Tenes’in adası Bozcaada
Rüzgar varmış; olsun, birlikte esilir. İcap ederse her akşam güneşle birlikte batılıp sabah birlikte doğulur. Dilinde her milletten şarkılar, türküler, elinde hayatı doya doya yedirecek türlü çeşit maharet, ağzı üzüm kokan, deli denizler gibi koyu mavi bakan, parke taşlarında küçük adımlarıyla yalınayak, gözlerinde her akşam kızıl güneşleri lacivertlere batıran bir kadın sanki Tenedos. Onu yakından görmenin de uzaktan sevmenin de her hali güzel.
Sizleri bu kez Osmanlı Devri’nde bir dönem sürgün yeri olarak da kullanılan bir adaya davet edeceğim. Eskilerde adada olmak belki hapsedilmişlik hissine neden oluyor olabilir. Ancak günümüz büyük şehir insanı için gündelik yaşamla bağların koptuğu böylesine özel bir adada olmak özgürlüğün tanımlarından biri; Homerus’un İlyada Destanı’ndaki efsanevi Truva donanmasının saklandığı gizli liman olan bu ada, kent yaşamının telaşından gizlenilecek bir liman olabilir pekâlâ bizler için de.
Son yıllarda artan popülerliği nedeniyle belki birçoğunuzun çoktan ziyaret ettiği bir yer Bozcaada. Belki bazılarınızın gitmeyi hep isteyip de ertelediği bir durak. Her şekilde hafızaları tazelemenin ya da henüz tanışmayanlar için “rüzgârın adası” Bozcaada ile tanışmanın vaktidir. Kaç defa geldiğinizin sayısını unutmuş olsanız da ilk defa gelecek olsanız da değişmeyen bir şey var; ada sizi her seferinde ilk kez geliyormuşsunuz gibi karşılayacak.
Türkiye’nin üçüncü büyük adası diye söze başlayacağım ama bakmayın siz bu dereceye. Etrafındaki irili ufaklı 17 adacık da dâhil olmak üzere yaklaşık 40 km2’lik bir yüzölçümüne sahip küçük bir adadan bahsediyoruz aslında. Bağlı köy ya da nahiyenin bulunmadığı tek ilçe olan Bozcaada, Kuzey Ege’nin doğusunda, Çanakkale Boğazı girişinde yer alıyor. Çanakkale’nin bir ilçesinden bahsedince Bursalılarda günübirlik bir ziyaret fikri oluşabilir. Bunu pek tavsiye etmem. Bursa ile Bozcaada arasında hatırı sayılır bir sürüş mesafesi var. Bandırma ya da Balıkesir üzerinden feribot seferlerinin gerçekleştirildiği Geyikli İskelesi’ne yaklaşık 4,5-5 saatlik bir yolculukla ulaşmak mümkün. Bu mesafe Bandırma üzerinden yaklaşık 320 km, Balıkesir-Edremit üzerinden gitmeyi tercih edenler için ise yaklaşık 340 km’lik bir mesafe söz konusu. Geyikli İskelesi’ndeki bekleme süresi ve yaklaşık 45 dk’lık deniz yolculuğunu da hesaba katarsak Bursa’dan adaya ulaşmanın 6-7 saati bulacağını söylemek mümkün. Benim tavsiyem en azından 3-4 günü geçirecek bir tatil planlaması. İstanbullular ise biraz daha şanslılar. Çünkü Haliç’ten seferlerine başlayan özel bir şirketin deniz uçakları ile adaya havayoluyla da ulaşmak mümkün. Diğer bir alternatif de iki saatlik feribot seyahati ile Bandırma ve buradan da yaklaşık 3,5 saatlik bir sürüş ile Geyikli’ye ulaşmak. Bu mesafe yaklaşık 400 km. Bozcaada-İzmir arasındaki mesafenin 280 km, Bozcaada-Ankara arasındaki mesafenin ise 710 km olduğunu belirtelim. Geyikli iskelesinden özellikle yaz aylarında sabah erken saatlerde başlayan ve gece yarısına kadar süren, çoğunlukla bir saat arayla gerçekleşen tarifeli seferler düzenlenmekte. Özel araçla gitmek yerine toplu taşımayı tercih edenler için ise Çanakkale merkezden adaya deniz otobüsü seferlerinin düzenlendiğini belirtmeli.
