Yaşadıkça
“Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var; yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi” Ataol Behramoğlu
Yaşadıkça öğreniyoruz aslında hayatın her anında bize yenilikler sunacağını. Dün gitse de dünle, bugün yeni sözlerin söyleneceği gibi yeni günün kendine has yenilikler getirmesi de bundandır. Zaman değişip dönüşürken yeni hallerine, yaşamı da şekillendirmekte ve yön vermektedir akışına. Hangimiz elimizi uzatıp kendi yollarımızı çizmek istesek hayat bize gülümseyerek kulaklarımıza fısıldıyor “siz planlarken ben gerçekleşiyorum.” İşte böyle zamanlarda durup bakıyoruz etrafa, ne zaman neyi planlasak yaşadıklarımıza hep biraz uzak kalmış. Yeterince yoğunlaşamamışız belki isteklerimize, kendimize bile ifade edememişiz neyi ne kadar çok isteyip nasıl hayal ettiğimizi. Oysa hayat bize hayallerimizi veriyor her zaman, bilinçli olarak kurduğumuz hayaller kadar bilinçsizce aklımızdan geçen görsellerle yüzleşmemiz de bu yüzden.
Bilinçaltımız sürekli meşgul, hep bir şeyler düşünüyor, hep bir devinim halinde. Ve biz ona gereken ödevleri veremediğimiz zamanlarda onun başıboş çalışmalarının meyvelerini yiyoruz. Zihnimiz hayal ediyor zamanı, bizim planladıklarımızın çoğu zaman en olumsuz karşılığıyla resmediyor kendine. Malum genlerimizde var “sen işini kış tut, yaz çıkarsa bahtına” demiş ataların torunlarıyız. Karartırız önümüzdeki sahneyi, bize rağmen aydınlanabilirse kazanırız hayalimizi. Ve bilmemenin en acı kaybıdır aslında kendi hayallerimize açtığımız savaşlar.
Bu yüzdendir en olacağına inandığımız hayallerimize zihnimizde kara lekeler serpmemiz ve gerçekleşmemesi halinde bir yanımız üzgünken bir yanımızla hayırlısı deyip kendimizi avutmamız. Yeterince yoğun hissedemediğimiz hiçbir hayal bizim gerçekliğimiz olmaz ve hiçbir olumsuzluk yeri doldurulmadıkça kaybolmaz.
Yaşadıkça öğreniyoruz neler sevip, nelerden korktuğumuzu, öğrendikçe şekilleniyor ve içinde yaşadığımız topluluklara benziyoruz. Ne kadar yoğun duygular varsa ait olduğumuz toplumda o duyguların kullanıcıları oluyoruz. Çünkü bireyler olarak bizler birbirimizin hayallerini paylaşıyor, çoğu zaman bizim hayallerimize benzemeyenlere ket vuruyoruz. Bizim gibi düşünmeyenlerin hayallerine dahi tahammül edemeyen hallerimizle insan olmayı deniyoruz. Oysa büyük usta Nazım Hikmet’in dediği gibi; “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine…”
Biz farklarımızı yaşadıkça var olduğumuzu öğrendiğimizde, başaracağız birlikte ve olumlu bakış açılarıyla yaşamanın güzelliğini. İşte o zaman yoğunluğuna yaşayacağız hayatı.
Yazı: Dilek Şen