Aşkın iki yakası: Don Juan / Casanova
Tek ortak noktaları evrensel literatüre “çapkın” olarak geçmeleri ve bu kelimenin halk dilindeki karşılığı haline gelmeleri olan iki adam… Biri hayali bir gönül avcısı, diğeri aşka aşık, canlı kanlı bir insan… Bir tarafta tarih boyunca farklı yazarların dilinden, onlara ait yorumlarla tasvir edilmiş olan Don Juan; diğer tarafta dolu dolu yaşadığı hayatıyla, dünyaya her hazzı tatmak için gelmiş olduğuna inanan Casanova…
Kadınların birlikte olmak, erkeklerin bazen öldürmek bazen yerine geçmek istediği iki adam Don Juan ve Casanova. Büyük bir aileden gelen, uzun bir hayat hikâyesine sahip ve çok yönlü olduğu kadar çok kadınlı da olmayı tercih eden Giacomo Giralomo Casanova’ya karşı; çocukluktan gelme bir kompleksle tüm kadınlara düşman, intikamını ise “kadınların kalplerini çalıp, kırarak” almasıyla bilinen, kurgusal bir efsane Don Juan… Don Juan’ın belirlediği hedefi olan kadını elde ettikten sonra bir daha görmek istememesine rağmen, birlikte olduğu yüzlerce kadının hayatından çıkmayıp, onlarla dost kalmayı başaran Casanova… Biri tamamen gerçek diğeri bazı eserlerde geçen karakterlerden esinlenilerek yaratılmış olan bu iki adam her zaman birbirine karıştırılsa da aradaki büyük farklar aslında çok belli. Asıl sorun ise hangi özellikleriyle birbirlerinden ayrıldıkları değil, hangisinin daha “haklı” olduğu…
Kadına bir tür sanat eseri gözüyle bakan, estetiğine ve zarafetine hayran olan; güzel olan her şeyle ilgilenmekle yetinmeyerek sahibi de olmak isteyen bir gönül avcısı Don Juan… Bazı erkeklerin idol olarak seçtiği hayali adam Don Juan Tenorio tam adıyla, İspanya’nın köklü ailelerinden gelen bir asilzade olduğu da söyleniyor; 17. yüzyılda İspanyol yazar Tirso de Molina tarafından “Sevillalı Kadın Avcısı” oyununda yaratılan bir karakter olduğu da. Edebiyattaki bu en muzip karakter hakkında anlatılan efsaneye göre, soylu bir genç kızı baştan çıkarıp babasını öldürüyor. Daha sonra babanın mezarına gelerek heykelini yemeğe davet etme küstahlığına karşılık hayalet dile gelip, daveti kabul ediyor. Daha sonra tokalaşma bahanesiyle ellerinden tuttuğu Don Juan’ı cehennemin derinliklerine çekiyor. Don Juan da böylece, birçok kişiye göre cezasını bulmuş ve hak ettiği yere gitmiş oluyor. Son derece zeki, bir o kadar küstah, alaycı, karşı konulamaz derece de yakışıklı olarak tanımlanan Don Juan; gerçekten bir kadın avcısı ve bencil bir zampara mıdır yoksa hayatı boyunca aşk için nefes alıp veren, birlikte olduğu her kadında gerçek aşkı ve saf sevgiyi arayan bir romantik mi? Eğer ikinci seçenek doğru ise; her seferinde istemeden yaptığı bir hata sonucu ardında gözü yaşlı kadınlar, kalbi kırık hikâyeler bırakıyor olması da yanlış bir yöntem uygulamış olmasıyla açıklanabilir.
