Dört mevsim değişmeyen değer
Dört mevsim, belki kelimelerle bir şekilde ifade edilir; tablolarda anlatılarak, hayranlık uyandıran resimlerde yaşatılabilir. Ama bir mevsimi duyabilmek için yapılabilecek tek şey, onu Vivaldi’den dinlemektir.
O, ölümünden sonra değeri anlaşılan isimlerden sadece biri… Onun eserlerini dinlemek, dört mevsim baharı dinlemek gibi… Venedik’ten, tüm dünyaya; Barok döneminden, sonraki tüm zamanlara dalga dalga yayılan konçertoların babası Antonio Lucio Vivaldi…
Güneş gökyüzünde altın gibi parlar, kuşlar cıvıldar, sular şırıldar. Güneş gitgide daha yakıcı bir hal almaya başlar; kelebekler, yüzlerini aşkla güneşe dönen çiçeklerle kaynaşır. Akşam vakti hafif hafif esen meltemler; yerlerini sert fırtınalara, yağmurlarla gelen hışırtılı hüzünlere bırakır. Soğuk şiddetini arttırır, zamanla her yer beyaza boyanır. Doğanın soğukla girdiği çetin savaş, yeniden bahar gelene, güneş yeniden doğana dek devam eder.
Kendinden sonraki müzisyenlere ilham olan ve ölümünden sonra yine başka besteciler tarafından keşfedilerek bugünkü popülerliğine kavuşan Vivaldi, 1678 yılında Venedik’te doğdu. İlk müzik eğitimini, daha önce berberlik yapmış ve sonradan keman çalmaya başlamış olan babasından aldı. Bir kızlar yetimhanesinde keman öğretmeni olarak görev yapmaya başlamadan önce papazlık eğitiminden geçti. Hem bu eğitimi başarıyla tamamlamış olması hem de ateş kızılı saçları nedeniyle ona “Kızıl Rahip” lakabı takıldı. 1709 yılında, görevi her ay iki konçerto yazmak ve kızlara keman çalmayı öğretmek olan yetimhaneden ayrıldı. Zamanla, genç yaşta “din adamı” sıfatı kazanmış olmasının yanı sıra keman konusunda hızla gelişen yeteneği ile de dikkat çekmeye başladı. Bu dönem yaptığı besteler kadar, dini kurallara karşı duran “aykırı” bir din adamı oluşuyla da adından söz ettiriyordu. Danimarka Kralı için bir keman sonatı bestelediği dönemde konçertolar yazmaya başladı.
Hollandalı yayıncı Estienne Roger’ın desteğiyle yayınlanan, 12 konçertoluk “L’estro Harmonico”, dönemin en ses getiren eseri oldu. Vivaldi’nin bestecilikte önlenemez bir yükseliş dönemi başlamıştı ve eserlerini dinleyen herkesi kendine hayran bırakmakla birlikte, yüksek mevkideki kişilerden sanatıyla ilgili destekler alıyordu. 1714 yılında onun konçertolarını dinleyen Quantz ve Albinoni’nin, Vivaldi’ye, konçertoda reform yapacağına inanarak maddi destek vermiş olmaları bu durumun bir örneğiydi. 1723 ve 1724 yılında Roma’daki “Karnaval Mevsimi” için 3 opera yazdı. Aynı yıl “Pieta” yöneticileri ile ayda 2 konçerto bestelemek koşuluyla bir anlaşma imzaladı. Bu dönemde yazdığı tüm konçertolar adının daha çok duyulmasını ve ününün gittikçe artarak daha fazla insana ulaşmasını sağladı. Vivaldi mesleki verimliliğinin zirvesine ulaştığında, eserlerinin hak ettiği değeri görmeye başladığı bir döneme girmişti. Bu dönemde opera sanatçısı Anna Giraud ile ilişkisi de başladı. 1737 yılında çalışmaya devam ettiği “Ferrara” yöneticileriyle aralarında, gösterimi yapılacak operalarla ilgili bir tartışma çıktı. Bu tartışma Vivaldi’nin işinden olmasına ve Amsterdam’a yerleşmesine sebep oldu.
