Suya yansıyan “Bursa rüyası”

 

 Bursa’nın gizemli geçmişini ziyaretçilerine, güzelliklerini onu çevreleyen Uluabat Gölü’ne yansıtan, Apollo’nun kanatları altındaki ada Gölyazı… Eşsiz günbatımı manzaraları, sıcacık insanları, efsaneleri ile Bursa’nın yüzlerce yıllık tarihine dayalı antik masalı…   

Bursa’nın ilk yerleşim yerlerinden biri, göçmen kuşların uğrak yeri Uluabat Gölü’nün yuva olduğu 8 adacıktan birine, Halilbey Adası’na küçük bir köprüyle bağlanmış; sevimli, samimi bir ada Gölyazı. Leyleklerin, fotoğrafçıların, uçurtma şenliklerinin, bisiklet tutkunlarının gözbebeği bu ada, son zamanlarda yaşadığı değişim ve gördüğü ilgiyle daha da renklendi ve büyülü geçmişini gelecek nesillere taşımaya hazır. Her yıl fotoğrafçıları, ressamları, müzisyenleri, edebiyatçıları, sporcuları, doğaseverleri, tarih ve mitoloji tutkunlarını buluşturan Gölyazı’da herkese yer var. Bu büyülü ada, orada yaşayanların sevgisi, günübirlik misafirlerin ilgisi, göçmen kuşların sadakati ve mitolojik kahramanlara ait ruhlarla korunuyor. Gölyazı’nın dilden dile anlatılan hikâyeleri, ekmeğini sudan çıkaran insanları ve seyre değer günbatımı manzaraları Uluabat Gölü’nün bereketli sularına yansıyor.

Adaya girerken köprüyü geçer geçmez göreceğiniz Ağlayan Çınar’ın sizi şefkatle kucaklayan dalları altında, göl kenarında suyla yeniden kavuşmayı bekleyen kayıkların yanı başında ya da sokak aralarında karşılaşacağınız insanların yorulduğunuzu anlayıp soluklanmanız için kapısının önüne koyacağı sandalyelerde… Gölyazı’da dinlenmek için yeterince zamanınız ve mekânınız olacak. O yüzden Gölyazı’nın, gördüklerini, yaşadıklarını size anlatmak için sabırsızlanan bu kadar köşesi, her köşesinde içinize dolmak için bekleyen bu kadar hatırası varken kendinizi yorgunluğunuza teslim etmeyin. Bolca göreceğiniz hediyelik eşya ve yöresel tatların bulunduğu tezgâhlardan alışveriş yapın. Tarihi mekânlara uğrayın, pencere ve kapı önleri çiçeklerle süslü evlerin önünden geçin, karşınıza bolca çıkacak olan leylekleri selamlayın; dar sokaklarında yürüyün, göle doğru inen yolları takip edin. Her gün öğleden sonra yapılan balık mezatlarına katılın. Burada yaşayanlarla sohbet etmenin keyfini yaşayın, Gölyazı’nın hikâyesini bir de onlardan dinleyin. Belki birinden, adını Napolyon’dan aldığını bildiğimiz kirazın aslında adını, eskiden Apolyont olarak bilinen Uluabat Gölü ve çevresinden aldığını da öğrenirsiniz. Adanın sizden misafirperverliğini ve güler yüzünü esirgemeyen, buradan mutlu ayrılmanızı kendisine görev edinmiş samimi insanları; size şehirlerin bunaltıcı, kasvetli havasını da, asık suratlı mutsuz şehir insanlarını da unutturacak.

