Beklentilerinizi boşa çıkarmayan şehir; Paris
Sonsuz aşkla, evrensel sanatla, büyüleyici yemekleri ile kendine bütün dünyayı hayran bırakmış bir şehir… İnsan bu şehri nasıl sevmesin ki…
“Size sadece aynı anda hem sevinci hem de hüznü yaşadığımı söyleyebilirim. Ama büyük bir hüzün değil bu. Yaşadığımı hissettim. Evet, yaşadığımı. İşte o an Paris’e aşık olduğum andı ve Paris’in de bana aşık olduğu an.” Paris, seni seviyorum (Paris, je t’aime) adlı 18 ayrı hikâyeden oluşan sinema şahaseri filmin en son hikâyesindeki yalnız turist Carol’un bu cümleleri, aslında dünyanın belki de en bilinen şehrini en dolu dolu anlatan cümleler…
Moda ve lüksün dünya başkenti “Işık Şehir” (Ville de Lumière) Paris’e vardığımızda yeni bir haftanın ilk gününün erken saatleriydi. Yoğun bir trafik karşılamıştı bizi. Paris’e gelmeden önce rotamızda yer alan diğer Avrupa şehirlerinin küçüklüğüne mi yoksa sakinliğine mi alışmıştık bilmiyorum ama Paris bizi biraz şaşırtmıştı.
Otelimize varıp yerleştikten sonra aracımızı bu şehirde kullanamayacağımıza karar verip uygun bir otoparka bıraktık. Yeri gelmişken söylemekte fayda var; Paris’in tadını yürüyerek ve olağanüstü metrosunu kullanarak çıkarabilirsiniz. Eğer Paris’te zaman geçirecekseniz öncelikle metro gişelerinde satılan süreli ya da birkaç günlük seyahat pasoları olan “Paris Visite” adlı manyetik kartlardan almanızı tavsiye ederim. Üstelik bu kartları sadece yer altı trenlerinde değil şehir hatları otobüslerinde de kullanabiliyorsunuz. Şehrin bütün metro ağının detaylıca ve çok anlaşılır biçimde gösterildiği broşürlerden de almalısınız; bu broşürleri her yerde bulabilirsiniz. Bütün şehir o kadar geniş bir metro ağı ile örülmüş ki insan sokaklarda çok az sayıda taksi ve otobüs olmasına şaşırmıyor. 1900 yılında törenlerle ilk hattı kullanıma açılan ve mimarisi ile de çok etkileyici olan Paris Metrosu günümüzde 16 hat olarak hizmet veriyor. Şehrin sembollerinden birisi haline gelen metro ya da orijinal adıyla “Metropolitain” gıcır gıcır değil hatta yer yer çok eski ama yaşanmışlık duygusunu insana bir çırpıda aktarıyor. Bu büyülü şehri gezmek istiyorsanız en iyi seçenek metroyu kullanmak; gitmek istediğiniz yerleri belirleyip hiç yorulmadan, zahmetsizce seyahat edebilirsiniz.
Paris sokaklarında gezerken sıcak tonlardaki mimari ve dahası bu harika tarihin günümüze kadar korunmuş olmasına sakın şaşırmayın çünkü modern binaları ve gökdelenleri şehrin dışında yer alan La Defense adlı bölgede inşa etmişler. Bu bölge şehrin ya da ülkenin dersek yanlış olmaz, iş ve finans merkezi olarak hizmet veriyor. Yani şehir merkezinde gezerken sevimli sokak kahveleri, şarküteri dükkânları ve manavların güzelliğine kapılmışken karşınıza birden bire çirkin bir bina ya da devasa modern bir yapının çıkma olasılığı yok. Fransızlar her zaman kibar, nazik ve biraz da kibirliler. Son derece güler yüzlüler fakat bir o kadar da katı olabiliyorlar. Yemek için gittiğiniz bir lokantada, alışveriş sırasında ya da adres sorarken “lütfen, affedersiniz, teşekkür ederim” kelimelerini sık sık kullanmanızı tavsiye ederim.
