Bursa’nın alacalı kadını

En nazlı, en süslü, en sabırsız ve en alacalı cümbüşün ismi erguvandır Bursa’da. Geçmişte “Erguvanlar Şehri” olarak bilinen “unutkan” bu şehre, baharı getiren yine “onun” ta kendisidir.

Erguvan, Engin Çakır
Erguvan

Pembe midir, gülkurusu mu? Vişne midir, mor mudur, lila mıdır yoksa şarap kırmızısı mı? Aşağı yukarı pembedir. Hafiften mavimsi. Ama öyle herhangi bir mavi de değil; çivit mavisi vardır ya bildiğimiz, işte o maviye çalar gizlice. Erguvan; çokça şarap kırmızısı, pek az çivit mavisi ve bolca beyazın harmanı ile oluşan fevkalade zengin bir renk. Peki ya çiçeği?

Erguvan - Engin Çakır

Bahar geldiğine göre şimdi erguvan vakti… Bursa Ovası’ndaki ve Uludağ yamaçlarındaki tüm koruluklar, sırtlar, mavimsi pembe çiçeklerle ya boyanmış ya da boyanmak üzere. Renk cümbüşü var her yerde. Tam keyif zamanı işte… Erguvan sanki ışığın içerisinden geliyor bize. Renk almış bir buğu gibi zamanda kaybolmayı bekliyor. Altı üstü 15-20 gün bizimle… Ona sahip olmak da kaybetmek de anlam taşıyor böyle olunca. Yeniden doğuşu simgeliyor. Aynı zamanda yağmurun gelmesiyle düşen tohumlarıyla beraber yok oluşu…

Bursa’da günbatımlarının ayak izleri erguvandır, iyi düşünün. Şehrin batısında beliren renk erguvan değil de nedir? Kızarmış bir şeker pembeliği ile mandalina kızılının alacalı bir cümbüşü olmaz mı o mavi saatlerde? Erguvanın en gösterişli vakti Mayıs… Gel gelelim Nisan başlarından itibaren sunmaya başlıyor güzelliğini. Baharı müjdelemek için sabırsız bir çiçek. Daha yapraklarını vermeden son derece cömert bir tutumla çiçek tohumlarını açıveriyor. Bu çiçekler ne yazık ki çok kısa ömürlü. Yaprakları en geç bir ay içinde yağmurlarla birlikte toprağa geri dönüyor.

Erguvanın Osmanlı kültüründeki özel yerini ise Yazar Ramis Dara’nın “Erguvan Zamanı” isimli kitabından öğrenelim: “Yüzyılın başında Bursa’da “Erguvan Bayramı” kutlanıyordu. Bu bayramın öyküsü şöyle: Buharalı bir çömlekçinin oğlu olan Seyyid Ali (Seyyid Şemseddin Muhammed bin Ali el- Hüseyni el Buhari) Medine’deyken rüyasına Hz. Muhammed girer ve ona, “Anadolu’ya gidip hizmetini orada sürdür” der. Seyyid Ali bunun üzerine tasını tarağını toplayıp yola çıkar. Bursa’da yerleşmeye karar verir. Kısa sürede tanınır, Bursalılar onun ziyaretine koşar. Henüz 22 yaşındaki Seyyid Ali, “Emir Sultan” diye anılmaya başlanır. Emir Sultan bir süre sonra, Sultan Yıldırım Bayezid’in kızı Hundi Hatun’la evlenip saraya damat olur. Herkes tarafından çok sevilen Emir Sultan 1429’da vefat eder. O tarihten itibaren bahar başlangıcında, erguvanlar çiçeğe bezenince, Türkiye’nin dört bir yanından gelen müritleri, Emir Sultan’ın türbesini ziyaret eder. Kalabalıkların Bursa’da buluştuğu bu dönem, “Erguvan Cemiyeti, Erguvan Faslı, Erguvan Bayramı” diye anılmaya başlanır.”

Erguvan - Orhan Turhan
Erguvan – Orhan Turhan

14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar erguvan adına şenlikler hatta bayramlar düzenlendi Bursa’da. 1855 Bursa depreminden sonra ise büyük bir kısmı yıkılan şehir kendini toplamaya çalışırken, şehir halkı bayramlarını ve panayırlarını unuttu. Zaman içinde unutulduysa da 2000’den bu yana yeniden hareketlendirme çabaları var. Özellikle belediyelerimiz ve Yerel Gündem 21 Tarihi ve Kültürel Miras Grubu bu konuda çalışmalar yürütüyor. Somut göstergesi ise “Erguvan Bayramları”nın tekrar başlaması… Erguvan Bayramı; kardeşlik, sevgi ve paylaşımın ne demek olduğunu anlatan bir tema etrafında toplanıyor. Doğayı, onun bereketini ve güzelliğini anlatmak için şenlikler kapsamında çeşitli sergiler açılıyor, paneller düzenlenip, söyleşiler yapılıyor. Erguvan dikme günleri ile erguvan severler ortak paydada buluşturuluyor. Fakat katılımlar istenilen düzeyde değil.