Gölyazı’nın batısındaki Kız Adası’nda bulunan, göl yükseldiğinde sular altında kalan Apollo Tapınağı’nın kalıntıları, Roma ve Bizans dönemlerinden kalma kale duvarları, kemerli surları arasında gezinin. Osmanlı’dan kalma Sübyan Mektebi’ni, Türk yapımı tarihi hamamını, halkın “Gavur Mezarı” diye adlandırdığı anfi tiyatroyu, merkez mahallesindeki Osmanlı Dönemi’nde inşa edilen ve 2008 yılında Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilip ibadete açılan tek camisini görün. Batı kıyısının karşısında bulunan Bizans Dönemi ve sonrasında üzerinde manastır olduğu tahmin edilen Nailbey Adası’na uzanın. Balkan Savaşı sırasında gerilla olarak Bulgarlarla savaşan, 1940 yılında ise Bizans Dönemi’nden kalma yıkıntılar ve Hagios Konstantinos Kilisesi’ne ait kalıntılar bulunan bu adayı satın alarak tek başına yaşamaya başlayan Ziya Nail Dölen’in adasına.

İyice yorulup acıkın ki, bölgenin meşhur gözlemelerinden yemeden, halkın geçim kaynağı Tuna ve Yayın balıklarından tatmadan dönmeyin. Karnınız doyduktan sonra “Var mı çay isteyen?” diye soran ablalardan çayınızı söyleyin, köprünün biraz ilerisindeki banklarda oturup Uluabat’ın manzarasına dalın, kendinizi güneşin en güzel renklerini gölden esirgemediği günbatımına teslim edin. Etrafınızda, elindeki fotoğraf makinesiyle burada karşılaştığı güzellikleri ölümsüzleştirmek isteyen fotoğrafçılara katılın; Gölyazı’nın tarihi ve aşk dolu efsanelerle bezeli sokaklarında fotoğraf çektirmek için gelen gelin ve damatları izleyin. Kıyıya çekilmiş kayıklar, ağlarını onaran, birazdan çıkacakları balık avına hazırlanan balıkçılar, kocasıyla birlikte balığa çıkan, kürek çeken kadınlar, burada geçireceğiniz zaman boyunca size eşlik ve rehberlik edecek leylekler, adını bağlı olduğu ilçeden alan nilüferler, sazlıklar, pelikanlar, ördekler… Uluabat Gölü’ne yansıyan ve objektifinizi renklendirecek olan onlarca yansıma dolu Gölyazı’da… Burada kaldığınız süre boyunca bir kısmını kendi hafızanıza bir kısmını fotoğraf makinenizin hafızasına saklayıp her baktığınızda huzur duyacağınız manzaralar biriktireceksiniz. Buraya adım attığınız andan itibaren kendiniz farklı zamanlarda yaşanmış efsanelerin arasında, mitolojik kahramanlarla kol kola gezerken, karşılıklı oturup sohbet ederken bulacaksınız. Bırakın anlatsınlar size yaşadıklarını. Çok eski zamanlardan kalan hikâyeleri, farklı diyarlardan gelen kahramanlarını…

Tüm zamanların yansıması…

Tüm güzellikleri, dünü, bugünü ve yarını Uluabat Gölü’ne yansıyan Gölyazı’yı, efsaneye göre umutsuz bir aşığın kızgın babasına borçluyuz. “Çok çok eski zamanlarda Marmara Denizi’nin güneyindeki Odryes Çayı, Bandırma’dan denize dökülürmüş. Çayın yakınlarındaki Melde Krallığı, bugün Uluabat Gölü’nün olduğu yerde bulunan Apollonia Krallığı ile iki kardeş ülkeymiş. Günlerden bir gün Melde Kralı, Apollonia Kralı’nın kızını oğluna istemiş ancak kız da babası da bu evliliği onaylamamış. Hatta Apollonia Kralı, kızını Melde Kralı’ndan ve oğlundan korumak için bir tepe üzerinde saray yaptırarak kızını buraya saklamış. Bunu duyan Melde Kralı çok sinirlenmiş ve Odryses Çayı’nın yolunu değiştirip, suyun Apollonia kentinin bulunduğu topraklara akmasını sağlamış. Böylece tüm Apollonia sular altında kalmış ancak prensesin bulunduğu saray kurtulmuş ve kent ile birlikte etrafı sularla çevrili bir ada olarak var olmaya devam etmiş.” Zengin tür çeşitliliği ve önemli bir sulak alan olan Uluabat Gölü; Anadolu’ya kuzeybatıdan giren kuşların göç yolları üzerinde bulunuşu, zengin flora ve faunaya sahip oluşuyla 1998 yılında, sulak alanların korunması ve sürdürülebilir kullanımını sağlama amacıyla İran’ın Ramsar şehrinde imzalanan Ramsar Sözleşmesi ile koruma altına alındı. 2001’de ise Dünya Yaşayan Göller Listesi’ne dâhil edildi. Türkiye’nin orta büyüklükteki göllerinden bir tanesi olan ve doğu-batı doğrultusunda uzanan Uluabat Gölü, 24 kilometre uzunluğa ve 10 kilometre genişliğe sahip. En geniş nilüfer yatakları burada bulunuyor ve göl koynunda yaklaşık 21 balık türünü barındırıyor.

