Ateşin iki yüzü

 

Şömine, Engin Çakır

Dışarıda lapa lapa yağan kara inat alev alev yanan bir şömine “sıcaklığını”, doğayla iç içe bir ziyafetin onur konuğu mangal “heybetini”, romantik bir yemeğe eşlik eden mum “zarafetini”, etrafında şarkılar söylenen bir kamp ateşi “coşkusunu” ona borçlu. Aydınlatan ve ısıtan ama aynı zamanda yakan ve korkutan… Keşfedildiği günden bu yana, insanla her zaman mesafeli bir ilişkisi olan ateş…

Mangal, Engin Çakır

 

Medeniyetin, aşkın, tutkunun, korkunun simgesi… Uygarlık yolunda attığımız en büyük adımlardan biri… Soğuk günlerin sıcacık kurtarıcısı olduğu kadar küçücük bir ihmalden doğan felaketlerin de sebebi olabilen ateş, insanla tanıştığı ilk günden itibaren bu “yanar döner” tavrını hep korudu. Geleneklerde, inançlarda, tarihe iz bırakan olaylarda defalarca adı geçti. Sanatlara ilham verdi. Yemekler pişirdi, romantik anlara şahit oldu, etrafında söylenen şarkılara eşlik etti, insanın yaratıcılığı ile birleşip çeşitli şekillere bürünerek, gökyüzünde kendine has dans gösterileri yaptı. Yeni iş alanları yarattı, teknolojiye hizmet etti. Bazen insanın ilkel yaşamlarda vahşi doğayla verdiği hayata kalma savaşında koruyucu oldu; bazen renkleriyle modern zamanların sanat akımlarına bambaşka anlamlar kattı. Yaklaşık 800.000 yıl önce, bugün bile net olarak açıklanamayan keşfinden beri, bir şekilde hayatın her yerinde olmayı başardı.

Olmasaydı çok zordu işimiz. Soğuktan donacak, yalnızca çiğ yenebilen gıdalarla beslenmek zorunda kalacak; etrafında yapılan o egzotik dansları hiç öğrenemeyecek, yaşadığımız en aşk dolu anlarda hep bir eksik hissedecektik. Ateşin, uğruna mitolojik tanrılar yaratılacak kadar önemsenmesi ya da ateşe tapanların varlığı, insanların ona hem içten içe hayranlık duyup hem de ondan fazlasıyla korkuyor oluşuyla da açıklanabilir. Ateşin, sıcaklığına tezat olarak ölümün soğukluğunu da hissettirebiliyor olması ise ikiyüzlülüğünün en büyük kanıtı. Cürmü kadar yer yakan, olmadığı yerden duman çıkmayan, rengini oluşumundaki oksijenin oranından alan ateş, Orta Asya’daki Türk boyları için “kutsal ruh”tu. İnsanlık tarihi boyunca uğruna nice kurbanlar verildi; ruhları arındırdığına, hastalıklardan koruduğuna inanıldı. Diğer dünyalar arasındaki varlıklarla iletişim kurulmasını sağladığını düşünenler bile oldu. Ateş saçan ejderhalar hakkında efsaneler anlatıldı. Prometheus, Olympos’taki kutsal ateşten “bilgi”yi simgeleyen bir kıvılcım çalıp insanlara hediye etti. Ateşin varlığını ve kutsallığını, ateş saçlı “Od Ana”nın koruduğuna inanıldı. İnançlara göre farklı mistik anlamlara büründü. Yerliler, etrafında döndükleri ateşin hareketlerini taklit edip, onun gibi hissetmek için “ateş dansı” yaptılar. Ateş üzerinden atlarken dilekler tutuldu, dualar edildi.

Yeri geldi en büyük düşmanı suyu da alt etti. Kızgın kömür, reçine, kireç, kükürt ve ziftle birleşip oluşan, böylece su döküldükçe alevi artan “Grejuva (Yunan-Rum) Ateşi” ile tarihteki savaşların akışı değişti. İlk çağlarda mağaraları aydınlatan ateş, daha sonra mumlar eşliğinde Orta Çağ dini törenleri ve ayinlerinde kullanıldı. Bugün ev dekorasyonlarının baş aktörü haline gelen mumlar, elektriğin icadına kadar insanların aydınlatıcısı oldu. Romalıların donyağını sıvı hale getirerek ürettikleri mumun daha sonra benzer teknikle balmumundan üretimi başladı. Zamanın ilerlemesi ve teknolojiye doğru emin adımların atılmasıyla 1800’lü yıllarda, ateşi daha farklı ve daha pratik kullanmanın yolunu ararken kibrit ve çakmak bulundu. Vasati 40 çöp arasından birini seçip sobaya atarak evimizi ısıtır, bir “çak”mayla ocağımızı yakıp yemeğimizi pişirir hale geldik.

