Adım atsan deniz
“Onlar kentlerini, bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü ve en güzel iklimde kurdular.” Heredot
Eski Foça
Denizle bu kadar iç içe, huzurla bu kadar koyun koyuna bir yer hayal etmemiş olabilirsiniz Foça’ya gitmeden önce. Deniz kokusunu günün her anı ciğerlerine çeken, gözleri denize doymuş ve dahası her şeyini denize borçlu, dingin, güler yüzlü Egelilerle dolu Foça. Hani kendi halinde derler ya, öyle bir yer işte burası.
Kimi sevgilisi ile el ele sahilde yürüyor. Kimi yaşlılar sahil kıyısında günbatımı izliyor, kitap okuyor. Köpeğini gezdirenler, kedilerle oynayan çocuklar, ağlarını onaran balıkçılar, saksılar dolusu çiçekler, kısacası her şey dinlenmenin ne demek olduğuna işaret eder gibi…
Bakımlı ve tüm koy boyunca, koya paralel olarak yapılmış olan iskele; gündüz bir plaj, akşamları ise bir yürüyüş alanı oluyor. Geceleri mehtabı izlemek için ise biçilmiş kaftan. Ayın ve güneşin pırıltıları ile koyun iki yakasında, gece ve gündüz size ışık oyunları sunan deniz ise herkesin en iyi dostu.
Şehri yukarıdan gören tüm tepeler, efil efil esen rüzgarın eşliğinde buram buram Ege kokuyor. Rakı balık ikilisinin birbirine en çok yakıştığı bu yerde, ağlar arasında deniz ürünlerini ve mezelerini tatma keyfi ise dünyalara değer.
Foça’da denize gitmek için telaş etmenize gerek yok. Balık ve yosun kokusu duyulan bu kentte, canınız çektiği an yüzebilirsiniz, herhangi bir yerden denize adım atmanız yeterli.
Rivayete göre Foça’da esrarengiz bir “Karataş” varmış. Gezerken nerede olduğunu kimsenin bilmediği bu taşa basanlar, bir daha Foça’dan kopamazmış. Yolu bir kez Foça’ya düşenler bu öyküyü duyunca dolaşıp dururlarmış sokaklarında…
Kim bilir daha ilk adımınızda Foça’nın mitoloji kokan sokaklarında siz de takılı kalırsınız. Ege’nin kendini turizmin kötü yönlerinden koruyabilmiş yerleşimlerinden birisi Foça. Aslında Foça’nın her yeri “Karataş” ile kaplı sanki. Foça’yı görüp de sevmemek, dönüp de gelmemek mümkün değil gibi.
İzmir – Çanakkale karayolundan İzmir’e bağlı 28 ilçeden birisi olan Eski Foça’ya ulaşılabiliyor. Doğuda Menemen, kuzeyde Çandarlı, batıda Ege Denizi, güneyde de İzmir Körfezi çevreliyor.
İlk bakışta turizmin ve balıkçılığın en önemli geçim kaynağı olduğu kolayca anlaşılabiliyor. Az yağış ama çok rüzgar alan Foça, yazın sıcak günlerinde serin olması ile zaten tercih sebebi olduğu için turizm kentin atardamarı…
Yaz aylarında tatilcilerin gelmesi ile birlikte 75 bin kişiye ulaşan Eski Foça nüfusunun büyük bir kısmı ise emeklilerden oluşuyor.
Ege’de eski dokusunu diğer kasabalara göre daha iyi koruyabilmiş sahil yerleşimlerinden birisi Foça. Eski ve Yeni Foça olarak iki bölgeye ayrılmış. Korunmuş olanı Eski Foça. Zaten konumuz da orası.
Balıkçı ve gezinti tekneleri, küçücük adacıklarla dolu güzeller güzeli bir koy, daracık taş sokaklar, eski evler… Bunların hepsine birden Foça deniyor ve misafirlerini hemen kucaklayıveriyor Foça. Yabancılık hissetmiyorsunuz. Diğer bir deyişle insanı ilk görüşte sarıp sarmalıyor.
Eski Foça’dan Yeni Foça yönüne doğru giderken art arda sıralanan Mersinaki koyları Foça’nın aynı zamanda en güzel plajları da. Birçok özel bakımlı ve paralı plaj da bulunuyor.
İki Foça arasında eski değirmenleri, denize dimdik inen yarları rahatça görebiliyorsunuz. Kıyı şeridinde temiz kumsallar, fiyatları uçuk olmayan, şirin ve temiz oteller ile sevimli pansiyonlar var. Deniz kenarına sıralanmış güzel balıkçı lokantalarından ise çıkamayacaksınız.