Gölyazı’nın bir özelliği de Apollon adına kurulduğu bilinen 9 civarı yerleşim yeri arasında, tatlı su kenarında kurulmuş tek yer olması. Gölyazı ilk adıyla Apolyont, Antik Çağ’da Bithynia ve Mysia arasında sınır olarak belirlenen çayın üzerinde bir kentti. İsmi ise Bergama Kralı 2. Attalos tarafından Kraliçe Apollonis’i onurlandırmak adına verilmişti. Kuruluşu 2500 yıl öncesine dayanan adada, İmparator Hadrianus’un Bithynia’ya yaptığı ziyaretin şerefine dikilmiş olan bir yazı taşı var. Roma Dönemi’nde adına para bastırılan kent, Bizans Dönemi’nde önce Bithynia Psikoposluğu’na daha sonra ise Nicomedia (İzmit) ve Kios (Gemlik) psikoposluklarına bağlandı. Osmanlı Dönemi’nde kazanılan Bafeum (Dimboz) Savaşı sırasında Kite tekfurunu buraya kadar kovalayan Osman Bey, 1302 yılında Halilbey Adası’nı da ele geçirdi ve Gölyazı’nın Bizans ile tüm bağlantısı kesti. O zamana kadar Theotokia olarak anılan kent, savaşın ardından halk arasındaki söylemiyle “Apolyont”a dönüştü. Bir efsanenin ortasında yer alan Gölyazı’nın mitolojide de, onu “Işık Tanrısının Şehri” yapan hatırı sayılır bir yeri var. Efsaneye göre Zeus’un çocuğunu taşıyan Leto, Zeus’un kıskanç karısı Hera yüzünden doğum yapabilecek bir yer bulamamış. Leto en sonunda Hera’nın tüm tehditlerini hiçe sayan bir ada bulmuş ve önce Artemis’i daha sonra ise ışık ve aydınlık tanrısı olan Apollon’u doğurmuş. Apollon’un varlığıyla her yerde çiçekler açmaya, adım attığı her yer yeşermeye, tüm ada bir cennet bahçesi gibi renklenmeye başlamış. Bu cesur ada elbette Gölyazı’dan başkası değilmiş.