Çakar çakmaz çakan çakmakların bin bir türü üretildi sonra. Koleksiyonculara ilham olan renk renk, model model çakmaklar birbirleriyle yarıştırıldı. Eski çağlardaki korkular zamanla yerini cesarete bıraktı ve insanlar ateşle “oynamaya” başladı. Ateş yutan adamlar çıktı, iplerin ucuna bağlanmış ateşten toplarla yapılan “poi” adında bir dans türü icat edildi. Sinema perdelerinde “ateş krallıkları” kuruldu. Fantastik sinema filmlerinde ve çizgi dizilerde bazen kötü adamlar bazen kahramanlar, ateşle tasvir edildi. Deyimlere, atasözlerine konu oldu; edebiyattan müziğe, astrolojiden dekorasyona her yere sıçradı ateş. Şiirler yazıldı ateş için, şarkılar söylendi. Dünyanın birçok yerinde kendiliğinden alev alan ve hiç sönmeden yanan doğal ateşler bulundu. Mecazi anlamlar katıldı ateşe. İnsanlar tutkularının ya da acılarının tarifini yaparken de ateşi kullandı, avladığı bir hayvanın yüzdüğü derisinden arta kalanları pişirip afiyetle yerken de…  Ateşin iki yüzü 

Ateşin hayatımızdaki en lezzetli hallerinden biri, insana doğanın bir parçası olduğunu hatırlatan etkinliklerin gözdesi pikniklerde çıkar karşımıza. Açık havanın etkisiyle gelen açlık hissi, bütün gün yemyeşil çimenler üzerinde koşuşturmanın verdiği tatlı yorgunluk; mangaldaki kömür ateşinde pişen etlerin, tavukların mis gibi kokusuyla bir anda yok olur. Sıcak soğuk dinlemeden çıkılan doğa yürüyüşleri arasında mola verilip, yakılan ateşin üzerinde yumuşak şekerlemeler kızartılır. Kamp alanlarında ya da yaz akşamları sahilde yakılan ateşler, o an orada bulunan insanların içindeki gençlik ateşinin coşkusu ile bütünleşir. Kamp ateşleri etrafında toplanıp gitar çalmak, şarkılar söylemek, başında anlatılan hikayeleri dinlemek bambaşka bir keyiftir. Bu keyfi paylaşan insanlar, hayatlarının sonuna kadar gülümseyerek hatırlayacakları sıcacık bir hatıranın da sahibi olurlar.

Ateşin cazibesini tamamlayan, adı her anıldığında aşkı, romantizmi, sıcak şarap ya da şampanyayı çağrıştıran şömineler, yaz mevsiminde evin onlara ayrılan alanında o en unutulmuş, en sade halleriyle bile yeterince güzel görünürken; yılbaşı yaklaştığında daha büyük anlamlar kazanır. Yeni bir yılın sevinci, onlara en özenli, en parıltılı süslemelerle yansıtılır. Fotoğraflar, şamdanlar, biblolar, aksesuarlarla renklenir; yaratıcı dekorasyon fikirlerini de beraberinde getirirler. Evler, şöminelerin içinde özgürce dans eden alevlerle daha da güzelleşir. Kış aylarında içine atılan odunların ağır ağır yanışını, bir fincan sıcak çikolata veya kahve eşliğinde uzun uzun izlemenin ya da okuduğunuz romanın hikayesine dalıp gitmenin keyfine doyum olmaz. Şömine ateşinin yaydığı sıcaklık bedeninizi ısıtırken, karşısında kurduğunuz hayaller içinizi ısıtır. İki aşığın baş başa kaldığı romantik bir ana şahitlik eden bir şömine ateşinin çıtırtıları, o an dünyada yalnızca iki kişi için bir aşk şarkısı olur. Dışarıda hava kaç derece olursa olsun, birbirleri için alev alev yanan iki kalbe, en kırmızı haliyle hizmet eder ateş.

Ateş, Engin Çakır

Hayatımıza girdiğinden beri hastalıklara, çiçeklere, hayvanlara, tanrılara, acılara, aşklara hatta insanlara adı verildi. Tapılan, savaşılan, korkulan, özenilen, ihtiyaç duyulan, esinlenilen ya da taklit edilen oldu. Her seferinde farklı kılıklarda karşımıza çıktı. Aşk oldu yaktı, felaket oldu ağlattı. Bir yüzünü sevdik, diğer yüzüne boyun eğdik. Yine de her haline rağmen hep vazgeçilmez olmayı başardı. Ne onunla yapabildik ne de onsuz yaşayabildik. Dünyayı, son gününe kadar, hep onun sıcaklığı ve ağırlığıyla paylaşacağımızı kabul ettik. Zaten ateşten bir kürenin üzerinde yaşayan canlılar için, ateşe ilgi duymamak ne kadar mümkün olabilir ki?

Yazı: Ferhan Petek Fotoğraflar: Engin Çakır
Bu da ilginizi çekebilir
Kapalı
Başa dön tuşu