Çanakkale merkeze yaklaşık 40 km uzaklıktaki yük yeri iskelesinden bineceğiniz feribot adaya yaklaşırken Bozcaada’nın ismini hak ettiğini düşüneceksiniz. Uzaktan gerçekten boz ve terk edilmiş görünse de, ilk görüşte güzelliğini gizleyen ama ayak bastıktan sonra belki de hiç bitmeyecek bir tutkuyla bağlanacağınız bir yer olmaya aday Bozcaada. Bu boz görüntüsünün ardında uçsuz bucaksız üzüm bağlarını, onları bekleyen güzelim bağ evlerini, rüya gibi kumsallarını, pırıl pırıl temiz denizini, sadece size özel kullanabileceğiniz kadar küçük koylarını, kekik kokulu tepelerini, lezzetli şaraplarını ve yemeklerini keşfinizden sonra ahir ömrünüzde ziyaret edebileceğiniz en güzel adalardan birinde olduğunuzu da anlayacaksınız. Bunu sadece ben söylemiyorum. Küçük bir araştırma ile birçok uluslararası gezi dergisinde de Bozcaada’nın isminin Bali, Mykonos, Ibiza, Bermuda ve Şeyseller ile birlikte dünyanın en güzel adaları listelerinde üst sıralarda anıldığını görmeniz mümkün.
Antik çağdaki ismi Leukophrys unutulmuş olsa da Yunan mitolojisinden köken alan eski ada Tenodos hala kullanılmakta. Deniz Tanrısı Poseidon’un çocuklarından biri olan Kyknos Lapseki bölgesindeki Kolonai kentine hükmedermiş. Kralın ilk eşinden Tenes adında bir oğlu olmuş. Tenes’in annesi ölünce kral baba yeniden evlenmiş. Fakat serde üveylik olan anne Philomene bir gün Tenes’e iftira atmış, kendisine yalancı tanık olarak bir de kavalcı bulmuş. Kral baba Kyknos bu iftiraya inanmış ve oğlunu bir sandığa kapatarak denize attırmış. Denizlerin Tanrısı dede Poseidon ise sandığı fırtınalardan koruyarak boğazdan geçirmiş ve Leukophrys adasının sahiline bırakıvermiş. Tenes burada sandıktan çıkmış, adaya yerleşmiş ve adanın ismini Tenes’in adası anlamına gelen Tenedos olarak değiştirmiş. Bugünkü Poyraz limanı mevkiinde bulduğu yabani asmaları ıslah ederek adanın üzümcülük ve şarap geleneğini de başlatmış. Kral baba bir süre sonra oğluna atılan iftirayı anlamış ve özür dilemek için adaya hareket etmiş. Tenes babasının limana bağlanan gemisinin ipini baltası ile keserek babası ile görüşmeyi reddetmiş. Bugün Yunancada halen kullanılagelen ve bir daha geri dönmemek üzere biriyle ilişkilerini koparmayı tarifleyen “Tenes’in baltası ile kesmek” deyimi buradan gelmekteymiş.
Bozcaada stratejik konumu nedeniyle çağlar boyunca birçok kez istilaya uğramış ve el değiştirmiş bir ada. Nekropol alanında yapılan kazılar sonucunda ada tarihinin MÖ 3000 yıllarına dayandığı tahmin edilmekte. Adanın ilk sakinleri Akaların bir kolu olan Pelasglar. Akalardan sonra adaya sırasıyla Fenikeliler, Atinalılar ve Yunanlılar hakim olmuş. Ada MÖ 493’te Pers istilasına uğramış. MÖ 334 yılında ise Pers hükümranlığına son veren Büyük İskender’in devri başlamış. Bergama Krallığı’ndan sonra Tenedos MÖ 168 yılında Roma hakimiyetine girmiş. Roma İmparatorluğu’nun 395 yılında ikiye bölünmesi ile Doğu Roma yani Bizans İmparatorluğu’na dâhil olmuş. Sonraki yüzyıllarda Tenedos üzerinde Bizans, Cenevizliler ve Venedikliler arasında egemenlik mücadelesi süregelmiş. İlk hali antik dönemden kalan Apollon Tapınağı üzerine 1100’lü yıllarda Cenevizliler tarafından yaptırıldığı tahmin edilen güçlü kalesi ile Bizans ve Karadeniz’e yönelik ticaret yolu üzerindeki ada Venedik ve Cenevizliler arasında birçok savaşa neden olmuş, birkaç kez el değiştirmiş. Venediklilerin Bizans İmparatoruna verdikleri borç karşılığında adayı almalarıyla Cenevizliler ile aralarında olan gerginlik tekrar tırmanınca 1381’de iki taraf aralarında anlaşarak adayı boşaltmaya karar vermişler. Kaleyi yıkıp halkını Girit adasına sürgüne göndermişler. O dönemde Bozcaada’ya uğrayan seyyahların yazdıklarından adanın ıssız bir şekilde korsan yatağı haline geldiğini ve kalenin kalıntı halinde olduğunu öğreniyoruz. Her ne kadar korsanların öldükten sonra deniz sularına bırakıldığını bilsek de bugün Bozcaada Kalesi’nde bir korsana ait olduğunu tahmin ettiğim kurukafa ve kemik figürlerinin işlenmiş olduğu mermer bir mezar taşını da görmek mümkün.
