Işığın Bursa’daki izleri

 

Söndürelim ışıkları Bursa’da. Arabaların farlarına kadar herşey karanlığa gömülsün. İnternetimiz sansürlensin! Hatta bilgisayarlarımız çalışmasın. Cep telefonlarımızdan ışık sızmasın hiçbir yere. Gece ay görünmesin, yıldızlar hiç parlamasın. Işığın tüm evrendeki kaynağını da kapatalım… Güneşi unutalım, hiç gözümüze ilişmesin. Geriye sadece bir renk kalsın; siyah. Ne hissettiniz okurken?

Şimdi şehri hayal edelim. Köşebucak gezinen ışıkları. Yansıyan, süzülen, her renkte gözümüzü alan ışıkları. Bu satırları aydınlatan ışıkları. Ya da durun. Daha eskiye mi gitsek acaba? Aydınlanma çağına? Medeniyetler eşiği Anadolu’da küçük bir tur mu yapsak? Bir zaman makinesine atlayıp, ışığa hasretlerinden ateşi bulmaya çalışan, mağara insanlarına mı göz atsak ne yapıyorlar diye? Mumla mı aydınlatsak sofralarımızı eskisi gibi? Gaz lambasının gazı bitmesin diye dua ederek kitap mı okumalı? Gezginler gibi kutup yıldızını mı takip edelim? Bugün neşemiz çok galiba. Havai fişekler patlatmalı, hepimiz hayran hayran izlemeliyiz ışığın gösterisini. 

Lunapark’a gidelim. Akşamüstü Tophane’de manzara izleyelim. Daha yukarıda olabiliriz, Bakacak’tan bakalım şehre. Fatih Sultan Mehmet Bulvarı’nda alalım gece soluğu. Gecenin geç saatlerine kadar ışığın peşinde koşalım. Sabahın ilk ışıklarında 700 yıllık Cumalıkızık’ta olalım. Güneş her yeri sarmış olsun. Akşamüstü Uluabat misafir etsin bizi. Gölyazı’daki eşsiz günbatımında günü uğurlayalım. Leyleklerin memleketi Eski Karaağaç da olabilir rotamızda. Leylekleri takip eder tarihi Tirilye’de bir yorgunluk kavhesi içeriz. Bir pazar sabahı İnkaya Çınarı, altı asırlık kucağını açsın bize, ulu dallarının gölgesinde kahvaltı yapalım. Bir akşamüstü Kapalı Çarşı’ya gitsek ya. Kozahan’da dinlenir, çay içeriz akşamüstü serinliğinde. Yeşil Türbe’yi ziyaret edip, bir çay da Yeşil’de içeriz. Ulu Cami’deki ilahi ışığı görme şansımız da var. Kayhan’da pideli köfte mi yemeli yoksa Bursa Kebabı mı gün son bulurken? 

Ulu Cami’nin minberindeki samanyolunu keşfetmeyen var mı hala aramızda? Mudanya iskelesinden bir tekneyle ayrılıp ışıltılı bir denize doğru hareket etmeyen? Karabaş Veli Tekkesi’nde ışık saçan semazenleri izlemeyen? Teleferik ile Bursa’ya doğru salınmayan? İznik çinisi bir tabakta yemek yemeyen? Yenişehir’in saat kulesinden saatini ayarlamayan? Oylat mağarasını görmeyen? Arap Şükrü Sokağı’nda çalgı ekibini dinleyip bir kaç tek atmayan? Ters ışıklı sahnesinin ardından “hayali”siyle bizi güldüren Karagöz’ü duymayan, bilmeyen?

