“İz” yazının ta kendisi
“Söz uçar, yazı kalır” diyen eskiler haklıydı. Evrene iz bırakmak isteyen insanoğlu bunu “yazarak” başardı. İzi silinenlerin izini sürenler neyin peşinden gitti? İzinden yürünen insanlar neyi keşfetmişti? Üzerine düşmez ama izin verin açıklayayım…
Doğada hayatta kalabilmenin yolu diğer canlıların izine düşmekten geçer. İzini kaybedip ortadan kaybolan hiçbir canlı doğada var sayılmaz. Bir şeyin geçtiği veya daha önce bulunduğu yere hiçbir iz bırakmaması ne teknik olarak ne de felsefi olarak mümkün değil. Mutlaka bir belirti ya da nişan, diğer bir ifade ile alamet kalır geriye. Emareleri takip ederek bir şeyler öğrenebiliriz. Yaptığımız her şey ile başka bir şeye dokunup geriye mutlaka bir eser bırakırız.
Bunun en güzel kanıtı, işte dedim ya bu yazının ta kendisi. Hatta daha ufku açık bir bakış açısıyla yazının kendisi insanlık tarihinin en önemli dönemeci ve ilk bilgi devrimi sayılabilir. Bu işin devrimcisi, çivi yazısıyla toprakdaşımız Sümerlerdi. Eski Mısır hakkındaki bilgilerinizi hatırlayın, –mutlaka bir yerlerde ‘yazıyordu’ ve siz okumuştunuz- Papirüs diye bir şey vardı. Bitki yapraklarına yazılan yazılar, taşlara ve sıkıştırılmış topraklara yani tabletlere –tabi bugünkü anlamıyla değil- kazılarak günümüze dek kaldı. Yazı, kulaktan kulağa yönteminin yanı sıra daha güvenilir ve uzun ömürlüydü. Yine birilerinin yazdığı ve bir yerlerden okuduğumuz yazıları hatırlayın şimdi de. Mısırlılardan bayrağı devralan Çinliler mürekkebi ve kağıdı bulduğunda, olup bitenler iyiden iyiye kalıcı hale geldi. Tabi matbaanın icadını anmadan geçmek de olmaz. Neler okudunuz, neler yazılmadı ki bugüne kadar? Dil kavramı bile farklı boyutlar kazandı yazıyla birlikte. Kullanım talimatlarından tutun da destanlara kadar her şey yazıldı, çizildi… (Sanıyorum bu tabir çivi yazısını literatürümüze sokan Sümerlerden beri kullanılıyor.)
İz sürmede çok iyi olduğunuzu yakinen biliyorum. Diyeceğim o ki, “iz” yazının da yazanın da, okuyup anlayanın da ta kendisi…
Yazı: Engin Çakır