Banliyö manzarası…

Sirkeci-Halkalı banliyö hattında her gün binlerce seyirci, trenin pencerelerinden tarih kokan bir İstanbul filmi seyrediyor. Surlar, ahşap evler, boyalı duvarlar trenin penceresinden içeri doluyor. Bu filmde her karenin bir hikâyesi var…

İlk durağımız Sirkeci. Eskiden olduğu gibi halen ticaretin kalbi burada atıyor. Zamanında Sirkeci sahilleri günümüzdeki gibi değilmiş. Deniz, tren garının arka taraflarına dek bir liman şeklinde içeriye girermiş. Bugün kentleşmenin getirdiği değişimin hangi boyutlarda olduğunu anlayabiliyorsunuz.

Daha sonra, Osmanlı’nın İstanbul’u aldıktan sonra kurduğu ilk mahallelerden biri olan Cankurtaran semti karşılıyor bizi. Daha sonra sahil bölümünde denizdeki akıntıları denetlemek için bir “cankurtaran bölüğü” oluşturulmuş. Bu sebeple semte Cankurtaran ismi verilmiş. (Cankurtaran semtinin yanı başındaki Ahırkapı’da Bizans devrinde büyük sarayın ahırları bulunuyormuş. Osmanlı döneminde ise padişahların atları barındırılmış bu bölgede. Bu bölge deniz kazalarına müsait olduğundan 1755 yılında III. Osman’ın talimatıyla, devrin kaptanıderyası Süleyman Paşa Ahırkapı Feneri’ni yaptırmış.)

Trenin üçüncü durağı Kumkapı. Bu semt ismini, eskiden bölgeye kum taşıyan küçük gemilerin yüklerini boşalttıkları iskeleden almış. 18. yüzyılda ise bu bölgeye “Şen Meyhaneler” denirmiş. Kumkapı günümüzde de meyhane kültürü dendiğinde ilk akla gelen yerlerden biri.

“Hünkarım, yeni kapınız vatana millete hayırlı uğurlu olsun”
Kumkapı’dan sonraki durağımız ise Yenikapı. Rivayete göre bu bölgenin ismini IV. Murat vermiş. Zamanında padişah tarafından mey(şarap), afyon ve fal yasaklanmış. IV. Murat bir gece, tebdil-i kıyafet İstanbul’a indiğinde, karşıya geçmeye karar verip bir sandal kiralamış. Sandalcı müşterisinin sultan olduğunu bilmiyormuş tabi. Bir ara, sandalın yanından sarkan bir ipi çekmiş. İpin ucunda bir testi! Sultan, “Ne var o testinin içinde?” diye sormuş. Sandalcı “Ne olacak, mey işte” diye gülerek müşterisine ikram etmiş. Her ne kadar yasaklamış olsa da, IV. Murat’ın alkolle arasının iyi olduğu bilinir. İkramı kabul etmiş ama yine de, “Mey yasak. Hünkârımız görse kafanı vurdurtur, korkmuyor musun?” diye sormaktan da geri kalmamış. Sandalcı da haliyle, “Yahu Hünkâr nereden görecek bizi denizin ortasında,” demiş.

Aradan biraz zaman geçmiş. Sandalcı bu kez de, teknenin tahtalarından birini kaldırıp aradan afyon çıkarmış ve nargilesine atarak körüklemeye başlamış. Gönlü zengin adam, hemen müşterisine de ikram etmiş. Sultan yine kabul etmiş ama yasağı gene hatırlatmış. Sandalcı aynı şekilde, “Kim görecek ki bizi denizin ortasında,” demiş. Biraz daha vakit geçmiş. Bizim sandalcı cebinden fal taşlarını çıkarmış. Hünkâr’a, “Ver 5 akçe de falına bakayım,” demiş. Fal IV. Murat’ın en kızdığı şeymiş ama “Hadi biraz daha sabredeyim” diye düşünüp, “Bak bari” demiş. Fal taşlarını elinde çalkalayıp atan sandalcı, “Efendi, sorunu sor bakalım” demiş. Padişah, “Hünkâr şu anda nerededir?” diye sormuş. Sandalcı taşlara bakıp “Hünkâr şu an denizdedir,” demiş. IV. Murat güya endişelenmiş havalarına girip, “Sakın yakınımızda bir yerde olmasın,” diye sormuş sandalcıya ve tekrar iyice bakmasını söylemiş. Sandalcı taşlara tekrar bakmış ve birden, IV. Murat’ın ayaklarına kapanıp, “Affet beni Hünkârım” diye yalvarmaya başlamış. Kıyıya dönene kadar yalvarmaya devam etmiş. Padişah dayanamayıp, “Sana bir soru soracağım. Eğer bilirsen seni affederim. Bilemezsen boynunu anında vurduracağım,” demiş. Sandalcı sevinçle, “Padişahım çok yaşa,” demiş ve merakla soruyu beklemeye başlamış.

  1. Murat, sandalcıya, “Dönüşte İstanbul’a hangi kapıdan gireceğim?” diye sormuş. Tabi sandalcı hemen itiraz etmiş, “Hünkârım, şimdi ben hangi kapıyı söylesem, siz başka kapıdan girersiniz. Affınıza sığınarak, gireceğiniz kapıyı bir kâğıda yazsam ve size versem; kapıdan geçtikten sonra okusanız olur mu?” demiş. Hünkâr başını “Olur” anlamında sallayınca, sandalcı tahminini yazıp kâğıdı vermiş. Padişah kâğıdı alır almaz, daha bakmadan, yanındaki fedaisine, “Hemen boynunu vur şu kâfirin” emrini vermiş. Sonra da, “Surlara yeni bir kapı açıla! İstanbul’a oradan gireceğim” demiş çevresindekilere. Kapı 5-10 dakikada açılmış, padişah ve erkânı şehre girmiş. IV. Murat bir ara, sandalcının kâğıda hangi kapıyı yazdığını merak etmiş. Kendinden çok eminmiş, laf olsun diye cebindeki kâğıda bakmış. Ama okuyunca hayretler içinde kalmış. Sandalcı kâğıda şunları yazmışmış: “Hünkârım, yeni kapınız vatana millete hayırlı uğurlu olsun.”

O gün bugündür de işte o kapı, “Yenikapı” olarak anılıyormuş.

Beşinci durağımız, ismini II. Bayezid sadrazamlarından olan Koca Mustafa Paşa’dan alıyor. Lakabı “Koca” olan Mustafa Paşa bölgede bulunan 8. yüzyıldan kalma “Andrei-Krisei” kilisesini camiye çevirince semt sadrazamın adıyla anılmıştır.

Son durağımız olan Yedikule’nin surlar üzerindeki dört kulesi Bizans döneminde yapılmış. Bunlara bitişik olarak duran üç kuleyi ise Fatih yaptırmış. Daha sonra Osmanlılar, genellikle üst düzey diplomatların hapsedildiği bir zindan olarak kullanmışlar Yedikule’yi. Osmanlı padişahlarından II. Osman (Genç Osman) ilk çıktığı seferde Yeniçeri ocaklarının artık devrinin geçtiğini idrak etmiş. Genç Osman, ıslahat hareketlerini genişleterek sürdürmeye çalışırken saray entrikaları sonucu hayatının baharında Yedikule denilen bölgede katledildi.

Yazı ve fotoğraflar: Yücel Zorlu

Başa dön tuşu