Söz konusu şehir Paris olunca görülmesi ‘gereken yerler listesi’ hazırlamak hiç de zor değil. Eğer paket bir tur ile gitmediyseniz ilk durağınız Opera Meydanı’nda bulunan ve 1875 yılından bu yana şehirde opera ve müziğin kalbinin attığı sembol binalardan biri olan Palais Garnier yani Opera Binası olabilir. Opera Binası’nı arkanızda bırakarak Avenue de l’Opera Caddesi’nden dümdüz yürüdüğünüzde Louvre Müzesi’ne ulaşabilirsiniz. Müzenin gündüzü ve gecesi ayrı ayrı güzel. Gündüz, müzedeki son derece önemli sanat eserlerini görmek isterseniz içeri girmeyi bekleyen yoğun bir turist kuyruğunda sıranızı beklemeniz gerekecektir. Müzenin avlusunu hava kararınca da gezme şansınız var. Gece ışıkları, sükûnet, şarap içip sohbet eden insanlar ve bu sessizliğin ortasında yakınlardan gelen bir müzik… Yaşlı bir Fransızı saksafonu ile Fransızların ünlü şarkısı “la vie en rose”u çalarken duyabilir ve Fransa’da olduğunuzu sonuna kadar hissedebilirsiniz hatta her an hüzünlü bakışları ile Edith Piaf bir yerlerden çıkıp gelecekmiş hissine kapılabilirsiniz. Beklentilerinizi boşa çıkarmayan şehir; Paris
Ve tabii ki dünyanın en ünlü yapıtlarından biri olan Eyfel Kulesi; kuleye yine yürüyerek ya da metro ile ulaşmanız mümkün. Kuleye doğru ilerlerken yol boyunca kuleye ait hediyelik eşya satan bir sürü göçmen göreceksiniz. Gerçekten alıcıysanız uygun fiyata hediyeler alabilirsiniz ama fazla göz temasından kaçının çünkü gereğinden aşırı ısrarcı olabiliyorlar. Kulenin çok uzun ve gösterişli olduğunu ancak dibine kadar geldiğinizde anlayabiliyorsunuz. Tıpkı Louvre Müzesi’nde olduğu gibi burada da kuyrukta bekleyen turist sayısı hayli fazla. Kulenin ara katlarına ya da zirvesine çıkmak mümkün, tabii uzun kuyruğa girip sıranın size gelmesini bekleyebilirseniz. Eyfel Kulesi o kadar uzun ki fotoğraf kadrajına sığdırmak için ya çok uzağına gitmeniz ya da yere yatıp en uygun açıdan çekmeniz gerekiyor. Civarda her yer cıvıl cıvıl, insanlar klasik bir ritüeli gerçekleştirerek yeşil alanlara yayılmış günün tadını çıkarıyorlar.
Kuleden ayrılıp Seine Nehri’ni yanınıza alarak yürüyüş yapabilirsiniz. Paris’in tadını nehir ya da panoramik seyir şansı sunan otobüs turlarından faydalanarak da çıkarmak olası. En yakın metro durağından şehrin ilk kurulduğu topraklarda yer alan Notre Damme Kilisesi’ni görmeden geçmek olmaz. Binanın mimarisi, içerideki vitraylar ve kabartmalar göz alıcı, büyüleyici. Eğer biraz soluklanmak ve dinlenmek istiyorsanız kilisenin civarında bulunan birçok restoran ve kahveden faydalanabilirsiniz. Lezzetli ve çeşidi bol peynir tabaklarından isteyip tercihiniz doğrultusunda Fransız şarapları ile açlığınızı bastırabilirsiniz. Saint-Louis Köprüsü’nden ilerlerken Avrupa şehirlerinin vazgeçilmezi olan sokak sanatçılarını da keyifle izlemeniz mümkün. Eğer dondurma ya da tatlı ile aranız iyi ise civarda çok lezzetli dondurmalar, bisküviler ve makaronlar satan dükkânlar bulabilirsiniz. Bir de zeytinyağı merakınız varsa Saint-Louis l’lle sokağında yer alan Olivers Co. adlı ufacık harika dükkâna uğramalısınız. Beklentilerinizi boşa çıkarmayan şehir; Paris
Yine en yakın istasyondan şehrin ‘kırmızı noktalı’ bölgesine gitmek isteyenlere, Pigalle ya da Blanche duraklarında inmelerini önerebilirim. Kırmızı noktalı diyorum çünkü hem dünyaca ünlü gece kulübü Moulin Rouge hem de cinsel dozu yüksek soslu kulüpler ve mağazalar burada konuşlanmış.
