Mısri Türbesi, Abdülvahab Sancaktari Türbesi, Çandarlı Halil Hayrettin Paşa Türbesi, Çandarlı İbrahim Paşa Türbesi, Çandarlı Kara Halil Paşa Türbesi, Eşref Baba Türbesi, Ahiveyn Sultan (Afyon Sultan Türbesi), Huysuzlar Türbesi, Namazgah (Arap Cami) gibi birçok değerli mimari ve tarihi eser bulunuyor. Tarihi güzellikleri kadar doğal anıtların da ev sahipliğini yapan İznik birçok tarihi çınarı yaşatıyor beraberinde. Tarihi Topkapı Çınarı, Hespekli Çınarı, Müşküle Çınarları, Havuzbaşı Çınarı ve Kaymakköşkü Çınarı bunların başlıcaları. Özellikle Topkapı Çınarı’nın 650 yaşında olduğu tahmin ediliyor.
İznik; kendine özgü iklimiyle, yaz-kış demeden bereket saçan toprağıyla, doğal güzellikleriyle, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle, sebze meyve ambarı kimliğiyle, Türkiye’nin en güzel göllerinden birisine sahip olmasıyla, günbatımlarıyla ve tabi ki dünyaca ünlü çinileriyle biliniyor. Bu özel ve kültür mozaiği olan kent, Bursa’nın dolayısıyla Türkiye’nin en değerli hazinelerinden birçoğunu barındırıyor. Tüm hikayelerini ve geçmişini herkesle paylaşmaya davet ediyor. İznik’te günler antik çağda başlıyor, gölün üzerindeki eşsiz günbatımlarında son buluyor.
Yazı: Engin Çakır
Fotoğraflar: Engin Çakır, Demet Argun