Osmanlı zamanında 1000 civarı evin bulunduğu Gölyazı’da, Türkler ve Rumların birlikte yaşıyor, çoğunluğu ise Rumlar oluşturuyordu. Şimdi tarım, hayvancılık ve ağırlıklı olarak balıkçılıkla geçinen halk o zamanlar ipekböcekçiliği de yapıyordu. Gölyazı o dönemlerde birbirleriyle uyum içinde yaşayan insanların bulunduğu önemli bir ticaret ve pazar merkeziydi. 1. Dünya Savaşı zamanında çıkan yangında 400 kadar ev yok oldu. Kurtuluş Savaşı’nın ardından köy boşaltıldı ve civar köylere göç başladı. Her şey durulup savaş bittiğinde Türkler geri döndüler ama Rumlar Yunanistan’a gitmeyi tercih ettiler. Apolyont’ta onlardan geriye kalan evlere Selanik’ten gelen Türkler yerleştirilirken, memleketleri kabul ettikleri Apolyont’u unutamayan Rumlar, Yunanistan’da yerleştirildikleri yerleri bırakıp göl kenarında başka bir Apolyont kurdular. Fiziksel olarak ayrı kalsalar da yeni ve eski Apolyont arasındaki bağ hiç kopmadı. Bugün bile turlar düzenleniyor, ziyaretler yapılarak o yıllarda yaşayan insanların çocukları, torunları buluşuyor. Eski günler, hatıralar, hatırlananlar konuşuluyor; atalar, dedeler, nineler yâd ediliyor iki Apolyont’ta da. Adayı karaya bağlayan köprüden geçer geçmez karşınıza çıkacak olan koca çınarın gözyaşlarına karışıyor anılar. Her köşesinde başka bir efsane saklayan Gölyazı’nın Ağlayan Çınar’ı, geçmişinde birbirine sıkı sıkıya bağlı bu iki milletin gözü yaşlı bir efsanesine ağlıyor yıllardır. Rum güzeli Eleni ve Türk delikanlı Mehmet’in yarım kalan aşk hikâyesine. “Çocukluktan beri birbirlerine sevdalı Eleni ve Mehmet, birlikte büyüdükleri Gölyazı’da bir gün evlenecekleri günün hayalini kurarken bir anda kendilerini bir kâbusun içinde bulmuşlar. Kurtuluş Savaşı sırasında Gölyazı’da bulunan Rumlar ve Selanik’teki Türkler yer değiştirmek zorunda kalınca ayrılık kaçınılmaz olmuş. Eleni’nin Gölyazı’yı terk etmek üzere olduğunu öğrenen Mehmet buna engel olmak için hemen harekete geçmiş ama Eleni’nin ağabeyi Yorgi, Mehmet’in yolunu kesip onu yaralamış. Mehmet o haliyle sürüne sürüne, Eleni ile çocukluktan beri gizli gizli buluştukları koca çınarın yanına gelmeyi başarmış. Eleni’nin, Yorgi ve Mehmet’i uzaktan gören arkadaşı Eleni’ye koşup durumu anlatmış. Duyar duymaz çınarın yanına giden genç kızın burada bulduğu tek şey Mehmet’in cansız bedeni olmuş. Başka türlü kavuşamayacaklarını anlayan Eleni kendini çınarın dalına asmış.” O gün bugündür, bu iki gencin hüzünlü hikâyesine ağlarmış koca çınar. Gelenlere, o zamanlar burada kardeşçe yaşayan Rumların ve Türklerin çocuklarına, torunlarına anlatırmış bu aşkı.

Bursa’nın geleceğe gülümseyen kıymetli mücevheri…

Asırlık çınarın gölgesinde dinlenip, bu hüzünlü hikâyeyi bir de ondan dinledikten sonra yaşadığınız ana geri dönüp devam edin Gölyazı’yı keşfetmeye. Adaya girer girmez sizi karşılayan Gölyazı Kültür Evi, adanın tarihi mekânlarından biri olan, mübadele yıllarına kadar ibadet amacıyla kullanılmış olan Aziz Panteleimon Kilisesi. 19. yüzyılda inşa edilmiş ve Aziz Gorgias’a adanmış olan bu Rum Ortadoks Kilisesi Nilüfer Belediyesi tarafından aslına uygun olarak yeniden düzenlendi. Mübadeleden sonraki yıllarda farklı amaçlarla kullanılan bina, hem geçirdiği yangınların hem de zamanın etkisiyle günümüze kadar ciddi hasarlar görerek gelmiş. Bugün küllerinden doğan kilise, yenileme çalışmalarının ardından kültür merkezi olarak işlev kazandı ve geçen yıl hizmete açıldı. Eski kilise yeni kültür evinin yanındaki ev de bu yenilenme sürecinden nasibini alarak Bursa’ya özel bir mekân kazandırdı. Bir nevi yazar sığınağı olarak restore edilen ev; yazarların, tercümanların gelip rahatlıkla çalışabilecekleri, Gölyazı’nın eşsiz manzaralarından alacakları ilhamla edebiyata yeni eserler katabilecekleri bir “yazı evi” haline getirildi. Geçtiğimiz yıl yerli ve yabancı edebiyatçıların da katılımıyla gerçekleştirilen açılışın ardından etkin hale getirilen “Göl Yazıevi”nin ilk konukları Asa Lind, Ali Arda, Alberto Maguel ve Doğan Hızlan oldu.