Hilmi Yavuz “Erguvan Sözler”de şöyle anlatıyor onu:

“Zamandır seni sardığım kumaş

Bekledin örtünsün ki yavaş yavaş

Erguvandın, kayboldun dile gelişlerde…”

“Baki” de erguvan düşkünüydü. Renkliyi, parıltıyı ve kıymetli olanı seven şairin en sevdiği ağaç da başlı başına bir “sefahat” olan erguvandı. Belki bunun için sevgilisini erguvani elbiseler içinde düşlemişti.

Erguvan popart
Erguvan

Evliya Çelebi’nin “Erguvan Cemiyeti Faslı” yazısında Bursa’daki Erguvan sohbetlerinden bahsedilse de erguvanla özdeşleşmiş bir şehir daha var. İstanbul’u ve özellikle boğazı kendine has rengine bürüyen erguvan ağacı, İstanbul’un da önemli simgelerinden kabul ediliyor. Hatta İstanbul’un erguvan zamanı kurulmaya başlandığı da rivayetler arasında. İstanbullu erguvan âşıkları da bu nadide ağaç için yaşatma ve koruma derneklerinde, kulüplerde Bursa’dakilerle benzer organizasyonlar düzenliyorlar. Şehrin köşe bucağında ne kadar erguvan ağacı varsa tek tek bulunup, koruma altına alınıyor. Haritaları çizilip, olağan durumlara karşı zayiatı için engelleyici çalışmalar yapılıyor. Yeni ağaçlar dikiliyor. Diğer bir deyişle Bursa’dan fazla sahip çıkıyorlar bile denebilir. Söyleyin ismine paneller, söyleşiler yapılan, bayramlar ilan edilen kaç ağaç var ki? Ne kadar çok ağaç olduğunu vakti gelince; Mudanya’dan Tirilye’ye, Güzelyalı’dan Kurşunlu’ya, Gemlik’ten Yalova’ya giderken kolayca anlayabilirsiniz.

 Kısa kısa

* Erguvan, Farsça bir renk ismi aslında, ismi rengi… Doğal yollarla üretilen en zor renk olduğu için, Bizans hükümdarlarının kıyafetlerinde kullanılan bir renkmiş, dolayısıyla bir zenginlik, güç belirtisi olarak; imparator dışında hiç kimse mor pelerin takamazmış. Yine rivayete göre Bizans asilleri, soyluluklarını belirtmek için kanlarının dahi erguvan rengi aktığını söylemişler.

* Filistin de ise İsa’nın ortaya çıkması ve havarilerinden Yahuda’nın İsa’yı otuz gümüş karşılığı ihbar etmesi, daha sonra da bu yaptığından pişman olup, kendini bir erguvan ağacının dalına asması üzerine, Erguvan ağacı da, bu utancı kaldıramamış ve bu ihanet yükünü dallarında taşıdığı için, önceleri beyaz olan çiçekleri utancından kızarmış. Bundandır ki, erguvan ağacına Hıristiyanlar “Yahuda (Juda) Ağacı” derler. Romalı askerler Hz. İsa’nın göğsüne ‘Yahudilerin Kralı’ yaftasını asmadan önce onunla alay etmek için de erguvan giydirmişler.

* Erguvan Akdeniz kökenli bir ağaç… Nazik ve soğuk rüzgârları sevmiyor.

* Tarihte Osmanlı mutfağında erguvan, rengi ve görünümü açısından salatalar üzerinde süsleme olarak kullanılmış. Sadece renginden değil bu ağacın güçlü dallarından da Osmanlı’da baston yapımında yararlanılmış. Şamanlar ise hastalıkları kovmak için erguvan kabuklarını kaynatıp içmişler.

* Erguvan ağacının yaprakları ve çiçeği üzerine düşen çiğ damlaları bu çiçekleri bir mücevher gibi gösterir. Şair Baki de iki mısra ile bu olağanüstü durumu şöyle anlatmıştır;

“Dürr ü yakut ile nahl-i murassa sandım / Erguvan üzre dökülmüş katarat-ı emtâr”

“Erguvan üzerindeki çiğ damlalarını görünce / yakut ve mercanla süslü bir fidan sandım”

Yazı ve fotoğraflar: Engin Çakır

Bu da ilginizi çekebilir
Kapalı
Başa dön tuşu