O’nun adı
O Havva’dır. Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldıktan sonra şeytana aldanıp, ona yasak meyveyi yediren, böylece tanrı ile beraber olduğu cennetten kovulup dünyada insanlığın var olma sebebi.
O Meryem’dir. El değmemiş saflığın temsili, tek başına İsa Peygamberi dünyaya getiren. O Venüs’tür. Aşk ve güzellik tanrıçası. Bir ilkbahar sabahı Kıbrıs kıyılarında dalgaların köpüklerinden doğan, insanların kalplerine sevgi ve aşk tohumları serpen, kurumuş çiçekleri tekrar canlandıran, dünyayı süsleyen, güzelleştiren. O Psyche’dir. Yani Ruh. Venüs’ün (güzellik) kıskandığı, Eros’un (aşk) aşık olduğu ruh. O nefstir. Nefis kelimesinin kökü olan, arzuyu isteği, tutkuyu temsil edendir. Aynı zamanda arzunun ve tutkunun öznesi olan. O Amazon’dur. Erkeklerin düşmanı. Ok ve yayını rahat kullanabilmek için sağ memesini kesen savaşçı. O Lucy’dir. Paleontologların Etiyopya’da bulduğu, dört milyon yıl önce yaşamış, adını The Beatles’ın bir şarkısından alan tarihteki ilk kadın. O Simon De Beauvoir’dir. “Kadın doğulmaz kadın olunur” diyen feminizmin temellerini atandır.
O Kara Fatma’dır. Üç yüz askere komutanlık yapmış, sadece kadınlardan oluşan birliği ile Bursa’da Yunan ordusuna saldırıp biri subay yirmi beş yunan askerini esir alan komutan. O Sabiha Gökçen’dir. Bursa’nın Maksem semtinde doğan, “İstikbal göklerdedir” sözünü doğrulayan. O Leyla Gencer’dir. Dünyanın “La Diva Turca” diye tanıdığı, 20. yüzyılın en önemli sopranolarından biri. O Sappho’dur. Antik Yunan’da yaşamış, toplumsallıktan bireyselliğe geçişte önemli rol oynayan lirik şiir alanında eserler veren, düşüncelerini açıklıkla ve özgürce ifade ettiği şiirler yazan, tarihte bilinen ilk kadın şair. O Madam Curie’dir. Radyoaktiviteyi keşif çalışmaları yaparken aşırı dozda radyasyona maruz kaldığı için “bilim için ölen kadın.” O Eva Peron’dur. Fakir halk, işçiler ve çocuklar için çalışan, onlara para, yiyecek ve ilaç yardımında bulunan halk kahramanı. O Jeanne D’Arc’tır. Yüzyıl Savaşları boyunca İngiltere’ye karşı ülkesi Fransa’ya daha on altı yaşından itibaren destek olan, kilise tarafından on dokuz yaşında yakılarak idam edilen Katolik azizesi. O Kleopatra’dır. İki Roma imparatorunun kalbini fetheden, Büyük İskender gibi tüm dünyaya hakim olma ideali için savaşan, dokuz dil bilen, Antik Mısır’ın son Helenistik hükümdarı. O Mona Lisa’dır; aslında Lisa del Giocondo. Floransalı tüccar Francesco del Giocondo’nun, daha sonradan dünyanın en ünlü tablosu olacak olan portresini yaptırdığı eşi.
O Halide Edip Adıvar’dır. İstanbul’un savaş yıllarında halkı işgale karşı harekete geçirmek için yaptığı konuşmalarla akıllarda kalmış usta bir hatip; Kurtuluş Savaşı cephelerinde Mustafa Kemal’in yanında görev almış, sivil olmasına rağmen rütbe alan bir savaş kahramanı; savaş yıllarında Anadolu Ajansı’nın kurulmasında rol alan bir gazeteci; yazdığı yirmi bir roman, dört hikaye kitabı ki biri “İzmir’den Bursa”yadır, iki tiyatro eseri ve çeşitli incelemeleri ile bir yazar; edebiyat profesörlüğü yapmış bir akademisyen ve TBMM’de milletvekilliği yapmış bir siyasetçi.
O, bu yazıya sığmayan milyonlarca kadındır. Ama belki de her şeyden önce O, tüm bu isimleri, isimlerini burada sayamadıklarımızı ve bizi karnında dokuz ay taşıyıp büyüttükten sonra dünyaya getiren, rahim sıfatının insandaki tecellisi, cennetin ayakları altında olduğu, sonsuz şefkat ve özveri sahibi, karşılıksız aşkın diğer adı annedir.
Yazı: Abdulkadir Kılınç