Çık dışarıya oynayalım…
İnsanın altın çağıdır çocukluk dönemi. Doya doya yaşaması gerektiği ama tadına hiç doyamadığı en parlak zamanı… Zamana inat çocukla çocuk olup, bol bol “çocukluk” edelim şimdi. “Sağım solum sobe, saklanmayan ebe!”
Yağ satardık, bal satardık; ustamız öldüğünde onun emanetine sahip çıkardık. Ebelenirdik, sobelenirdik; koşardık, zıplardık eskiden… Şimdi ne yapıyoruz? İnternet üzerinden yaşadığımız hayatlarımızı, yine internet üzerinden tanıştığımız sanal arkadaşlıklarla doldurup, anılarımızı bile teknolojiye emanet ediyoruz. Çocukluklarımız tavan arasında, çocuklarımız ise soğuk ekranlar karşısında tek başlarına… Oysa tüm kuşakları bir araya getirebilen tek ortak nokta çocukluk… Çocuk oyunları, gerçeklere ilham veren hayallerin ürünü oyuncaklar, hava kararana kadar sokakta arkadaşlarıyla oynayıp, yorulduğunu “salçalı ekmek” molasında fark eden özgür çocuklar…
Masumiyettir çocukluk, özgürlüktür. Bir çocuk için oyundan daha önemli ve daha ciddi hiçbir şey yoktur çocuk kaldığı yıllar boyunca… Onun için özgürlük, arkadaşlarıyla oynarken, o farkında olmadan, çabucak geçen zamanın sınırsızlığındadır. Çocukluğunun son damlasına kadar “oyun” oynamaya hakkı olduğunu bilir ve tek derdi bu zamanı, tadına vara vara geçirmektir. Çocukluğun bir anlamı da bu anları arkadaşlarıyla paylaşmak, büyüdüğünde kendi çocuklarıyla paylaşabileceği renkli anılar biriktirmektir.
Bir yandan çocukluğun verdiği sınırsız heyecan ve enerjiyi doğru şekilde harcar; bir yandan oyunlar ve oyun arkadaşları sayesinde hayata hazırlanır. Eskiden ağaç tepelerine tırmanan, mahalle aralarında koşuşturan çocuklar bugün oyun salonlarında; ceplerinde bin bir marifetli telefonlar, ellerinde dokunmatik ekranlarla büyüyor olabilirler. Ama farklı imkânlara, değişen zevklere rağmen “son model çocukluk”larla eski zaman çocuklarının hala bir ortak noktası var; “oyun” oynamanın vazgeçilmezliği…
Bugün birçoğu unutulan çocuk oyunları, eskiden çocukların hayatının tek anlamıydı. Sokaklar, hava kararana kadar çocuk sesleriyle dolar; akşam olunca pencerelere, balkonlara koşan anneler onları içeri sokmak için yarışırlardı. Bu dönemleri yaşayanlar anılarından, hiç şahit olmamış olanlar da anlatılanlardan bilirler.