Çevredeki irili ufaklı pek çok adaya ve koya günübirlik tekne turları kalkıyor. İsterseniz özel bir tekne de kiralayabilirsiniz. İlk durağınız Eski Foça’ya yarım saat uzaklıktaki Orak Adası olacak. Adanın ilk bölümünde küçücük bir göl bulunuyor. Göle paralel ilerlemeye devam ederseniz, eşine hiçbir yerde rastlanmayan, hayranlık uyandıran Siren Kayalıkları çıkacak karşınıza.
Eğer şansınız varsa, rüzgarın ve dalgaların aşındırarak dantel gibi işlediği kayalıkların sevimli ev sahipleri Foça’nın simgesi Akdeniz foklarını da görebilirsiniz. Bu kayalıklar volkanik. Mitolojide; kadın başlı, kuş gövdeli, yaptıkları büyülü müziğin güzellikleriyle tanınan yaratıklar olarak biliniyorlar.
Sirenlerin efsanesine göre; sirenlerin burada yaşadığına, büyülü müzikleriyle gemicilerin yollarını şaşırttıklarına ve kayalara çarpmalarına neden olduklarına inanılmaktaydı. Bir diğer rivayet ise sirenlerin deniz kızı olduğu üzerine…
İzmirli şair Homeros’un Odise (Odysseia) destanın kahramanı Odysseus’un ağzından sirenler;
“Ulu Tanrıça Kirke -ne yapın yapın, tanrısal sirenlerden sakının- dedi bana. Büyüleyen seslerinden çiçekli çayırlarından sakının. Sen dinle o sesi ama bağlasınlar ayakta seni kollarından bacaklarından orta direğe. Böyle dedim ve uyardım arkadaşlarımı. Bu arada gemimiz sirenlerin adasına varmıştı bile. Çünkü itici bir rüzgar esiyordu arkamızdan.
Derken rüzgar düştü, deniz oldu çarşaf gibi. Bir tanrı bütün dalgaları dindirmişti. Yoldaşlarım kalkıp geminin yelkenlerini topladılar, sonra da kürekleriyle döve döve köpürttüler denizi.
O zaman ben tunç kılıcımla mum peteğini parçaladım ufak ufak. Ezdim güçlü ellerimle mumu. Sürdüm arkadaşlarımın kulaklarına. Duymaz oldular artık sirenleri. Onlar da bağladılar kollarımdan bacaklarımdan orta direğe beni. Sonra vurdular kürekleriyle kırçıl denize durmadan.
Bir sıvışsak göz açıp kapayıncaya dek şuradan dedik. Ama gözlerinden kaçmadı yakından geçen hızlı gemi sirenlerin. Çınlayan sesleriyle hemen başladılar ezgiye: -Gel buraya, dillere destan Odysseus, Akhaların şanı şerefi.
Durdur gemini de duy bizim sesimizi. Hiçbir zaman bir kara gemi buradan geçemedi, durup dinlemeden ağzımdan çıkan tatlı ezgileri… Dinlerler doya doya, daha çok şey öğrenip öyle giderler, biliriz biz engin Troya’da(Truva) olup bitenleri…
Güzelim sesleriyle onlar böyle diyorlardı ve dinlemek istiyordu benim gönlüm, kaşlarımla işmar verdim arkadaşlara. Çözün dedim beni. Onlarsa ha bire kürek çekiyorlardı iki büklüm… Az sonra epey uzaklaşmıştık sirenlerden. Artık duymaz olmuştuk seslerini…”
Şehrin manzarasına eşlik eden İncir, Fener, Hayırsız, Orak, Kartdere ve Metelik adaları ıssız yerler, her türlü yerleşime kapalı. Tekne yolculuğunun ikinci durağı ise Foça’nın tam karşısında bulunan ve 15 dakikalık bir yolculukla ulaşılabilecek olan İncir Adası. İngiliz Burnu’nun karşısındaki adada antik yerleşimden izler var.
Mezar odası, kayalara oyulmuş mum yerleri, su kanalları, süzme havuzları, mağaralar, Kybele kabartmaları ve tapınak kalıntıları gezinizi daha macera dolu bir hale getirebilir. Adanın çamlarla kaplı bölümü, bahar ve yaz aylarında piknikçilerin gözdesi… Burada çadır kamp alanları, ızgara ve olta balığı ya da et mangal servisleri yapılan kır lokantaları da bulunuyor. Bahsi geçmişken hemen söyleyelim, yöre mutfağının en bilinen yemekleri yoğurtlu balık ve Arnavut böreği.