1789 yılında Bastille ayaklanmasıyla Fransız Devrimi’ne sahne olan Paris, özgür hissetmek isteyenlerin gittiği, özünde özgürlüğün kol gezdiği sokaklara sahip. Nazım Hikmet’in diğer şehirleri kıskandıran Paris şiirlerini hissediyorsunuz sanki. Montmartre’de La Boheme şarkıları dinlemek ve o şiirleri okumak istiyorsunuz. Ara sokaklardan ilerleyerek Rue Gabrielle Sokağı’na ulaşmaya çalışın gittiğinizde. Parke taşlı ve Arnavut kaldırımlı sokaklarda yürürken etrafınızda göreceğiniz birbirinden sevimli, rengârenk kahveler ve dükkânlar size Akdeniz kıyısında bir beldede geziyormuşsunuz duygusu yaşatacaktır. Sanki köşeyi dönünce karşınıza birden bire deniz çıkacakmış gibi hissedeceksiniz. Dik ve uzun merdivenlerden çıkıp Montmartre Semti’ne ulaşabilirsiniz. Bu semt, içinde ünlü ressamlar sokağını, Saint Pierre de Montmartre Kilisesi’ni, birçok hediyelik eşya dükkânını, kafeleri, görkemli Sacre Coeur Bazilikası’nı ve muhteşem bir Paris manzarasını barındırıyor. Manzara seyri ardından hemen bazilikanın yanındaki funiküler ile yokuştan inerek adeta Paris’te bir Eminönü misali Place Saint-Pierre’de dolaşıp, alışveriş yapabilirsiniz. Beklentilerinizi boşa çıkarmayan şehir; Paris
Dünyaca ünlü markaların mağazalarının yer aldığı Champs Elysees Bulvarı, Versailles Sarayı, Zafer Meydanı ve Takı, bütün görkemiyle Lüksemburg Bahçeleri, Disneyland, Parc Asterix ve görülecek daha pek çok yeri de rotanıza eklemenizde fayda var.
Paris gibi bir şehirde yeme içme kültürü de son derece önemli yer tutuyor. Her bütçeye ve damak zevkine hitap eden mekânlar bulmak mümkün. Bizim gibi kahvaltıda çeşit çeşit lezzetler sevenler için Fransız usulü kahvaltı tatmin edici olmayabilir zira kahvaltı istediğinizde kruvasan, margarin sürülmüş baget ekmek, iki çeşit reçel ve kahve servis ediyorlar. Tümü tatlı olan bu gıdaları tüketince insan haliyle masada tuzlu bir şeyler arıyor. Neyse ki çeşit çeşit ve çok lezzetli omletleri imdadınıza yetişiyor. Dönüşte valizinizde yer kalmışsa uygun fiyata son derece lezzetli Fransız şaraplarından bolca almanızı öneririm.
Paris; gül kokusunu, Edith Piaf’ın yüreğini hissettiğiniz “Bak çarşaflar buruş buruş / Otur yalnızlığına ağla şimdi…” şiirini ve kahve kokusuna karışan sohbetleri sevenler için hep uzakta kalan bir şehir. Kibirli… Enfes bir kadın belki de. Sadece Fransa’nın başkenti olmakla kalmıyor; aşkın, sanatın, modanın, yemeğin ve daha birçok alanda insana haz veren duyguların başkenti olma görevini de üstlenmiş. Omuzlarındaki yük çok ağır çünkü her biri insanı mutlu ettiği gibi mutsuz da edebilir. Fakat Paris bütün bunların üstesinden ustalıkla gelmiş, geliyor ve ileride de hep gelecek gibi… Çünkü beslendiği şeyin, AŞKın heyecanı hiç eksik olmuyor…
Yazı: Emir Kurtaran Fotoğraflar: Emir Kurtaran, Özgür Çakır