1741 yılındaki ölümü, Graz’da sahne alacak olan sevgilisi Anna’yı dinlemek için Avusturya’ya giderken, Viyana’da kaldığı bir arkadaşının evinde oldu. Aynı gün kimsesizler mezarlığına gömülmesi, yaşadığı sürece elde ettiği başarıların ve alanındaki üstün yeteneğinin bu dünyayı terk ettikten sonra hiçbir anlamı kalmadığının kanıtı gibiydi. Hayatı boyunca yaklaşık 100 konçerto ve 40 sonatın sahibiydi. Yazdığı söylenen 90 opera eserinden ise günümüzde yalnızca 50’ye yakın eseri kaldı. Barok döneminin klasik döneme geçişindeki en keskin viraj olmaz özelliği de taşıyan Antonio Vivaldi, müziğindeki net anlatımı, ritimlerinin canlılığı ve müzik konusundaki sınırsız dehasını notalarına aktarışıyla yalnızca ölümünden yıllar sonra hakkında araştırmalar yapan J.S. Bach’a değil başka birçok besteciye de örnek oldu.
Ruhunu ve yeteneğini katarak şekillendirdiği notalarla çizdiği resimler arasında onu “Vivaldi” yapan “Dört Mevsim Konçertosu”ydu. Bugünün teknolojisine kadar uzanan bu eserde her mevsim için birer sone koymuş; gök gürültüsünden baharın cıvıltılarına, kar fırtınalarından kavurucu yaz güneşine doğanın her halini müzikle ifade etmişti. 1723 yılında bestelediği bu eseri yıllarca eşsiz bir keman konçertosu olarak anılmaya devam etti ve ünlü müzisyenler tarafından defalarca yorumlandı. Vivaldi, her mevsimi, her notayı özenle bir araya getirerek öyle büyük bir hassasiyetle anlattı ki; bu konçertoyu dinlemek, bir mevsimin tüm detaylarını hissetmek ve o mevsimi yaşamak anlamına geldi. Dondurucu bir soğuğun ortasındaki rüzgar, soğuğa rağmen yaşamak için ısınmaya çalışan insanların çaresizliği, dışarıdaki yağmura ve fırtınalara inat evlerde yanan şömine ateşinin sıcaklığını hissetmek…
Buz tutmuş suların üzerinde yürümeye çalışan, kimi kayarak kimi düşüp kalkarak ilerlemeye, belki evine belki işine gitmeye çalışanları görmek… Kış mevsiminin yüklendiği tüm anlamları kış sonesinde bulmak mümkün. Sonbaharda başlayan rüzgarlar, onların savurduğu sararmış yaprakların hışırtısı… Yakıcı bir güneşle enerjisi azalan doğa, her şeye rağmen şarkılarını söylemeye devam eden ağustosböceklerinin süslediği yaz mevsimi… Yeniden başlamanın en yeşillenmiş hali ilkbahar… Kış uykusundan uyanmanın, sert ve soğuk geçen bir mevsimin tüm yorgunluğunu, ağırlığını atmanın, yeniden başlamanı en güzel bahanesi… Tüm bunlar ve hatta sınırını yalnızca hayal gücünüzle belirleyebileceğiniz kadar fazlası, gözlerinizi kapatıp Vivaldi’nin “dört mevsim”ine teslim olmanızla gerçekleşiyor.
Hayalinde canlandırdığı resimleri notalara dönüştüren bir dehaydı Antonio Lucio Vivaldi. Adından ayrı anılmayan en ünlü eseri “Dört Mevsim Konçertosu” ise bunun en açık kanıtı oldu. Tüm mevsimlerin, kendine has özellikleriyle detaylı olarak anlatıldığı konçertoda, notaları tıpkı bir ressamın, bir manzarayı tablo üzerinde canlandırırken kullandığı fırçası gibi kullanmıştı. Anlatmak istediği tüm detayları, insanların içine işleyerek hissettirmeyi ve duygularını, eserlerini dinleyenlere notaları kullanışındaki ustalığıyla anlatmayı başardı. Görülmeye değer bulduğu manzaraların resimlerini notalarla çiziyor, hayal gücündeki güzellikleri bu yolla herkesle paylaşıyordu. Belki onu ölümsüz yapan en belirgin özelliği de buydu.