Fok Balığı kadar horoz da şehrin sembolleri arasında. Yel değirmenleri, Ceneviz Kalesi, Taş Ev, Dış Kale, Kayalar Camisi, Osmanlı Mezarlığı, Hafız Süleyman Camisi ve Fatih Camisi bölgenin en değerli yapıtları arasında. Sur ve Beşkapılar, Osmanlı dönemi kalesinin kayıkhane bölümü. Buradaki yazıta göre Kanuni Sultan Süleyman zamanında 1538–1539 yıllarında onarım görmüş.
1983 ve 1994 yıllarında da restore edilmiş. Şehrin etrafını çevreleyen surların en iyi korunmuş bölümleri, yarımada üzerindeki Bizans, Ceneviz ve Osmanlı dönemlerine ait onarımlardan oluşuyor. 1678 yılında yapılan Dış Kale’nin ise bütünlüğünden geriye az bir şey kalmış. İç kısımda Türk hamamının kalıntıları bulunuyor. Fatih Cami kentin Türk dönemine ait en önemli yapısı. Kayalar Cami’nin ise 15 ya da 16.yy’da yapıldığı sanılıyor. Minaresi de 19.yy’da yapılmış.
Bitişik düzende veya kule evler olarak bilinen geleneksel Foça evleri de kent ile özdeşleşmiş durumda. Kule evler ise Foça’nın dışında, terkedilmiş ya da halen yerleşim yerleri olan köylerde, dağınık olarak tek ya da toplu durumda bulunuyorlar. Bitişik düzen evlerde ise ön bahçe yok, yapılar doğrudan sokağa açılıyor. Ayrıca tek ev olarak ayrık düzende, sıvasız yığma taşlı yapılar da bulunuyor.
Foçalı denizcilere yüzyıllardır eşlik eden sevimli foklar ise eğer ki görebilirseniz tatilinize ayrı bir renk katabilir… Foça civarındaki adaları kendilerine mesken edinmişler dünyadaki toplam sayıları 350-400 civarında olan Akdeniz fokları sadece Türkiye, Yunanistan ve Kuzeybatı Afrika sahillerinde yaşıyorlar ve neslinin tükenmesi tehlikesi bulunan 12 memeli türünden bir tanesi.
Bu yüzden Aslan Burnu ile Deveboynu Burnu arasındaki adalara 2 mil uzaklığa kadar yaklaşmak, ayrıca fokların görüldüğü Siren Kayalıkları ve Orak Adası’nda belli bölgelere 100 metreden fazla yaklaşmak yasak durumda.
Antik Çağ’dan emanet bir Egeli
Antik dönemde Foça’ya Phokaia demişler, İon yerleşkeleri arasında en önemli merkezlerden birisiymiş. Denizcilikle ün yapmış Phokaialılar; 50 kürekli, 500 yolcu taşıma kapasiteli, hızlı gemilerle Ege, Akdeniz ve Karadeniz’e açılarak çok sayıda koloni kurmuşlar…
En önemli koloniler; Karadeniz’de Amysos (Samsun), Çanakkale Boğazı’nda Lampsakos (Lapseki), Midilli Adası’nda Methma (Molyvos), Güney İtalya’da Elea (Velia), Korsika’da Alaila, Güney Fransa’da Massalia (Marsilya), Nice ve Antibes, İspanya’da Ampuria imiş… Böylece Phokaia pek çok Anadolu ve Avrupa kenti için başkent niteliği taşımış…
Adını kenti çevreleyen adalarda yaşayan foklardan alan Phokaia İ.Ö.11. yüzyılda Aiollerce kurulmuş. Batı uygarlığının temelleri burada atılırken, felsefenin, mimarlığın ve heykeltıraşlığın da öncüsü olmuş Foça. Birçok antik çağ karakterine ev sahipliği yapmış.
Pers (İran) saraylarını süslemiş heykeltıraş Telephantes, ünlü mimar Theodoros, Iade deniz savaşını yöneten ve adını şarap tanrısından alan, Phpkaialı Komutan Dionysos gibi.
Özellikle kil sanatının gelişmiş olduğu arkeolojik kazılardan çıkan eserlerden kolayca anlaşılabiliyor. 3 dönem süren kazılarda Athena Tapınağı’na ait önemli eserler çıkartılmış… Phokaia Perslerin tahrip ettiği ilk iyon kenti olma özelliğini de taşıyor.
