İçi su dolu bir yaşam öyküsü
Tüm kıyıları birer cennet olan ülkemizde giderek daha da ünlenen dalış sporu, suyun altındaki eşsiz maceraları beraberinde getiriyor. Foto Öykü köşemiz sularımızdaki yüzlerce dalış noktasından birini aktarıyor sizlere; Alanya-Karaburun… Turkuvaz bir yolculuk sizleri bekliyor…
Söze kalkış noktamızdan bahsetmekle başlamakta yarar var. Çünkü çıkış noktamız Türkiye’nin akış hızı en düzenli akarsuyu olan Manavgat Nehri… Üzerinde iki tane baraj olmasına rağmen (Oymapınar ve Manavgat), tekne turlarının başlangıç noktası olan bir yer. Manavgat ilçesinin merkezinden denize kadar teknelerin gezmesini engelleyebilecek herhangi bir engel bulunmuyor. Tertemiz suyu ile ünlü olan bu ırmak Türkiye’nin en büyük ırmaklarından…
Temmuz’un ilk hafta başıydı ve tekne turuna ya da dalışa katılacak olan herkes çok heyecanlıydı. Turkuvaz bir ırmaktan denize açılacağımızı bilmek bile insana apayrı bir huzur veriyordu. Nehirdeki kalkış noktamıza yaklaştıkça heyecan daha da arttı. İlçe merkezinin doğusunda alüvyonlarla dolu bir kıyıda denizle buluşan Manavgat’ta, mavi yolculuğumuza başladığımız 17m ahşap bir tekne bizi bekliyordu.
Tekneye bindiğimiz ilk anlarda herkeste bir çekingenlik hâkimdi. Çünkü kimse kimseyi tanımıyordu. Tabi bu durumun oluşmasında farklı ülkelerden insanların bir araya gelmiş olmasının da payı büyüktü. Ama henüz birkaç dakika geçmişken konuşma sesleri yükselmeye başladı… Teknede ağırlıklı olarak Türkler, Ruslar ve Norveçliler vardı. Bu gruplar mavi turun ilk dakikalarında birbirlerine yabancı gözlerle baksalar da dönüş yolunda kahkahalarla eğleneceklerdi…
Nehir boyunca ilerleyen teknemiz bizi doğanın tam kucağında gezdiriyordu. İki tarafımıza sazlıklar ve ağaçlarla çevrili bir manzara hâkimdi. Mavi tura çıkan diğer tekneler kornalarıyla bizi selamlıyordu. Diğer teknelerdeki yolcular el sallıyor, bazılarında göbek bile atıyorlardı… Animasyon ekipleriyle, hem müziğin hem doğanın hem de eğlencenin keyfiyle yol alan yolcular kendilerinden geçmiş gibiydiler. Tabi bunda alkolün etkisini de unutmamak lazım. Fakat bizim teknemizde alkol kullanılmıyordu. Çünkü dalışa gidecek dalgıçların içmesi tehlikeli sonuçlara neden olabilirdi…
Tam da grup neşesini bulmuşken nehirdeki gezintinin sonuna gelmiştik. Ama birdenbire hiç beklemediğimiz bir şeyle karşılaştık. Suratlarda endişe ifadeleri belirmişti. Fakat kaptanımız, tekne miçolarının da desteğiyle, bizi yaşadığımız bu endişeden hızlı bir şekilde çıkarttı. Endişenin sebebi ise teknenin kumulların üzerine oturmuş olmasıydı. Daha sonradan öğrendik ki deniz ve ırmağın birleşme noktasında sürekli olarak yer değiştiren kumullar oluyormuş. Kimi zaman da nehirden denize çıkmaya çalışan tekneler bu kumullara takılabiliyormuş. Biz de bu durumdan nasibimizi aldıktan sonra denize çıkmanın heyecanı ile meraklı gözlerle etrafımızı seyretmeye koyulduk… Şimdi istikamet Alanya tarafındaki Karaburun mevkiiydi. Dalış noktalarımız oradaki küçük adacıkların civarında olacaktı…
Denize açıldıktan sonra dalış noktasına varmadan yapılması gereken son kontroller dalış eğitmenleri ve tekne personeli tarafından dikkatle gerçekleşti. Dalacak kişilerin tecrübelerine göre eğitmen dalgıçlarla eşleştirilmesi, dalış gruplarının belirlenmesi, dalış elbise ve takımlarının hazır hale getirilmesi herkesin daha da heyecanlanmasına sebep oldu. Tüm bunlar yaşanırken özellikle teknedeki çocukların ilgisi bir anda suyun üzerine odaklandı. Herkes şaşkınlıkla suyun üzerinde giden dev bir Caretta Caretta’dan bahsediyordu. Masmavi suların üzerinde büyüklüğüyle gören herkesi etkileyen bu kaplumbağa yolcuların daha da kaynaşmasına neden oldu.