Bozcaada İstanbul’un fethi sonrası 1456 yılında Osmanlı idaresi altına girmiş, kale tekrar onarılmış ve sosyal hayat yeniden başlamış. Zaman zaman Venediklilerle Osmanlılar arasında el değiştiren bu süreçte kale ve kasaba birkaç kez ağır hasar almış, 1657’de Bozcaada’yı ele geçiren Venedikliler adayı terk ederken kaleyi yıktıkları gibi kasabayı da ateşe vermişler. Son olarak Bozcaada önlerinde 16 Haziran 1717’de başlayan ve dört gün süren deniz savaşı sonunda Venedik donanması imha edilerek Ege Denizi’nden çekilmiş ve adada Balkan Savaşlarına dek süren Osmanlı devri süregelmiş. Bu süreçte özellikle 18. yüzyıldan sonra ticaret hacmi gelişen adada İtalya, Avusturya-Macaristan ve İngiltere’nin fahri konsolosluklarının olduğunu biliyoruz. Bozcaada Balkan Savaşları sırasında 7 Kasım 1912’de Yunanistan’ın egemenliği altına geçmiş. 1915 Çanakkale Savaşı esnasında İngiliz ve Fransızlar tarafından askeri üs olarak kullanılmış ve son olarak da 20 Eylül 1923’te Lozan Anlaşması gereği Türkiye Cumhuriyeti tarafından teslim alınmış.
Osmanlı Egemenliği altında adada Rum ve Türk nüfus yüzyıllar boyunca varlıklarını korumuş ve iki ayrı mahallede barış içerisinde yaşamışlar. 1912 yılına ait Şark Ticaret Yıllıkları’nda Bozcaada nüfusunun yaklaşık 1500 Türk ve 3500 Rum’dan oluştuğu görülmekte. Yunan işgali ile Türk nüfusunun büyük kısmı Anadolu’ya göç etmiş. Kalanlar Türk mahallesi içinde yaşamaya devam etmiş. 1923’te adanın Türk himayesine geçmesi ile Rum vatandaşlar 8-10 aile dışında adayı terk etmiş, ancak Türk hükümetinin çıkardığı kanunlarda oturulmayan ev, bakılmayan bağ-bahçenin hazineye aktarılacağını ve adada kalan Rumlarla olan mektuplaşmalarında kalanların evlerinde ve ticari hayatlarını devam ettirmekte olduğunu öğrenenler olunca adayı terk edenlerin büyük kısmı Bozcaada’ya geri dönmüş. Kurtuluş savaşı sonrası 24 Temmuz 1923’te Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan nüfus mübadelesine ilişkin protokolde Gökçeada ve Bozcaada Rumları tıpkı İstanbul gibi mübadele haricinde tutulmuş. 1930’lara kadar sakin bir dönem geçirilmiş. 1934’teki Trakya olayları, 1941’te 20 ila 40 yaş arasındaki azınlık erkeklerin -daha önce askerliğini yapmış olsa da- askere alınmaları, 1942’te uygulanan varlık vergisi, 1955 İstanbul merkezli 6-7 Eylül olayları, 1963 Kıbrıs krizi, 1964 Bozcaada Karma Rum Okulu’nun kapatılması ve Yunan uyruklu olanların sınır dışı edilmeleri, son olarak da 1974 Kıbrıs Harekatı gibi çeşitli kırılım tarihleri adalı Rumların aralıklı olarak geri dönüşsüz bir şekilde Bozcaada’yı terk etmelerine neden olmuş. Rum iş yerleri, bağlar, mağazalar ve evler hızla el değiştirmiş. Aynı yıllarda Kıbrıs adasındaki Türk-Rum çatışmaları binlerce kilometre ötedeki Bozcaada’da yüzlerce yıldır Türklerle birlikte barış içinde yaşayan Rum cemaatinin hayatını da altüst etmiş. Doğdukları toprakları geride bırakmak zorunda kalarak büyük çoğunluğu başta Yunanistan, Avustralya, Kanada ve Fransa’ya olmak üzere değişik ülkelere göç etmişler. Giden Rumlar çoğunlukla zanaatkar isimler de olunca adadaki bilgi, görgü ve ustalık işleri de sekteye uğramış. Ada tarihinde ilk defa nüfus Türklerin lehine dönmüş. Bozcaadalı Rumların adayı terk etmeleri ile oluşan bu boşluğu bağ bozumu dönemlerinde mevsimlik işçi olarak Çanakkale’den gelen köylüler doldurmuş. Günümüzde çoğunluğu 60 yaş ve üzerinde olmak üzere adada yaşayan yaklaşık 20 kadar Rum cemaati mensubu vatandaşımız mevcut. Yakın bir tarihte adadaki azınlık olan Rumların tamamen yok olacağını tahmin etmek çok da zor değil. Yine de bugünkü ada kültüründeki sahip çıkılan izlerinin uzun yıllar boyunca oluşan karma kültür içerisinde gelecek nesillere aktarılacağını öngörmek de mümkün pek tabii.