Onun biraz komik, biraz romantik; kızdıran, hüzünlendiren, güldüren ve insanın içindeki merhamet duygusunu ortaya çıkaran maceraları okunmaya değer olduğu kadar izlemeye de değer. Don Juan isminin Johnny Deep ile anılmasına sebep olan “Don Juan De Marco” filmi, Don Juan’ın kaynağında yatan kompleksi ve onun bebeklikten başlayan hikâyesini anlatarak efsanesine bambaşka bir yön verdi. 1994 yapımı, dramatik komedi türündeki bu filmden önce de Don Juan defalarca tiyatro sahnelerinde, farklı oyuncularla hayat buldu; beyazperdede canlandırıldı. Eğlenceli karakteri, birbirinden enteresan maceraları, yazarlar için her zaman vazgeçilmez bir malzeme oldu. Cervantes’in “La Gitanilla” adlı romanının esas kızı Gitanilla’ya aşık olan “Don Juan de Carcamo”’yu yaratırken, Don Juan efsanesinden etkilendiği bilinir. Tanınmış bir İtalyan yazar olan Carlo Goldoni’nin de yazdığı oyunlardan birinde bu ismi kullanarak, efsaneye gönderme yaptığı söylenir. Don Juan efsaneleriyle romanlardan tiyatro oyunlarına, filmlerden hikâyelere ilham olurken; kanlı canlı, son derece donanımlı, otobiyografisi, eğitimi, farklı bakış açısı ile hayatını bin bir renge boyayan maceraperest Casanova gerçek bir hayat hikâyesine sahipti.
Giacomo Giralomo Casanova, aslında zannedildiği gibi bir kadın avcısı değildi. Tiyatrocu bir ailenin çocuğu olan Casanova, 1725 yılında Venedik’te doğdu. Annesi ve babası bir turne için onu ilk kez anneannesine teslim ettiklerinde henüz bir yaşındaydı. Soyadını öz babasından değil, annesinin kocasından alan Casanova, 6 çocuktan en büyüğüydü. Uzun süre anneannesiyle vakit geçirdi ve 9 yaşına geldiğinde yatılı olarak okumak üzere gönderildiği Padua’da eğitim almaya başladı. İlahiyat Okulu’na devam edip, Venedik’te bir kilise de vaaz verecek hale geldiğinde 16 yaşındaydı. Hem öğrenmeyi seviyor oluşu hem de kıvrak zekâsı kısa süre içinde çok şey öğrenmesine sebep olurken, ilgi alanları sürekli genişliyordu. Her şeyi öğrenmek, her alanda deneyim kazanmak istiyordu. Ancak denediği işler arasında birçoğu karakterine uyum sağlamıyor, yalnızca öğrenmiş olmakla kalıyordu. Kimya, matematik, hukuk, eczacılık, felsefe, aldığı eğitimlerden sadece birkaçıydı. Kendine uygun olanı bulmakta zorlanmakla birlikte eczacılığa özel bir ilgisi vardı.
Hayat bir şekilde bu alanda kariyer yapmasına engel oldu. İspanyolca, İbranice, Fransızca, Latince, Yunanca öğrendi. Yıllar sonra kendi hayatını yazdığı “Historie de ma vie” (Hayatımın Hikâyesi) isimli otobiyografisinde de bahsettiği hukuk doktorasını yaptığında 18 yaşındaydı. İlgi alanlarına göre artan bilgileri çeşitlilik gösteriyor; tıp, tarih, edebiyat konularıyla yetinmeyerek astroloji, simya gibi farklı bilim dallarına da yöneliyordu. Bir yandan tam bir beyefendi olmak için kendini geliştiriyor; eskrim, binicilik, keman, dans dersleri alarak tam anlamıyla büyüyordu.
Kadınların; bilgisi, görgüsü, eğitimleri, duruşu, sanatçı ruhu, nezaketi ve küçük yaştan itibaren geliştirdiği tüm özellikleriyle karşılarına çıkan böyle bir adamı geri çevirememeleri, aslında çok da şaşılacak bir durum olmasa gerek. Casanova’nın kadınlara olan ilgisi de, onların üzerindeki etkisi de çok küçük yaşta başladı. Çoğu zaman başı derde girdi, birlikte olduğu kadınların sevgilileri ya da kocaları tarafından uğradığı saldırılarla defalarca “ucuz” atlattı ama hiç vazgeçmedi. Tıpkı Heath Ledger tarafından hayatının başarıyla canlandırıldığı filmdeki gibi… Birçok kişiye göre, filmde aşk ile uslanıp doğru yolu bulan Casanova’nın doğru kadına rastladığında tüm hayatını ve bakış açısını değiştireceğini düşünmek aslında çok da doğru değil. Birçok Casanova yanlısına göre o, kadınlara aşık bir romantikti ve kadınların ruhlarına hitap ediyor; dış güzelliklerindeki estetiğe hayranlık, kişiliklerine ise saygı duyuyordu.