Mavi sularda hızla ilerlerken teknenin üst bölümünde güneşin keyfini çıkartanların sayısı da hayli fazlaydı. Özellikle güneşlenmek isteyen bayanlar yukarıdaki minderlerin üzerinde Akdeniz’in sıcaklığının tadına bakıyorlardı. Çocukların derdiyse teknede bir aşağı bir yukarı koşturmaktı… Akdeniz’in büyüleyen ışıltısı ve deniz havası teknedeki herkesi adeta büyülemişti. Artık çoktan tanışmış olan yolcular, artık gerek ülkeleri gerekse dilleri hakkında sohbetler etmeye çalışırken oldukça zorlanıyorlardı. Çünkü yolcuların birçoğu Rus’tu ve aralarında rehberleri Natalie dışında Türkçe ya da İngilizce bilen yoktu. Teknede sohbet edebilenler genelde Norveçli misafirler ile İngilizce bilenlerdi. Ama Rus turistler de sohbete ortak olma konusunda oldukça çabalıydılar. Bir yandan Türkçe birkaç kelime öğrenmeye çalışırken diğer yandan kendi dillerinden birkaç kelimeyi biz Türklere ve Norveçlilere öğretme çabasındaydılar…
Sonunda tüm yolculuk boyunca beklediğimiz anlar yaklaşıyordu. Dalış noktası görüş mesafesindeydi artık. Dalışa geçecek ilk grup çoktan hazırlanmıştı bile. Usta bir ekiple başlayacaktı dalışlar… Eğitmen dalgıçlar ve 3 yıldızlı dalgıçlardan oluşan bu grubun ilk dalışı gerçekleştiriyor olması, ilk kez dalacak olan bizleri biraz olsun rahatlattı doğrusu. Nasıl bir sırayla dalışa geçiliyor olduğunu görmek ilk kez suyun altında nefes alacak olan ekibin aklındaki bazı sorulara cevap olmuştu. İlk ekip yola çıkarken kameralar ve fotoğraf makineleri ile onların suya inişlerini görüntüleyen yakınları da teknenin arka bölümünde yer alan dalış platformuna toplandı. Bir kısmı ise teknenin üst bölümünden olan biteni izliyordu. Usta dalgıçlar ise teknedekilerle biraz şakalaştıktan sonra ok işaretlerini verip suyun derinliklerine doğru yol almaya başladılar bile…
Teknede kalan ekip ilk önce suya giren dalgıçların çıkarttıkları kabarcıkları takip ediyordu ama sonrasında bu ilgi azaldı ve herkes denizin keyfini çıkartmaya başladı… Çocuklar soluğu suda almışlardı bile. Çünkü ilk dalış noktamız oldukça sığ bir bölgeydi ve yüzmek için de oldukça elverişliydi. Karaburun diye bilinen bu bölgede küçük bir adacığın hemen yanındaydık. Kimi yolcular tekneden inip küçük kara parçasının üzerine çıkmıştı. Tabi etrafta başka bölgelerden gelmiş gezi gemileri ve başka dalış okulu tekneleri de vardı. Küçük adanın üzeri oldukça kalabalık olmuştu. Tıpkı bir sahil kadar renkli ve insan doluydu.
Teknede kalanlardan dalışa katılacak olanlar yavaş yavaş hazırlıklara başlamıştı. İkinci grupta olmamın vermiş olduğu telaş benim de içimi kaplamıştı. Tam da bu sırada birinci ekip dalıştan geldi. Sudan çıkıp dalış takımlarını üzerlerinden çıkarttıkça yüzlerindeki mutluluğu görmek mümkündü. Çıkan herkes birbirleri ile şakalaşıyor ve aşağıda yaşadıkları ile ilgili espriler yapıyordu. Bu halleri birazdan dalışa geçecek olan bizleri daha da heyecanlandırdı. Tekne personeli dalış takımlarını giymemizi işaret etti. Dalış elbiselerini ilk kez giymek bile içimi kıpır kıpır yapmaya yetmişti. Biraz zor da olsa içine girdiğimiz elbiselerden sonra, sıra geldi yelekleri, paletleri ve ağırlıkları giymeye… Dalış platformuna oturduğumuzda ise maskeler ve tüplerimiz miçoların da yardımlarıyla üzerimizdeydi… Suya profesyonel dalgıçlar gibi atlayamasak da yavaşça bırakıldık.