Sokakta oynanan oyunlar, geçmişin olduğu kadar ayrı bir kültürün de ifadesiydi. Aslında bu kültürün izleri hala sıcak. Sokaklar, parklar hala çocuk sesleriyle, yeni moda çocuk oyunlarının verdiği neşeyle doluyor ama o eski oyunları, çocukları eğlendirdiği kadar bir yandan fark ettirmeden hayata hazırlayan o oyunların çoğu unutuldu; zamana yenik düşüp tarihe gömüldü. Saklambaç, körebe, seksek, köşe kapmaca, mendil kapmaca, istop, yakar top, birdirbir ve daha niceleri…
Hepsi geleneksel çocuk oyunları adı altında, bugünün büyüklerinin hafızalarındaki yerini aldı. O zamanın çocukları bu oyunları şimdi kendi çocuğuna, torununa öğreterek bu kültürü bir şekilde yaşatmaya çalışıyor. Kendi çocukluğundaki mutluluğu, kendi çocuklarının, torunlarının da yaşaması için uğraşıyor ama teknolojinin izin verdiği kadarıyla…
Eski oyunlar kadar eski oyuncaklar da kalmadı artık. Çocukların sahip olana kadar zar zor uslu durup hak ettikleri, ellerine geçtiği anda parçalanıp, kırılan, hemen bozulan oyuncaklar… Çocukların cinsiyetlerine, aile içi eğitimlerine, büyüyünce ne olacaklarına, hayallerine göre hayatlarına aldıkları oyuncaklar… İp saçlı bebekler, şimdi neredeyse hiç üretilmeyen ancak müzelerde rastlanabilen bebek evleri, tahtadan arabalar, çıngıraklı tekerlekler, değiş tokuş edilen misketler…
Büyüdüklerinde kendi çocuklarına, torunlarına saklayacaklarını bilmeden yaşadıkları günlerin en değerli parçaları oyuncaklar… Ara sokaklarda inatla var olmaya devam eden bakkal amcalarda bulabilirsiniz belki bazılarını. Göz yaşartan sakızların, horoz şeklindeki şekerlerin sağında solunda bir yerlerde…
Çocukların hayal dünyasını genişleten, anılarında yeri doldurulmaz izler bırakan oyuncaklar, çocukların var olduğu ilk çağlardan beri var. Çünkü bir yerde “çocuk” varsa “oyun” ve “oyuncak” da var demektir. Çocuk her zaman bir oyun uydurabilme ve bir nesneyi oyuncak haline getirebilme yeteneğine sahiptir. Tabi çocuk kalabildiği sürece…
Yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkan milyonlarca yıllık oyuncaklar bulunmaya devam ediyor ve bu oyuncaklar müzelerde sergileniyor. İstanbul’da başka yerde bir tane daha göremeyeceğiniz hatıralar saklayan oyuncakların yer aldığı, Sunay Akın’ın da emeği ve desteğiyle açılan bir “Oyuncak Müzesi” var.
Çocuklar büyüdükçe oyuncaklar da evrim geçiriyor; zamana, teknolojiye göre şekillenip her döneme ayak uyduruyorlar. Çünkü çocukların her zaman kendilerine ihtiyaç duyduklarını biliyorlar. Çocuklar onları kırsa, büyüdüklerinde bir köşeye atıp unutsa da onlar her seferinde yenilenip tekrar ortaya çıkıyorlar. Ya da atıldıkları köşede sabırla bekleyip, yeniden hatırlanmayı umuyorlar. Bir zamanlar büyük heveslerle yolunu gözleyip, ona kavuştuğunda sevgiyle kucaklayan o çocuğun büyüdüğünde hangi telaşların peşinde kaybolacağını bile bile…
Modern zamanın günlük yorgunlukları yüzünden, belki birçok yetişkin için çocukluk, yalnızca 1979’un Çocuk Yılı ilan edilmesinin ardından dünya çapında bir şenliğe dönüşen “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” kadar. Belki çoğu Birleşmiş Milletler tarafından 1989 yılından bu yana her yıl 20 Kasım’da kutlanan “Dünya Çocuk Hakları Günü”nü hiç duymadı.
Ya da 1954 yılında Birleşmiş Milletler Örgütü üyeleri tarafından resmi olarak her Ekim ayının ilk Pazartesi gününün Dünya Çocuk Günü ilân edildiğini bir sosyal medya paylaşımında gördü. O gün sosyal medya profillerine bir çocuk fotoğrafı koydu ve sonra unuttu yine içindeki çocuğu.
Elbette zaman değişecek, dünya gelişecek; toplumlar modernleşecek, insan yerinde durmadan, daima kendine bir şeyler katarak ilerleyecek. Ama tüm bunlar yaşanırken, içimizdeki çocuğa, geçmişimizdeki çocukluğa nasıl sahip çıkacak; çocuklarımıza ve torunlarımıza her şeye rağmen çocuk kalabilmeyi, çocuk kalan yanlarını korumaları gerektiğini kim anlatacak? Hem ne kadar, ne zamana kadar çocuk kalabiliriz ki? Sunay Akın’a göre, “Bir ülkenin geleceği politikacılarının vaatlerinde değil, çocuklarının oyunlarında ve hayallerindedir.” Yine ona göre özgürlüğü elinden alınmış çocuğa “büyük” deniyorsa eğer, kaptırmayalım zamana özgürlüklerimizi…
Yazı: Ferhan Petek