Fakat Büyük İskender’in Anadolu’ya gelerek Pers egemenliğini ortadan kaldırması ile Helenistik Dönem başlamış ve şehir farklı bir gelişim sergilemiş. Şehir İskender’in ölümünden sonra ise, Seleukosların, Bergama ve Roma Krallıkları’nın yönetimine girmiş. Erken Hristiyanlık Dönemi’nde ise bir piskoposluk merkezi olmuş…
13. yüzyılda Türk beyliklerinden Çakabey’in daha sonra Saruhan Beyliği’nin yönetimine geçen Foça, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1455 yılında Osmanlı topraklarına katılmış. 15 Mayıs 1919’dan kurtuluş günü olan 11 Eylül 1922 tarihine kadar ise Yunanlıların işgali altında kalmış.
Foça’nın kayıtlara geçmiş ve herkes tarafından bilinen tarihi değerleri de var. Bunlardan bir tanesi Pers Anıt – Mezarı (Taş Ev). Foça’nın 7 km. kadar doğusunda, İ.Ö. 4.yy’a tarihlenen, Lydia / Lykia geleneğinde; Pers etkisi altında kalınarak yapılmış bir anıt-mezar. 4,5 m. yüksekliğindeki, Anadolu’nun en eski tiyatrosu olarak bilinen antik tiyatro da arkeoloji çalışmalarının gün yüzüne çıkardığı bir diğer eser…
Dayanıklı bir taş türü olmayan ve yörede Foça Taşı olarak anılan Tufa’dan yapılmış. Fakat Arkaik Duvar olarak bilinen ve Foça’nın Arkaik dönemde 5 km. uzunluğunda surlara sahip olduğunu ortaya koyan duvarlar oldukça iyi durumda. Heredot bu duvardan sıkça bahsettiği için duvar Heredot Duvarı olarak da anılıyor.
Duvarın yanında yer alan 4 m. genişliğindeki boşluğun kent kapısı olduğu saptanmış, kapının her iki yanında bulunan 5 m. genişliğindeki kulelerin ahşap kirişlerinin yangın nedeniyle kömürleşmiş. Şeytan Hamamı olarak bilinen aile mezarı ise yine Antik Çağ’da kayalar oyularak yapılmış.
Mezar uzun bir yol ve iki mezar odasından oluşuyor. Şehirde kazılar halen sürüyor. Son dönemdeki kazılarda Arkaik, Klasik, Helenistik ve Roma dönemine ait yerleşim katları ortaya çıkarılmış. Roma dönemi villasının taban mozaiklerinden biri hala yerinde duruyor. Diğeri biraz ileride kısmen hasarlı olarak bulunmuş. İzmir Arkeoloji Müzesi’nde Foça’ya ait birçok eser bulunuyor.
Kybele Açıkhava Tapınağı ise şehrin bir diğer tarihi değeri. Çeşitli büyüklüklerdeki beş nişte Tanrıça Kybele’nin heykelleri ve kabartmaları yer alıyormuş. Kayaya oyulmuş adak havuzuyla denizci fenerlerinin konulması için yapılan küçük nişler; denizden gelenlerin burada tapındıklarını gösteriyor.
Kutsal alanın yaslandığı kayalık üzerindeki sur duvarları, duvar yapımının dört ayrı dönemini gösteriyor. Arkaik surlar, harçsız yapılmış. Athena’nın kökeni Babilli Kraliçe Izdar’a kadar gidiyor. Arkaik dönemden itibaren çok saygı görmüş Kybele ise Anadolu’nun tanrıçası. Her iki tanrıçanın altlı üstlü bulunması da önem arz ediyor. Ayrıca yel değirmenli tepe ile İncir Adası’nda da kutsal alanlar bulunuyor.
Osmanlı Mezarlığı da şehrin önemli tarihi değerleri arasında 16.yy’dan 19.yy’ın sonuna kadar uzanan bir zaman dilimi içinde gömüye açık olduğu biliniyor.
Mezar taşlarında Hz. Muhammed’in sembolü olan gül, zarafeti simgeleyen lale başta olmak üzere sürekli yeşil kalmasıyla ebedi olan simgeleyen selvi ağacı, bolluk ve bereketi simgeleyen üzüm salkımları, nar, cenneti simgeleyen hurma ve stilize edilmiş birçok bitkisel motif yer alıyor.
Motifler kadın ve erkek mezar taşlarına göre üslup açısından farklılık göstermekle birlikte kadın mezar taşlarının daha yoğun ve çeşitli süsleme içerdiği dikkat çekiyor.
Kısacası Foça Ege’nin ve mitolojinin bir özeti gibi. Denizle olan ilişkisinin boyutundan ötürü birkaç kanal yapılsa Türkiye’nin Venedik’i olabilecek bir nitelikte. Görmeyen varsa mutlaka görmeli, görenler için ise zaten adres belli. Kürkçü dükkanı onlar için artık Foça demek…
Yazı ve fotoğraflar: Engin Çakır