Yalnızlığın Vahşiliği

Yalnızlığın kalemidir Cemil Kavukçu. Düğünü anlatır. Kalabalıktır; eğlenenler, içenler, çalanlar, söyleyenler, çalanlarla söyleyenleri dinleyenler. Öykünün rengi ise yalnızlıktır. Uzaklara özlem duyar, gidip görmeye, ama bilir; dönüp dolaşıp geleceği yer yine ağrısıdır, sızısıdır, yalnızlığıdır. Önce gülümsersiniz, sonra derin bir sızı taş gibi oturur içinize.

Kimi zaman çılgınca bir vicdan muhasebesine girersiniz, kimi zaman meyhanelerde anılarını satanlarla başbaşa kalırsınız. Garsonu kandıran adama hayran kalırken karşınızdaki adamın kendisinden haberi bile olmayan bir kadına duyduğu aşkın önünde saygıyla eğiliverirsiniz. Sokakta yürürken zehirlenmiş bir köpeğe rastlarsınız, kurtarmaya çabalarsınız.

Derken Afrika’ya gidersiniz. Onca yol, onca olay içinde bir havuz başında hayal kurduğunuzu ayrımsarsınız. Bisikletle gezersiniz sokaklarda. Kamyona binersiniz. Gidersiniz. Sürekli. Gidersiniz. Yalnızlığınıza doğru.

Mimoza’da bulursunuz kendinizi. Her masada oturan kaybedenleri tanırsınız. Kaybetmekten mutludur onlar. Aşağı tırmanırlar zira. Aşağısı zirvedir onlar için. Varoluşu sorgularlar bilgece, ucuz biralarını yudumlarken birahanede. Kadınlardan konuşurlar, aşktan.

Toplumsal çürümeden kaçamayan kentlilerden birisi olursunuz. Kasabayı özlersiniz. Kasaba hayatını. Kargaları avlayan adam vicdan azabını dindirmek için kargalara benzemeye çalışırken siz de açarsanız kanatlarınızı.

Hesap tabağına para çizen adam meyhaneciyi gerçekten kandırmış mıdır yoksa meyhaneci sanata duyduğu saygıdan mı kanmış gibi görünmüştür, diye sorarsınız kendinize o sahneyi unutamadan. Kaybeden, resmi çizen midir yoksa resmi gerçek para olarak gören mi? Ya da tüm bunları yazan mı?

Cemil Kavukçu kenti, kasabayı, doğayı ve türlü insanlık hallerini anlatırken yerelden evrensele uzanır. Kalabalıkların içindeki görünmeyen trajediyi cımbızla çeker alır ve mikroskopun altına koyar daha iyi görelim, anlayalım diye. Gözümüze sokmaz ama. Sadece anlatır, ortaya bırakır, isteyen alır, değerlendirir, istemeyen o hayatları tanımış olur. Yaşama sevinci duyarsınız, coşar, zıplamak istersiniz sonra aniden çakılırsınız. Hüzün vardır çünkü düşünen insanın doğasında. İnsan yalnızlığı vahşidir. Hiçbir zaman peşini bırakmaz kişinin. Isırmaya, parçalamaya her an hazırdır.

Kavukçu için her karakter, her insan gibi tektir. Ortak yönleri olsa da benzemezlikleridir anlatılması gereken. Karakterleri yaşayan kişiler haline getirmenin en önemli yolu onların kişiliklerini metne dökerek aktarmak değil davranışlarıyla, tepkileriyle, sözleriyle sezdirmektir. Cemil Kavukçu bir sezdirme ustasıdır. Böyle yaşar onun karakterleri her okuyanın zihninde. Onun karakterleri karşıdan okunan değil, yanında yaşanan karakterlerdir.

Yalnızlık

Diğer yandan mekan, okurun zihninde yaratılacak bütünlüğün en önemli parçalarındandır. Okurun tutumunu etkiler. Okurun hayalgücünü belirli bir yönde harekete geçirir. Okuru o yönde bir beklenti içine sokar. Karakterlerin üç boyutlu yaşaması için işlevsel olarak anlatılmış bir mekana ihtiyaç vardır. Cemil Kavukçu’nun parkları, sokakları, evleri, meyhaneleri, gemileri gözümüzün önündedir hep. Bu mekanlar ve içerdiği her şey, kahramanların kişisel özelliklerini tamamlamada önemlidir. Hatta kimi durumlarda yaşadıkları çevre, kahramanları hatırlamada kullanılır. Bu kahramanlar yaşadıkları çevreyle özdeşleşmiştir. Biri olmazsa diğeri de olmaz. Hatta yazarlar bile mekanlarla birlikte anılabilir. İşte Cemil Kavukçu da böyle bir yazardır.

Anlatım kimliği, diğer deyişle üslubu en belirgin dünya yazarlarındandır. Dilindeki kıvraklık, abartısız anlatısındaki ayrıntı aktarma ve diyaloglarındaki yöresel ve kişisel farkları hissettirme başarısı büyüleyicidir. Metinleri daha ilk satırından kendi imzasını taşır.

Tüm anlatım tekniklerini ihtiyacı olduğu düzeyde anlatısına katarken kullandığı metaforların işaret ettikleri giderek her okur için tanıdık olmaya başlar. Zira herkesin yazarıdır söz konusu olan. Bizi yazar. Hissettiklerimizi. Yalnızlığımızı. Onun için sayfalar doldurmak kolaydır. Önemli olan bunu iliklerine kadar yaşamaktır, yaşatmaktır. Yaşamın her anındaki yalnızlığımızı. Yalnızlığımızın vahşiliğini.

Yusuf Eradam’ın “Yazmak Üzerine” adlı metninin son bölümü bana hep bir yazar olarak Cemil Kavukçu’yu çağrıştırır nedense:

…..

Elde kalan boş bir saman kağıdını doldurmak kolaydır.
Zor olan, dolu bir saman kağıdını gecenin bir deli vakti yaşamaktır.
Yaşanan, ancak böyle ölümsüzleşir.
Zaman, ancak böyle yakılır.
Ölüm, ancak böyle yaşanır.
Yazmak, bu yüzden…

Başa dön tuşu