Ayna, gizem, yalnızlık, Tarancı…

“Bütün bal arıda kaldı” dizesiyle biter “Sanatkârın Ölümü”. Kırk altı yaşında öldüğünde yapabileceği muhteşem lezzetteki balları da yanında uzaklara götüren bir arı gibidir Cahit Sıtkı Tarancı. Yaş otuz beş olunca yolun yarısına gelindiğini söylediğinde şiir yazmak için kendisine sadece on bir yılı kalmıştır.

Yazı: Hakan Akdoğan

“Esmer, arkaya taranmış, siyaha çalar saçlı, ince dudaklı, üst dudağıyla ufak burnunun arası biraz fazla açık, kulakları kabarık, alnı darca, bütün güzelliği, koyu kestane, Moğolumsu çekik gözlerinin biraz hüzünlü manasında toplanmış, ufak tefek, temiz giyimli, çoğumuzun aksine, kravatlı bir gençti”, diye anlatır Ziya Osman Saba, onunla Galatasaray Lisesi’ndeki ilk karşılaşmalarını “Cahit’le Günlerimiz” adlı yazısında.

Cahit Sitki Taranci

Dil işçiliğine dayalı şiir anlayışının yerleşmeye başladığı bu lise yıllarında yayınlanır ilk şiirleri. Şiirin “Kelimeler ile güzel şekiller kurma sanatı” olduğunu söylerken “Şairin hisleri, fikirleri, hayalleri, dünya görüşü, felsefesi, şahsiyeti, her şeyi şiirde belli olur” da diyerek kullanılan her kelimenin hem biçimsel hem de anlamsal açıdan önemi üzerinde durur. Cahit Sıtkı Tarancı ‘nektar’ peşindedir. Gereksiz ayrıntılardan uzaklaşma eğilimindedir. İnsana ve doğaya dair güçlü simgeler görülür şiirlerinde. “Yalnızlık” adlı şiirinin ilk iki dizesi güzel bir örnektir.

“Geniş, siyah gölgesi hayatımı kaplayan,
Tepemde kanat germiş bir kartaldır yalnızlık.”

Yalnızlık duygusu Cahit Sıtkı Tarancı’nın tüm şiirlerine sinmiştir. “Kimsecikler duymadan bir kapı açıp gitsem” dizesi Ahmet Hamdi Tanpınar’ı derinden etkilemiştir. Ancak onun yalnızlığı kalabalıkların içindeki yalnızlıktır. Robenson gibi toplumdan kaçmaya özlemini açık açık dile getirse de böyle bir eğilimi olmamıştır.

Yalnızlık

“Robenson, akıllı Robenson’um / Ne imreniyorum sana bilsen! / Göstersen adana giden yolu, / Başımı dinlemek istiyorum.

Ben gemi olurum sen kaptan ol, / Yelken açarız bir sabah vakti / Güneşte gölgemiz olur deniz / Yolculuk! / Derken adamızdayız.

İsterdim tercümanım olasın, / Tanıtasın beni balıklara / Vahşi kuşlara ve çiçeklere, / Bizdendir diyesin benim için.

Ağaca çıkmasını bilirim, / Tanırım meyvanın olmuşunu, / Taş kırmak da gelir elimizden, / Ateş yakmak da, aş pişirmek de.

Robenson, halden bilir Robenson / Adan hala batmadıysa eğer, / Alıp götürsen beni oraya, / Deniz yolu kapanmadan evvel!”

Şiiri insan ve doğa ekseninde bireysellikten toplumsala doğru bir hareket olarak yorumlar. Bireyin yalnızlığını ve acılarını anlattıkça toplumun sözcüsü olduğunu da düşünmektedir.

Temelde şiirde konu aramaktan yana değildir. “Sanat yapıtında güzelliğin bahsedilen şeyden fazla ondan nasıl bahsedildiği keyfiyetiyle ilgili olduğuna inanmışımdır… demek istediğim, konuya kesinlikle önem vermemeli” diyerek bu düşüncesini açıklamıştır.

Bulut, bahar, yaz, kış, buz, çığ, deniz, orman, yeryüzü, aydınlık, gece, gündüz, kuş, balık, turna, kartal, martı, kırlangıç, kurt, sarmaşık, yosun, ayva, nar, duvar, ayna, anahtar, çeşme gibi çevresini anlatan çok çeşitli sözcüklerin yanı sıra düş, ölüm, ruh, sevda gibi iç dünyaya ait sözcükleri de sık sık görürüz. Kimi zaman bu içsel ve dışsal sözcükleri eşleştirir. Özellikle ‘ayna’ yalnızlığını ve ölümü vurgulayan güçlü bir metafordur.

Cahit Sıtkı Tarancı fiziksel olarak kendisini yeterli bulmamaktadır. Yakışıklı olmadığını defalarca dile getirdiği olmuştur. Karşı cinsle kolay iletişim kuramayaşının nedenini böyle izah eder. Sevgilisi olmayışını buna bağlar. Aynalarda yakışıklı olmadığını görerek hüzünlenir:

“ Aynalar, aynalar sevgili aynalar,

Yok beni anlayan, seven sizin kadar.

Öldükten sonra da, yine sizin kadar,

Kim beni düşünür, hayalimi saklar?

Aynalar, ne olur, siz yalnız aynalar.”

