“İş kalitesi”

uğurböceği

Bizim ufaklık basket oynuyor, bir doktor imzası istemişler. Sabah derse yetişecek, ODTÜ’nün sağlık merkezine gittik. Sıramızı aldık, saat 8.40, girdik bir odaya. Doktor da can arkadaşımın arkadaşı, beni de tanıyor, iki kişiyle çay, kahve sohbet ediyor. Durumu söyledim bir imza lazım dedim.

“Bekleyin geliyorum” dedi.

Biz geçtik banka oturduk, öyle bekliyoruz.

10 dakika sonra çıktı, birkaç bekleyen daha var.

“Biliyorsunuz mesai 9.00’da başlıyor” dedi.

Biz dışarıda kızımla ve diğer hastalarla 9.00’a kadar bekledik. O sırada diğer doktor geldi. Girdik, imza toplam on beş saniye sürdü.

Kızım hiçbir şey anlamadı.

– Baba bu kadar kısa bir imza için niye bu kadar bekledik, dersi de kaçırdık.

Ufaklık şimdilik şaşırıyor, şaşırmayı bıraktığı gün sistem onu da yemiş olacak zaten.

Bu bahsettiğim olaydaki doktor pırıl pırıl, sağlam karakterli bir adam, çok da iyi bir doktor. Ama sistem kazanmış durumda. Benim “bu ülke için ne yaparım?” diye düşünen, okulu bitirirken heyecanlı, canavar arkadaşlarımın hepsi şimdi mesaide borsa, iddia sonuçları takip ediyorlar. Memurlar iş yavaşlatacakmış, daha neyi yavaşlatacaksınız?

Kendini acayip ciddiye alıp işini ciddiye almayan insanlar topluluğu olduk. Keşke ciddiye aldığımız şey kendimiz değil, işimiz olsa.

Dikkat edin, gram yetkisi olan adamda bir surat, bir hava. İşin kalitesi “o”.

İnsanlar işini, acil durum maskelerinin nasıl takıldığını anlatan hostes suratıyla yapıyorlar.

Annem ve rahmetli babam tüm düzenli ödemelerini bankaya verirlerdi. Bir gün Karşıyaka’dayım. Baktım hazırlanıyorlar.

“Nereye kumkumalar?” dedim.

“Telekom’un parasını yatıracağız” dediler.

“Banka telefon faturasını da ödüyor” diyecektim ki babam sert bir sesle:

“Telekomu bankaya ödetmem ben” dedi.

Öyle bir prensipli söyledi ki ben de nedenini sorgulayamadım. Telekom da o zamanlar devlet kuruluşu, henüz satılmamış.

Aradan yıllar geçti, babayı kaybettik.

Bir gün baktım, annem yine kahvaltı sonrası hazırlanıyor.

– Nereye kumkuma?

– Telekom faturası yatırmaya.

– Anne, niye vermiyorsunuz bankaya, sırf bu fatura için yıllarca kuyruğa girdiniz.

– Oğlum Bostanlı Telekom’da iki ödeme gişesi var, biz hep aynı gişeye gideriz, orada bıyıklı, güler yüzlü bir memur çocuk var. Ne zaman gitsek bizi güler yüzle karşılar, hâlimizi hatırımızı sorar. Paranın üstünü verirken de bize, “Allah bereket versin amca, teyze” der. Yıllarca biz babanla, o “Allah bereket versin” sözünü duymak için ve o evladımızı görmek için kuyrukta sıra bekledik.

Anladınız mı? İşini adam gibi yapmak, evine helal lokma götürmek ne demek?

Bizde herkes işini ne kadar iyi yaptığını anlatır durur. Kendi başarılı değilse bu sefer evladı süper bir şeydir, onun başarılarını dinlersin: “Evladım diye demiyorum ama…”

Bak, işini iyi yapıyorsan hiç anlatma.

Zaten herkes işini ne kadar iyi yaptığını görür.

Kuşlar, kapılar, çocuklar, herkes işini ne denli iyi yaptığını fark eder.

Ahmet Şerif İzgören
Ahmet Şerif İzgören

Süpermen Türk Olsaydı, Pelerinini Annesi Bağlardı (Elma Yayınevi, 2010), A. Şerif İzgören

Başa dön tuşu