Sürekli etkinlikler, şenlikler, festivaller düzenlenen Gölyazı’da bu yıl eski bir dostun daha yüzü güldü. Yıllardır bir köşede unutulmuş, kaderine terk edilmiş ve boynu bükük bir halde fark edilmeyi uman yaşlı bir yel değirmeninin sabrı bu yıl karşılığını buldu. Geçtiğimiz aylarda restore edilerek Gölyazı’ya kazandırılan yel değirmeninin Türkiye’de ancak birkaç örneği var. Değirmenin yapımı, Türkiye’de bulunan iki yel değirmeni ustasından biri tarafından Samsun’da başlatıldı. Bu süre içinde değirmen, sonradan yapılan müdahalelerden temizlenilerek, yok olan ya da bozulan bölümleri aslına uygun şekilde onarıldı. Samsun’dan gelen ahşap kısımlar eklenerek işleyebilecek duruma sokulan değirmen Gölyazı’ya hem turistik hem de tarihi açıdan büyük bir değer kazandırdı. Önceleri ağırlıklı olarak günübirlik gelinen Gölyazı, artık daha uzun konaklamalar içeren ziyaretlerle her geçen yıl daha hareketli hale geliyor. Bölgenin gördüğü ilgiden mutluluk duyan yerli halk yel değirmeninin yaşadığı değişimden de son derece memnun. Halkın memnuniyetini ise burada gördüğünüz gülen yüzlerden anlayabiliyorsunuz. Gölyazı’ya günübirlik de olsa gelmek, bir aile büyüğünü ziyaret etmek gibi… Şefkatli, tonton, sevimli, size bakarken gözlerinin içi gülen ve yanında gerçekten mutlu hissettiğiniz, tecrübelerinden yararlanmak için sabırsızlandığınız bir aile büyüğü… Yaşına ve tecrübesine saygı duyduğunuz, sevdiğiniz, her fırsatta yanına gidip dizlerine koyduğunuz başınızı okşayan bir büyükanne; ona göre birkaç gün gibi geçen yıllarını, anılarla doldurduğu hayatını sizinle paylaşmaktan mutlu olan bir büyükbaba gibi.

Yüzlerce yıllık tarihe, doğal ve kültürel zenginliklere, güzelliklere sahip Gölyazı ve Uluabat Gölü, gördüğü ilgi ve uğradığı ziyaretçi akınına rağmen çevre kirliliğine yenilmemek, ekolojik dengelerini bozmadan ve sahip olduğu kuş ve balık türlerini korumak için mücadele ediyor. Yerel belediyelerin ve halkın çabalarıyla büyük adımlar atılan bölgede önlem alınmadığı takdirde, gölün 50 yıl içinde yok olma tehlikesi bile var. Yine de direniyor ve her şeye rağmen geleceğe umutla bakıyor Gölyazı. Halkıyla, ziyaretçileriyle, geçmişiyle, tarihiyle, paha biçilemez zenginlikleriyle geçmiş ve gelecek arasındaki köprü olmaya devam ediyor.

Yazı: Ferhan Petek
Bu da ilginizi çekebilir
Kapalı
Başa dön tuşu