Mezarlık şiirinde de mezarlığı ayna olarak görür:

“Ve şehrin şenliğine karşılık
Susar servileriyle mezarlık.
Susar ve hatırlar: – Bu kırık
Aynadaki hazin perişanlık

Sizindir, siz gafil, siz bihaber
İnsanlar bilseydiniz ne bekler
Bir gün açmak için bu çiçekler;
Ölülerin sükûnu çiçekler”

Aynalar

Tarancı, kız kardeşi Nihal’e yazdığı bir mektubunda “Canım sıkıldığı vakit ya sokaklarda kendi kendime dolaşır veya aynanın karşısına geçer veyahut sevdiklerimden birine mektup yazarım” demektedir.

“Yalnızlık” şiirinde yine ayna vardır. Bu kez yüzünü değil yalnızlığını yansıtır:

“Bir ayna parçasından başka beni kim anlar,

Bir mum gibi erirken bu bitmeyen düğünde?

Bir kardeş tesellisi verir bana aynalar;

Aynalar da olmasa işim ne yer yüzünde?”

“Aynalarda Gece” şiirinde aynayı gece ve karanlıkla özdeşleştirir:

O biten günle beraber

Aynalarda gece olmuş;

Onlar, onlar ki geceleyin,

Gurbete düşmüş gibiler,

Sabır tuttukları yolmuş

Sabaha erişmek için!

O biten günle beraber

Aynalarda gece olmuş

Kimi zaman korku “Korktuğum Şey”de olduğu gibi aynanın içindedir:

Gün çekildi pencerelerden;

Aynalar baştan başa tenha.

Ses gelmez oldu bahçelerden;

Gök kubbesi döndü siyaha.

Sular kesildi çeşmelerden;

Nerden dolacak bu tas nerden,

Nergislerin açtığı yerden

Ey kuş uçurtmayan ejderha?

Bu ayna takıntısını en yakınındaki edebiyatçı olan Ziya Osman Saba da “Cahit’le Günlerimiz”de belirtir: “Ben de bugün Türk şiirinin, aynalardan en çok, dikkati çekecek kadar çok bahsetmiş şairinin, aynalarla bir türlü alıp veremeyişinin sebebini daha o zamanlardan anlamış oluyordum. Aynı ruh kompleksi içinde yaşadığını işittiğim Ahmet Haşim gibi, Cahit Sıtkı da, fizik yapısından, kendi deyimiyle, dar kalıbından memnun görünmüyor; sabah, tıraş olurken aynada seyrettiği yüzünden sonra, bu yüzden, ancak küçük kızların, “hayatımda ilk erkek”i olabileceğine inanıyor; akşam demlendiği meyhanenin duvarlarında belki aynalar da bulunuyor, bu aynalardaki hayaline gözü ilişince, belki bu yüzden de birkaç kadeh daha atmış oluyordu.”

Cahit Sıtkı Tarancı zaten bunu “Paydos” şiirinde “Sert konuşmaya başladı aynalar” diyerek dile getirir:

“Paydos bundan böyle çılgınlıklara;

Sert konuşmaya başladı aynalar.

Yetişir koştum aşkın peşi sıra;

Bitirdi beni bu içki, bu kumar.”

Ayna imgesini belki de en güçlü kullandığı şiir “Otuz Beş Yaş”tır:

“Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?

Benim mi Allahım bu çizgili yüz?

Ya gözler önündeki mor halkalar?

Neden böyle düşman görünürsünüz,

Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?”

Cahit Sıtkı Tarancı şiirleri ölüm gerçeğiyle yaşamın güzelliği arasında sıkışmış armonik birer yalnızlık senfonisidir.  Aynalarda ise bu sıkışmışlığını görür. Gerçek ile rüya arasında gibidir aynalara bakarken. Şiirleri de böyle tanımlanabilir: Rüya gibi gizemli, gerçek kadar yakın.

Kaynakça:

  1. Saba, Ziya Osman, “Cahit’le Günlerimiz”, Cahit Sıtkı Tarancı, Ziya’ya Mektuplar, (hzl. Faruk Duman), Can Yayınları, İstanbul 2007.
  2. Tiken, Servet, Cahit Sıtkı Tarancı’nın Şiirlerindeki ‘Ayna’ İmgesine Psikanalitik Bir Yaklaşım, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 41 Erzurum 2009
  3. Eronat, Kâmuran, Cahit Sıtkı Tarancı’da Düş Ve Gerçek Çatışması, Ü.Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi 5,47-53 (2005) TARANCI, Cahit Sıtkı, Ziya’ya Mektuplar, (hzl. Faruk Duman), Can Yayınları, İstanbul 2007.
  4. Tarancı, Cahit Sıtkı, Otuz Beş Yaş –Bütün Şiirleri, (drl. Asım Bezirci), Can Yayınları, 28. bs., İstanbul 2005.
  5. Tarancı, Cahit Sıtkı, Evime ve Nihal’e Mektuplar, (hzl. İnci Enginün), TDK Yayınları, Ankara 1989.
  6. Tarancı, Cahit Sıtkı, Gün Eksilmesin Penceremden, (hzl. Faruk Duman), Can Yayınları, İstanbul 2006.
  7. Uyguner, Muzaffer, Cahit Sıtkı Tarancı, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2003 (2.basım)
Bu da ilginizi çekebilir
Kapalı
Başa dön tuşu