Konu adanın yerel kültür ve tarihinin korunması ve gelecek nesillere aktarımı olunca burada bir paragrafı da Bozcaada Yerel Tarih Araştırma Merkezi (BOYTAM)’a ve Hakan Gürüney’e ayırmak lazım. Aslen adalı olmayan, İstanbul doğumlu bir fizikçi ve bilgisayar şirketi sahibi olan Hakan Bey’in yolu, deniz kabuğu koleksiyonculuğuna başlaması sonrasında nadir görülen bir deniz kabuğunun peşinde Bozcaada ile kesişmiş. Ada ile tanışıklığı sonrasında önceleri alınan yazlık ev ile İstanbul’dan kaçış yerine dönüşen Bozcaada anlaşılan o ki bir süre hayatının merkezine oturmuş. 1998’de İstiklal Caddesi’ndeki bir sahaf dükkanından aldığı bir Tenedos gravürü ve 1915 yılına ait dört adet siyah beyaz kartpostal ile başlayan Bozcaada koleksiyonculuğu yıllar içerisinde büyük bir tutku ile bugün çok zengin bir müzeye dönüşmüş. Sadece objelerle sınırlı kalmayıp Bozcaada’nın unutulmaya yüz tutmuş hikayesinin peşine düşmüş Hakan Bey. Birçok Bozcaadalı ile saatler süren yüz yüze röportajlar yapmış, canlı tanıklardan hem yaşam öykülerini, hem de Bozcaada’ya yönelik anılarını dinlemiş, sesli ve görüntülü olarak kaydetmiş. Çığ gibi büyüdüğü anlaşılan koleksiyona Bozcaada Kaymakamlığı mevcut binasını tahsis etmiş. Bozcaadalılar tarafından da gönülden desteklenen bu oluşuma 1000’den ata yadigarı fotoğraf ve obje sergilenmek amacıyla bağışlanmış ve bugün Cumhuriyet mahallesinde yer alan Bozcaada Yerel Tarih Araştırma Merkezi bünyesindeki müzede adeta demans tablosundaki bir hastanın bölük pörçük hatıraları cımbızla teker teker ayıklanıp bir araya getirilerek adanın hafızası da tazelenmiş. 1874 Bozcaada yangınından sonra yapılan binaların en yüksek ve görkemlisinin -sahibinin 1950’de binayı terk etmesi ve bu sebeple üst katlarının bakımsızlıktan yıkılmasıyla- geriye kalan kısmı olan tek katlı taş binada vakit geçirmek adeta bu küçük ve güzel adanın geçmişine hüzünlü bir yolculuk yapmak gibi. Alanına ve kısa geçmişine kıyasla oldukça zengin bir içerik barındıran müzede Tenedos sikkeleri –ki bu sikkelerin arka yüzündeki çift başlı balta müzenin logosunda da mevcut-, Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalan mezar taşları, cami alemleri, değişik tarihlerdeki yazışmalara ait belgeler, adalılara ait giysiler, Çanakkale Savaşı döneminde adayı üs olarak kullanan Fransız ve İngiliz askerlerinden kalan eşyalar ve kartpostal arkası hikayeler, Bozcaada ile ilgili çok sayıda harita ve gravür, ada denizciliği, kaptanlar ve süngercilere ait objeler, Tenedos isminin geçtiği envai çeşit materyal, Bozcaada hakkında yazılmış kitaplar, Bozcaada günlük yaşamına ait türlü detayı barındıran eşyalar ile Türk ve Rum vatandaşlar tarafından BOYTAM’a bağışlanmış olan ata yadigarı objeler, aile fotoğrafları ve aile soy ağaçları sergilenmekte.