Dünyayı gezdi, neredeyse hepsinden rahat durmadığı için çıkan skandallar nedeniyle uzaklaştırıldı ya da kaçmak zorunda kaldı Casanova. Bir dönem asker olmaya karar vererek İstanbul’a kadar geldiği de söyleniyor. Askerliğin aradığı şey olmadığını anlayınca yeniden Venedik’e dönüp bir süre ailesi gibi tiyatroda keman çalarak geçindi. Şans eseri yaşlı bir senatörü ölümden kurtararak onun gözdesi oldu. Sarayda bir odası, çevresinde onunla ilgilenen birçok insan vardı ama o rahat durmuyor, başını derde sokmak için elinden geleni yapmaya devam ediyordu. Senatör onu korumak ve de daha fazla eğitim almasını sağlamak için, Casanova’nın her zaman ikinci memleketi olarak gördüğü Paris’e gönderdi. 30 yaşında tutuklanması, beklenmeyen ve anlam veremediği bir durumdu. Bu tutuklanmanın birçok sebebi olabileceğini düşündü ve ihtimalleri, yazdığı otobiyografisinde de sıraladı. Ancak diğer gerçekler gibi, bu gerçekte Casanova öldükten sonra ortaya çıktı ve resmi kayıtlara göre suçlu olduğu konu “kutsal dini alenen aşağılamak”tı.
Casanova önünde hiçbir engel tanımayan, daima bildiğini okuyan karakteriyle bu durumdan da kurtuldu; hapishaneden kaçarak bir şekilde hayatının geri kalanını milyoner olarak sürdürmeyi başardı. 1774 yılında af çıkıp yeniden Venedik’e dönebileceği güne dek dünyayı dolaştı. Ünlü müzisyenler, yazarlar, sanatçılar, siyasetçiler gibi tarihte yeri olan birçok insanı ağırladığı “Dux Şatosu”nda kütüphane sorumlusu olarak görev yaptı. Yaptığı ve muhtemelen sayısını kendi bile hesaplayamadığı yolculuklarından sonra ve politikacı, filozof, sihirbaz, diplomat vb. kimliklerinin yanı sıra bir yazar olarak burada yaşadı ve 12 ciltlik otobiyografisini de burada yazdı. Öldüğü 1798 yılına dek, küçük yaşlarda kendi için çizdiği yoldan hiç şaşmadı Casanova. Başkalarına göre doğru ya da yanlıştı ama en azından kendi seçimiydi ve ona göre bu, diğer her şeyden önemliydi. Hayatı boyunca bildiğini okudu, bu amaçla çıktığı yolda yaşadıklarını da yazdı.
Don Juan bir efsaneydi ama Casanova efsanevi bir “kişi”ydi. Casanova sevmeyi seven, aşka derin bir tutkuyla bağlı; istediği her kadını elde edip onlarla birlikte olduktan sonra da hayatlarında kalmaya devam edecek kadar “iyi” bir adamdı. Don Juan ise sadece kadınlarla birlikte olmayı seven, hazlarının peşinde koşarken kimsenin duygularını ve düşüncelerini umursamayan, ruhunda hiçbir derinlik taşımayan bir hayal ürünüydü. Tek ortak noktaları aşktı. Ama aşk biri için hayatının her anını dolduran en değerli varlığı, yol göstericisiyken; diğerinin istediği kadını elde etmek için kullandığı bir tuzaktı. Aşkın iki farklı yakasında yer alan bu iki farklı adam, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde bir araya gelemezdi.