Botanik Park’ta çiçek kokusuna doyalım bu haftasonu. Yoksa günün ilk saatlerinde Kent Ormanı’na mı gitmeli? Yaz geldiğine göre Uludağ’a, Milli Park’a da gidebiliriz piknik yapmaya. Belki güneşin eşliğinde küçük bir yürüyüş de yaparız ormana doğru. Nefesimiz yeterse büyük zirveye kadar çıkabiliriz kim bilir. Şansımız varsa bir ihtimal Apollo kelebeğini görüp, nesli tükenen bir “Bursa güzelini” tanıma şansı yakalarız… Ama en güzeli havadan görmek olabilir bu şehri. Güneşin yakıcı ve göz alıcı ışıklarının arasında, bulutların üzerinde yamaç paraşütü yapabiliriz Gürsu’da. Sukaypark’ta sukayağı mı denesek ki? Mustafa Kemalpaşa’da suyun uçtuğu dev şelalenin serin suları altına girip yazın rehavetini üzerimizden atabiliriz. Hepsi bekleyebilir. Denize gidelim, yaz geldi. Martıları izleyelim güneşin yakamozu suya vururken Mudanya’da. Sahi ya en son ne zaman gündoğumu izledik biz? Haziran ayındayız. En uzun gündüzü yaşadığımız aydayız. 21 Haziran gecesi biraz erken kalkabilir miyiz acaba? Mudanya’da gündoğumu Nemrut Dağı’ndaki kadar güzel olmasa da hiç fena değil diyorlar…

Biraz fotoğraf çekmeliyiz bu şehirde. Yaşanmış bunca senenin her izine bir kare fotoğraf yakışır doğrusu. Camera Obscura’dan(iğne deliği olarak bilinen ilk fotoğraf makinesi) bu yana, ışığın yardımıyla kopya çeken insanlardan olmalıyız hep beraber. Bu şehir en süslü mankenlerden bile güzel pozlar verebilir bize. Şehrin ışıkları fotoğraf karelerine girmeli. O kadar çok aktörümüz var ki Bursa’da, şanslıyız. 

Tekrar annemizin karnındayız şimdi. Her yer karanlık. İçgüdüsel olarak ışığı görmek istiyoruz. Görünce ilk tepkimiz ise, tüm gücümüzle çığlık atmak oluyor. Ne büyük bir kutlama bu! Çünkü karanlıktan korkar, bilinmezlikten kaçar, ışığı ararız biz. Aydınlanma Çağı’na gitmiş miydik? Aklı kurucu ilkemiz olarak benimseyip, tüm toplumsal yaşamımızın ve düşünüşlerimizi akla göre şekillendirmiş miydik? Kant’ın dediği gibi, “aklımızı(ışığımızı) kullanma cesaretimiz” oldu mu hiç? 18. yüzyılda Avrupa’da başlayan aydınlanma felsefesinin temelinde de akılla simgeleştirilmiş “ışık” mı vardı acaba? Avrupa şehirlerinde ışık mı kol geziyordu o tarihlerde? O ışıktan Bursa sokaklarına; tarihi Hisar’a, İznik Surları’na, Ulu Cami’nin minarelerine, Hanlar Bölgesi’ndeki tarihi noktalara veya Atatürk Köşkü’ne hiç yansımış mıdır? Hünkar Köşkü’nün bahçesinden şehre bakınca, gözümüze ilişen sadece şehrin ışıkları mıdır? Mütareke binası çok mu beyaz ki, gözümüzü alıyor? Uludağ’da herkesin başını döndüren karlar mıdır, yoksa yüzlerce yıldır Olimpos’un üzerinde yansıyan ışıklar mı? 

Umutlanıyor muyuz güne başlarken? Karanlıkla mücadele eden şey nedir? Belirsizlikleri aydınlatan? Tüm doğaya hayat veren? Bilimkurgu filmlerinde bile ışık hızıyla ilerliyor, ışınla yer değiştiriyorduk hatırlayın. Bu şehirde de tıpkı diğerleri gibi ışıkla birlikte yaşıyoruz. Zaten farkında değiliz, ışık saçan her şey Bursa’nın ta kendisi aslında.

Yazı: Engin Çakır Fotoğraflar: Aykut Güngör, Engin Çakır

Bu da ilginizi çekebilir
Kapalı
Başa dön tuşu