Tenedos antik kentinin bugünkü yerleşim alanının hemen altında kaldığı düşünülüyor. Henüz bir arkeolojik kazı gerçekleştirilmemiş ve adanın tamamı doğal ve tarihi sit alanı ilan edilmiş durumda. Bu sayede ada mimarisinin özgün özellikleri de korunabilmiş. Mevcut binaların tamamına yakını eski binaların restorasyonu ya da aslına uygun yeniden yapılması ile kazanılmış. Ve tabi haliyle yıldızı bol otel beklentiniz varsa rafa kaldırmanın tam zamanı. Bozcaada’da konaklama seçenekleri genellikle ada halkının işlettiği samimi ve doğal mekanlar. Her zevk ve bütçeye uygun seçenek bulmak mümkün. Çoğunluğu eski bağ evleri ve merkezdeki eski evlerin restorasyonu ile oluşturulan 60’ın üzerinde pansiyon ve otel ile hatırı sayılır bir konaklama potansiyeli mevcut. Yine de yoğun mevsimlerde sıkıntı yaşamamak için önceden rezervasyon yaptırmanızı öneririm. Kalacağınız yer hangisi olursa olsun belli bir standardın altına düşmeyeceğini söylemek mümkün, keyifli bir tatilin garantisi var. Ada kültürüne hakim olan beyaz badanalı tek ya da iki katlı evlerdeki pansiyonlarda temiz ve konforlu bir konaklama imkanı yakalayacaksınız. Konakladığınız yerlerde ev yapımı yöresel zeytin ve peynirler, doğal reçel çeşitleri, bahçeden toplanan taze sebzelerden oluşan kahvaltılar bekliyor olacak sizi.
Yollara düşmenin vaktidir. Nerden başlamalı sorusunun cevabı da adadaki en büyük yapı olan kale olabilir pek tabi. 1381 yılında Cenevizliler ve Venediklilerin aralarında yaptıkları anlaşma ile yıktıkları surları ile bir dönemi ıssız ve yıkıntı olarak geçiren kale, ada Fatih Sultan Mehmet tarafından 1456’da fethedildikten sonra 1479 tekrar inşa edilmiş. Son olarak 1815 yılında II. Mahmut tarafından yaptırılan kapsamlı tamirat ve tadilatlarla adeta yeniden inşa edilen kale bugünkü son şeklini almış. Kale şehirden yaklaşık 10 m genişliğinde ve 250 m uzunluğunda bir hendekle ayrılıyor. Dış kapının önünde hendeği geçmeyi sağlayan eski portatif asma köprünün yerini kalıcı bir köprü almış durumda. Dıştan son derece sağlam ve görkemli görünse de kale içinin günümüzde tekrar bir revizyon ve kapsamlı bir restorasyona ihtiyaç duyduğu söylenebilir. Gece ışıklandırmasının da tekrar hayata geçirilmesinin ada görseline katkı sağlayacağı da. Ada görseli demişken, aslında adanın şu anki halinde eskisiyle karşılaştırınca dikkati çeken çok önemli bir eksik söz konusu: Eski fotoğraf ve resimlerde bir köşede mutlaka izleyene göz kırpan kale arkasındaki tepede üç adet ve karşısında değirmen bayırı tepesindeki sekiz adet olmak üzere toplam on bir adet olan yel değirmenleri. Eski kartpostallardan başını kaldırıp bakınca tepelerde insanın gözü ister istemez fark ediyor yokluklarını. Bunlardan her iki tarafta birer adet yel değirmeninin kalıntıları tepelerde seçilebilmekte. Her ne kadar batı burnunda yer alan rüzgar gülleri ile modernize olmuş yel değirmenlerinin varlığından söz etmek mümkün olsa da bu nostaljik yel değirmenlerinin restore edilerek adaya tekrar kazandırılmasının sadece görseline değil turizme de katkısının olacağı aşikar. Yerinde yeller esen sadece yel değirmenleri de değil aslında. Kalenin önündeki tören alanı olan meydanda ise eski fotoğraflardan bir kurtuluş anıtı olduğunu öğreniyoruz. Bozcaada’nın Lozan Anlaşmaları sonucunda Türkiye’ye kazandırılmasının anısına Nisan 1925’te obelisk formunda yaklaşık 4 m yüksekliğinde dört kenarlı, tepeye doğru incelen sivri kubbeli olan bu anıtın 1974 senesinde yapılan meydan düzenlemesinde sökülerek kaldırıldığı anlaşılıyor. Temelinden ise bir şişe içerisinde Osmanlıca “…bu mutlu günün değerli bir hatırası olmak üzere buraya kıyamet gününe kadar kalıcı olmak duasıyla bu anıt yapıldı ve milletin görüşlerine sunuldu” yazan bir belge bulunmuş. Hazır yel değirmenlerine el atmışken aynı restorasyon çalışması içerisinde oldukça sağlam ve anlaşılır fotoğrafları bulunan bu anıtın da bir benzeri tekrar dikilerek bu metnin sahibinin temennisi de –kısmen de olsa- gerçekleştirilebilir. Tabi yine de haksızlık etmek istemem doğrusu. Koruma, restorasyon ve eski değerlerin kazanılması için bir çabanın olduğunu söylemeli. Örneğin Rum Mahallesi’ndeki Meryem Ana Kilisesi’nin avlusunda yer alan 4 katlı çan ve saat kulesi 2007 yılında onarılarak restorasyon görmüş. Bu sayede şehrin siluetindeki önemli bir unsur olan bu kule geri kazanılmış.