Ekipmanlar ile birlikte suya girdiğimiz ilk anları tarif etmek gerçekten de çok zor ama kısaca şöyle denebilir; etrafımızda keşfedilmeyi bekleyen suların verdiği garip, endişe dolu birkaç dakikanın merak duygusuna yenik düşmesiydi yaşadığımız. Bir an önce yapmamız gerekenleri öğrenip suyun derinliklerine inmek istiyorduk… Ekibin tamamen suya inmesini bekledikten sonra, usta dalgıçlar ilk kez dalacak olan dalgıçların yanlarındaydı. Ellerimizden tuttular ve su altında başımıza gelebilecek durumlara karşı uyarılarda bulundular. Yavaş yavaş suyun altına inmeye başlamıştık bile. İlk etapta suyun altında düz durabilmeyi öğrendikten sonra, paletlerimizi kullanmaya başladık ve su altındaki ilk turumuz başladı. Etraftaki kabarcıklar ilk dikkatimizi çeken şeyler oldu. Etrafı meraklı gözlerle izlerken eğitmen dalgıçlarımızın dediklerini harfiyen yerine getiriyorduk. Civarımızda irili ufaklı balıkları görmeye başlamıştık bile. Şanslıydık ki Akdeniz’in sakin bir gününde suyun altındaydık ve görüş mesafesi oldukça iyiydi. Kumluk bir alandan yavaş yavaş kayalıkların olduğu bir bölgeye doğru hareket ettik. Etrafımızda çok renkli olmasa da birçok mercan ve yosun kütleleri vardı. İrili ufaklı deniz kabuklarını ve yengeçleri görmekse apayrı bir keyifti. Deniz minareleri ve gördüğümüz küçük deniz balıkları yaşayan bir doğanın tam ortasında olduğumuzu hatırlattı adeta.
Daldığımız bu bölgedeki balıklar bizi bekliyormuş gibi bir tavır sergiliyorlardı. Sayıları giderek arttı balıkların. Etrafımızı tamamen sarmışlardı. Tüm bunlar olurken sualtı kameraları ile her yerin ve birbirimizin fotoğraflarını çekiyor ve bu anları ölümsüzleştiriyorduk… Derken usta dalgıçların bize bir sürprizi olduğunu fark ettik. Yanlarına sakladıkları ekmekleri çıkarttılar ve balıklara vermemiz için bize bıraktılar. Elinizle balıkları beslemek aşağıda olduğumuzu bile unutturmuştu. Dakikalar nasıl geçiyordu anlamıyorduk bile. Ama her güzel şey gibi bunun da bir sonu vardı. Yavaş yavaş tüplerimizdeki havalar bittiği için dönüş yoluna çıkmamız gerekti. Döndüğümüzde ise öğle yemeği vakti gelmişti bile. Tavuk ve salatadan oluşan menüye makarna eşlik ediyordu. Çıkar çıkmaz dalış takımlarımızı astıktan sonra tekne personelinin hazırlamış olduğu bu ziyafetin tadını çıkarttık. Daha sonra ise üçüncü grubun suya dalışını izledik ve ilk dalış noktasındaki vaktimiz dolmuş oldu.
Şimdi sıra ikinci dalış noktasında biraz daha derin bir bölgeye dalmaktaydı. Ama tam demir alıp ikinci noktaya hareket etmeye başladığımızda kötü bir sürprizle karşılaştık. Teknenin motoru sualtındaki yüksek bir kayaya çarpmıştı ve bu durum tekneyi epeyce sallamıştı. Hepimiz teknenin başına bir şey geldiği konusunda endişelenmiştik fakat durum korkulduğu gibi değildi. Teknede herhangi bir arıza oluşmamıştı. Hemen suya atlayan usta dalgıçlar motor istop ettikten sonra teknenin altını kontrol etmişti. Bu tatsız olay biraz endişelendirse de neşemizi kaçırmaya yetmemiş, diğer dalış noktasına doğru hareket etmiştik.
