Harlem’de tek gözü kalmış canavar
Tek gezen insan boş dolap gibidir. Dolabı dolduracak olan gidilen şehirdir. Korkuları, otelde bırakıp çıkarsanız dışarı, başlar şehir doldurmaya dolabı. New York’a tek gittim geçen yıl. 15 gün kaldım. Kapakları sonuna kadar açık, kocaman bir dolaptım. New York’un hoşuna gitti bu halim, cömertçe doldurdu dolaba hikayeleri.
İlk haftanın sonunda bir de baktım yanımda 10 kişi. Davetiyesiz girilmeyen The Box diye bir cluba sokmuşlar beni. Anlat diyorlar, nasıl geçiyor ilk New York seferi? Central Park’ın orada bir hostelde kalıyorum diyorum, kaşları havaya dikiliyor, “Hostel mi? Korkmuyor musun?” “Bana bir şey olmaz” diyorum. “Benim gezi meleklerim var.” “Allah allah” diyorlar, “o nasıl oluyor?
Cevaplıyorum: İnsan kendini bir gece Harlem’de bir barda tanımadığı insanlarla takılıp da eve tek parça dönmüş bulabiliyor. Bu bulma halini de meleklere bağlıyor. Hostel 5.5’likse, Harlem 7.9’luk bir deprem yaratıyor suratlarında.
Anlatıyorum: Harlem beni değil gözümü korkuttu. Lensle uyumuştum da bir önceki gece. Kıpkırmızı gözlerle uyandım sabah. Akıyor da akıyor. Metrodayım, kadının biri “Why do you cry sweetheart?” diye soruyor. Olmayacak bu böyle diyorum ve geceyi kurtarmak adına bir New York gündüzümü hostelde uyuyarak geçiriyorum.
Uyanıyorum gece. Sağ gözüm hala Natalie Portman’ın Black Swan filmindeki deli gözleri gibi. Sol gözüm kendine gelmiş. 5 numara miyobum bu arada. İyileşen sol gözüme takıyorum lensi sağım hala görme engelli…
Couchsurfing’ten mesajlaştığım bir çift var, zenci. Bu gece için sözleşmiştik, Harlem gecelerini de katacaktık benim dolaba. Son geceleriymiş bu, uzun bir seyahate gidiyorlarmış yarın. İsterse gözüm çıksın, bu gece Harlem’deyim, aksini kendime yediremem. Günlüğe bir Harlem başlığı atmadan dönmem New York’tan. Gece 11. Çıkıyorum hostelden tek gözü kalmış canavar.
New York o gece buz kovası. Akan gözüm ve havanın soğukluğu, el birliğiyle elektrik süpürgesi gibi çekiyorlar aşağı burnumdaki sümükleri. Mendil artık yüzümün bir uzantısı. Bir yandan sümkürüp bir yandan metrodaki yazıları okumak için tek gözümü kapıyorum. Metrodaki kızın bakışlarından okuduğum kadarıyla, pek kendimde görünmüyorum. 15 dk sonra Harlem’deyim. Hani nerede çeteler, hey beyaz piliç diye etrafımı sarıp bana bıçak sallayacak zenciler? Sokaklar gayet sakin. Adresi arıyorum. Ben çift gözle yol bulamam, tek gözle ne halt ediyorum? Arıyorum zenci arkadaşlarımı, anlamıyorum ne diyorlar, kulağım aksanlarıyla bir türlü barışamıyor. Durduruyorum sokaktan geçen bir beyaz saçlı zenci amcayı, telefonu veriyorum. Arkadaşım ne diyor, anlayıp bana anlatır mısınız? Tane tane anlatıyor. Kocaman açıyorum tek gözümü, buluyorum adresi. Niye ağlıyorsun diyorlar? Çok korkuyorum diyorum zencilerden. Ciddiye alsak mı bakışıyla birbirlerine döndükleri anda ama sizi sevdim diyorum. Lensime küfretmeye ikinci cümlede başlıyorum. WuuTange yapmışlar bana, bir tür zenci kokteyli… Bunu iç, bir şeyin kalmaz diyorlar. Adam Kate Winslet’ın şöförüymüş, kadınsa tutunamamış bir model. Hoparlörler Sade’le titriyor, smooth operator. Gerçek bir Harlem gecesine hazırsan çıkalım diyorlar. Son bir kez siliyorum gözümü (ve burnumu), hazırım diyorum doğuştan hazırım. Giriyoruz bir bara. Herkes zenci, bir ben beyaz. Büyüyor masa, arkadaşları geliyor çiftin. Amerikalılara pek bayılmam ama zenciler başka… Sıcaklar, kafalar, doğallar… Zenci poposu, beyaz Amerikalı poposundan ne kadar iyiyse, esprileri de o kadar iyi beyazlardan. Benim ruhum zenciymiş, öyle dediler birkaç saat sonra. Ruhum pek mutluydu ama bedenim yamuk yaptı ruhuma ve geceye. Dayanamadı o soğuğa bünye. Ateşim çıktı barda. Eve gitmek ister misin, çay yapalım sana dediler. Hayır dedim New York’ta her şey olabilirim hasta asla! Gittim barmenden buz istedim bir de poşet. Koydum buzu alnıma, bileklerime. Hasta olmayayım diye de rüşvet olarak bir WuuTange daha verdim bedenime, birkaç da tekila shot. 15 dakika sonra sandelyelerin tepesinde dans etmekteydim. Startını hostelde alıp Harlem’e uğrayan tatilim, Lindsay Lohan’e komşu bir gökdelenin 32’nci katında noktalandı. Dolabımı o katta dolduranlar da başka yazıya kaldı.
Yazı: Gözde Tezer