Merkezde zaten herhangi bir araca ihtiyaç duymayacaksınız. Kabaca Türk ve Eski Rum Mahallesi olmak üzere (Alaybey ve Cumhuriyet mahalleleri) iki ayrı mahalle üzerinde kurulu olan merkez bir uçtan diğerine 15-20 dakikadan fazla bir süre almayacak bir genişlikte. Limanı karşınıza aldığınızda solda kalan Türk mahallesi daha karmaşık bir sokak yapısında olsa da sağ taraftaki Rum mahallesi 1874 yılındaki büyük yangın sonrasında kare planda yeniden imarlandırıldığı için birbirini kesen dik yolları ve sokakları ile daha düzenli bir görünümde. Doğal olarak Cumhuriyet Mahallesi’nde Rum, Alaybey Mahallesi’nde ise Türk mimarisinin izlerini taşıyan yapılar var. Mimari farklılıklar elbette var ancak binalar genelde kâgir ve ahşap karkas yapılardan oluşuyor. Evlerin en dikkat çekici özelliği birbirinden renkli ve farklı kapılar ve kapı tokmakları. Genelde yüksek ve çift kanatlı olan kapıların üzerinde çoğunlukla kurutulmuş kır çiçekleri veya lavantalardan oluşan taç biçimli çiçekler göreceksiniz. Adanın genelinde küçük detaylar ve süslemelerde yüksek ve ince bir zevkin hakim olduğu söylemek mümkün. Keşfedeceğiniz küçük detaylar ile her adımda adaya biraz daha ısınacağınızın garantisini verebilirim. Sokak aralarında her köşede bir kediye rastlamak mümkün. Bir de ilginç bir şekilde sayıları dikkati çekecek kadar çok olan kısa bacaklı bodur sokak köpeklerine. Martılar da var elbette ama adanın havadaki hakim türü kargalar. Bugün hediyelik eşyalara dek ada kültüründe yer edinmiş olan bu güzel sesli kuşlar, şehirde gördüklerinizden biraz farklı. Bütün kargalar içinde en küçük ve en tiz sesli olan, beyaz gözleri ve gri ensesi ile dikkat çeken bir cins bu. Gerçekten de ada halkı bu zeki hayvanlarla içli dışlı yaşıyor. Çay bahçesinde otururken masanıza konacak kadar cesurlar ya da adalı bir şarap markasına ismini verecek kadar ilham verici.
Limanda balıkçı tekneleri ile komşu, denize sıfır yerleşimli çok sayıda balık restoranı, bembeyaz örtüleri, mavi-beyaz boyalı ahşap sandalyeleri ve gece olduğunda suya yansıyan ışıklandırmalarıyla arzı endam etmekteler. Cumhuriyet mahallesinde ise özellikle mezeleri ile ön plana çıkan çok sayıda benzer dekorasyonlu, beyazın ve mavinin hâkim olduğu ahşap masalı restoranları bulacaksınız. Özellikle bu bölgede kendinizi Ege’deki bir Yunan adasında hissetmeniz an meselesi. Liman bölgesi ve Cumhuriyet Mahallesi’nde yoğunlaşan restoranlar dışında meydan ve çevresi ile ara sokaklarda da çok sayıda küçük, farklı ve özgün kafe- restoran bulmanız mümkün.
Ada mutfağına doğal olarak deniz ürünleri hâkim. Yabani otlar ve zeytinyağlılardan oluşan meze çeşitliliğinin de altını çizmek gerek. Yabani otlardan ısırgan, cibes, radika, turpotu, kazayığı, şevketibostan ön plana çıkan ve adaya özgü olan lezzetler. Adanın bir başka meşhur lezzeti ise “kirpi” de denilen denizkestanesi. Kıyıdan ve taşlık alanlardan dalarak çıkarılan kirpiler beyaz şarabın yanında sunuluyor. Doğası gereği balık çeşitliliğinden, kalamar ve ahtapotun en lezzetlilerini bulacağınızdan bahsetmiyorum ama özellikle asma yapraklarına sarılarak ızgara da yapılan sardalye mutlaka denenmeli. Çınaraltı Kahvesi’nin likör ve çikolata ile birlikte ikram edilen damla sakızlı kahvesi, Ada Kafe’nin gelincik şerbeti ve Çiçek Pastanesi’nin bademli un kurabiyesi ise adaya özgü diğer lezzetlerin başında geliyor.