İkinci noktaya geldiğimizde ise hava esmeye başladı ve en nihayetinde dalga çıkmaya da başlamıştı. Bu durum dalgıçların bir an önce suya girmelerine sebep oldu ve ikinci dalışlar biraz daha hızlı ve heyecan dolu olacaktı. Birinci grup yine ilk kez suya inerken yaşanan heyecanla birlikte daldıktan sonra, biraz daha derin olan bu bölgede yüzenlerin sayısı da az oldu. Ama merak edilen havanın daha da bozup bozmayacağıydı. Çünkü teknedeki sallantı giderek artıyordu ve dalıştan dönenleri bekleyen diğer tekne yolcularını yavaş yavaş deniz tutuyordu. Bu sadece tekne üzerindekilere değil suya dalan dalgıçların görüş mesafesini ve hareket kabiliyetini de etkiliyordu. Neyse ki rüzgâr hızını biraz düşürdü ve hem teknedekiler hem de dalgıçlar rahat bir nefes aldı.
İlk gruptan sonra dalış sırası yine bize gelmişti. Ekipmanlarımızı bir öncekinden kazandığımız tecrübelerle çok daha rahat giyebilmiş ve dalış platformundaki yerimizi almıştık. Sırasıyla suya indikten sonra tecrübeli dalgıçlar da yanımızdaki yerleri aldılar tekrar. Bu sefer heyecanımızı çok daha erken yenmiştik fakat daha derin bir noktada olduğumuz için merakımız ve korkumuz da aynı derecede artmıştı. Üstelik su oldukça dalgalı ve akıntılıydı. Ama korktuğumuz gibi bir süreç yaşamadık. Tek fark görüşün oldukça zayıflamış olmasıydı. Buradaki balıkların cinsi ve büyüklükleri de farklıydı. Hepsi birbirinden güzel ve büyüleyiciydi. Ama tıpkı diğeri gibi süremiz hızlıca bitmişti ve tadı damağımızda bir şekilde dönüş yolundaydık.
Tekneye döndüğümüzde etrafta dalıştan yorulmuş olanların kestirdiğini gördük. Bunun sebebini birazdan yolda biz de anlayacaktık. Tüm dalgıçlar tekneye çıktıktan sonra ekipmanlar da yerleştirildi. Kaptan miçolara işaret verdi ve demir alındı. Dönüş yolu başlamıştı. Hepimiz turkuvaz mavisi bir yolculuk sonrası sualtına hayran olmuş bir şekilde geçiriyorduk dönüş yolunu. Yorgunluğunu atanlar uyandıkça sohbetler ve kahkahaların da sayısı giderek arttı. Dönüş yolunda dalış platformunun üzeri yine doluydu ama bu sefer jakuzi keyfini yaşayabilmek için. Delikli bir platform olduğu için giderken alttan su fışkırtıyordu ve bir jakuziden hiçbir farkı yoktu. Bunu keşfedenlerse doğal jakuzideki yerlerini çoktan almışlardı. Keyifli bir mavi yolculuktan sonra yine Manavgat nehrindeydik. Karpuzlar kesildi ve aramızdan bazıları nehirde yüzmek için suya atladı. Tekne personeli suya birden atlanmaması konusunda uyarılarda bulunuyordu. Çünkü nehir sıfıra yakın bir derecede aktığı için sıcak denizden çıkmış vücutlar için tehlikeliydi. Felç bile olunabilirdi. Zaten suya girenler uzun süre kalamadan tekneye geri döndüler, su çok soğuktu.
Sıra gelmişti sertifikalarımızı almaya. Herkes teknenin ortasında toplandı ve sırayla isimler okundu. Zor bir şeyi başarmanın mutluluğu yaşanıyordu. Ama böylesine keyifli bir ekiple yolculuğun sonuna gelmiş olmak, buruk bir mutluluk yaşatıyordu. Dalış turumuzdan geriye harika görüntüler eşliğinde unutulmayacak hatıralar kalmıştı. Manavgat’a ve suyun altına hayran kalmamak elde değildi. Su canlılarını ve özellikle de Caretta Caretta’yı unutmak mümkün değildi. Karaburun’da geçirilen bu gün bir dalışın sadece dalmaktan ibaret olmadığını bize kanıtlamıştı. Bir dalış; hem eğlenmekti, hem sosyallik hem de spor yapmak…
Yazı: Alper Türkay Fotoğraflar: Engin Çakır