Bozcaada’ın lezzetlerinden bahsetmişken adaya özgü üzüm ve şarapları da atlayacak değilim. Bağcılık ve şarapçılık Bozcaada için sadece bir ekonomik faaliyet olmanın ötesinde bir yaşam biçimi haline gelmiş ve Tenes’in öyküsüne bakarsak bu durum adanın tarihi kadar eski. Ada bağcılığının ve şarapçılığının bu denli gelişmiş olmasının iki temel nedeni var. Adanın üzüm bağlarının yetişmesine son derece uygun olan toprak yapısı ve özellikle kuzeyden gelen hakim rüzgarlarla adanın gündüz ve gece sıcaklık farklarının şarap üretimi ve bağcılık için son derece uygun olması. Kuşkusuz ada bağcılığı denildiğinde artık adanın sembolü haline gelmiş olan dünyaca ünlü Bozcaada çavuş üzümü akla gelmekte. Türkiye’nin en güzel Çavuş üzümünü bulacağınız yerdesiniz. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde de övdüğü sofralık Çavuş üzümü dışında Karasakız, Karalahna ve Vasilaki gibi şaraplık üzüm çeşitleri de Bozcaada’ya özgü üzümlerden. Adada günümüzde dört tane şarap fabrikası mevcut. Bunlardan üçü şehir merkezinde, biri de merkezin güneyindeki Tuz Burnu mevkiinde. Adadaki şarap fabrikalarının tadım yerlerinde değişik şaraplar tatmak ve fabrika satış mağazalarından alışveriş etmek mümkün. Endüstriyel üretime geçenler dışında ayrıca bazı lokantalarda evlerde ve bazı küçük atölyelerde üretilen daha butik şarapları deneyebilirsiniz. Şarap çeşitleri yanında hediyelik eşya olarak –eğer denk gelecek kadar şanslı iseniz- kekik balı, Simyon Salto’nun meşhur, Rum mutfağına özgü ve içine badem konularak küçük domateslerden yapılan domates reçelini öneririm.
12 adet burun ve koy bulunan adanın denizi tertemiz ve popüler olanlar dışında da keşfedebileceğiniz daha küçük bakir koyları da var. Adanın denizi genel olarak çok soğuk. İlk şoku atlattıktan sonra ise suyun verdiği zindelik hissi paha biçilemez türden. Kaplıca suyuna dönmüş sıcak denizlerde yüzmekten hoşlanmayanlar için sırf bu bile adaya gitmek için başlı başına bir sebep olabilir. Adada rüzgârın hiç dinmediğinden bahsetmiştim. Ama bu gözünüzü korkutmasın. En rüzgârlı havada bile adada olmanın verdiği avantajla denize girebileceğiniz bir koy bulmak mümkün. Yapmanız gereken o gün esen rüzgârın yönünü tayin etmek ve ters istikametteki rüzgar olmayan kıyılara yönelmek. Çoğunlukla kuzey yönünden rüzgâr alıyor olması nedeniyle adanın popüler plajları güney kıyısında yer alıyor. Bunlardan en meşhuru Ayazma Plajı. Biraz batısında ise Habbele Koyu var. Habbele Koyu bugünlerde genel kullanıma kapalı. Bu durumda eğer yemek yiyebileceğiniz restoran ve şezlong – şemsiye ikilisi beklentiniz var ise adresiniz Ayazma Plajı. Buraya ada merkezinden düzenli minibüs seferleri de var. Ayrıca plajda zaman zaman profesyonel bir şirket tarafından jet-ski, su kayağı ve sürat teknesi ile çekilen banana benzeri sportif aktiviteler de sunulmakta. Kendi aracınızla gitmişseniz ya da motosiklet ya da binek oto kiralamış iseniz tercih edebileceğiniz bir başka koy ise deniz altındaki çeşitlilik ve anfora kalıntıları ile öne çıkan akvaryum koyu. Bu küçük koy turkuaz rengi inanılmaz berraklıktaki denizi ile görülmeye değer. Akvaryum Koyu da dâhil olmak üzere diğer bütün koylarda herhangi bir tesis yok, bu nedenle de en azından şemsiyenizi yanınızda bulundurmanızda fayda var.
Ayazma kelimesi “kutsal su” anlamına geliyor. Plajın hemen üstündeki alanda adanın Aya Paraşkiri ayazması yani çift oluklu bir çeşme bulunuyor. Sekiz tane dev çınar ağacının gölgesinde küçük bir şapel ve iki adet tek katlı küçük yapı var. Dev çınar ağaçları ve sürekli akan bir çeşmeye güzel bir deniz manzarası da eklenince piknik yapmayı düşünenler için uygun bir alan olduğundan bahsedilebilir. Buradaki çeşmeden bir kez su içenin artık adalı olacağına inanılıyormuş. Bu bölgede ayrıca her yıl 25-26 temmuzda Ayazma Panayırı gerçekleştiriliyor. Buradaki Rum-Ortodoks cemaatine ait şapel Azize Aya Paraşkiri adına yapılmış ve onun adını taşıyor. Adada Rum nüfus yok olmaya yüz tutsa da göç etmiş olan Rumların her yıl aynı tarihte ziyaret etmeleri ve adalıların da katılımı ile Ayazma Panayırı geleneği halen sürdürülmekte. Şapelin alt kısmında mum yakılıp adaklar adanan ve dilek dilenen bir mağara mevcut. Yolunuz düşmüşken ayazmadan içip bir de dilek dilemek isteyenlere duyurulur.
Ayazma Panayırı dışında her sene Ağustos ayında şair Haluk Şahin öncülüğünde başlayan İlyada okumaları ve elbette ki Bağbozumu Festivali yıllık etkinliklerinden. Ağustosun son haftası ya da eylül başında gerçekleştirilen bağ bozumu özellikle kaçırılmayacak türden eğlenceli bir etkinlik. İki gün süren festival ada şarapçılığının kendi bağlarında düzenledikleri sembolik bağ bozumu ile başlıyor. Bağ işçileri ile birlikte traktörlere binilip bağlara gidiliyor. Orada üzüm toplamanın incelikleri öğrenilerek hep birlikte hasat yapılıyor, toplanan üzümler eski günleri hatırlatırcasına küfelerle eşek sırtında, at arabasıyla, traktör veya pırpırlarla yerel müzisyenlerin eşliğinde tören alanına taşınıyor. Açılış töreninden sonra üzümler halka dağıtılıyor. Ayrıca festival boyunca ada şarap üreticilerinin standlarında şarap tadına bakmak da mümkün. Kale içerisinde çeşitli konserler, ayrıca festival kapsamında yarışmalar düzenleniyor. Birinde adanın en iyi çavuş üzümü, diğerinde ise adanın üzüm güzeli seçiliyor.
Bozcaada’nın gün batımları meşhur. İki mekan önerim olacak. Bunlardan ilki adanın kaptan köşkü, en yüksek noktası olan Göztepe. 192 m yüksekliğindeki Göztepe’den adanın neredeyse tamamını izleyebileceğiniz etkileyici bir manzara sizi bekliyor olacak. Özellikle dolunay zamanında ise günbatımında Göztepe’yi tercih etmekte fayda var. Bir taraftan güneşin batışını izlerken, arkanızı döndüğünüzde tüm ihtişamı ile koskocaman bir dolunay göreceksiniz.
Adanın neredeyse kendinden meşhur günbatımı seremonisi için en bilinen ve gerçekten de en etkileyici noktası ise Batı Burnu. Bu bölgede yer alan Polente Feneri ve rüzgâr enerji santraline ait devasa rüzgar türbinleri, namı diğer rüzgar gülleri Ege Denizi’nde ufuk çizgisinde tüm aşamalarını keyifle izleyebileceğiniz günbatımı ile bir araya gelince apayrı bir tablo oluşturuyor. Burada neredeyse tüm turizm sezonu boyunca her gün ada şarabını kapıp gelen, genci ve yaşlısıyla büyük bir kalabalık adeta bir ayin havasında adanın ve günbatımının tadını çıkarıyor. İşin ilginç tarafı bu kalabalığa rağmen adayı size özel ve kendinizi adaya ait hissedebileceğiniz bir anı yaşayacaksınız. Keyfini çıkarın. Eski görüntüsü ile Polente Feneri boyası dökülmüş olsa da modern çağın değirmenleri yanında dimdik ayakta denizi izlemekte. Rüzgârın kucağında eski ile yeninin birlikteliği Bozcaada’nın bugünkü durumunun da özeti gibi adeta.
“Tanrı insanlar uzun ömürlü olsun diye Bozcaada’yı yaratmış” diyor Herodot. Burada geçireceğiniz birkaç günün sonunda yenilenmiş hissetmenizin sebebi de bu olacak. Dönüş yolunda ana karaya ayak bastığınız anda Bozcaada’nın verdiği zindelik hissini özlemeye başlayacak ve bir daha mutlaka geri geleceğinizi bilerek adanın hiç terk etmeyeni rüzgâra adaya olan selamınızı fısıldayacaksınız.