“Bir ses var, duyuyorum*”
İçimden bir ses diyor ki, bu başlık aklınızda bin bir çeşit titreşim yarattı. Herkesin zihninde bambaşka sesler canlandı. Kulaklarınız uğuldadı. Bazılarınız sessizce düşünmeye başladı. Hayatımızda o kadar ses var ki kimisini seviyoruz, kimisinden kaçacak yer arıyoruz.
Ses veriyorum: See… Aaaa… Biiir ki… Eko yapan bir tema belirledik bu ay: ses… Bu sebeple konu başlıklarımızdan birisi de sesin ta kendi olsun istedik. Kulak verirseniz anlatalım: Kulağın duyabildiği titreşim; duygu ve düşünce diye tarif ediyorlar sesi. Ciğerlerimizden gelen havanın ses yolunda yaptığı titreşim; herhangi bir davranış, tutum karşısında uyanan ruhsal tepki diye de biliniyor. Ama tanımlama bununla sınırlı değil. Evrene gönderdiğimize inanılan mesajlardan tutun da güzel ve etkileyici olan birçok tınıya; aralarında uyum bulunan ya da bulunmayan milyarlarca titreşime tepki veriyoruz. Mecazi anlamda biz de onlara ses veriyoruz.
Hayvanları düşünün. Aklınıza ilk sesleri gelecektir. Her gün duyduklarımız vardır; dırdır başımızın etini yiyen muhabbet kuşları, çok havladıklarında biraz kızsak da sadık dostlarımız köpekler, sesiyle bazen desibel sınırlarını aşabilen kediler, gökyüzünde attıkları naralarla özgürlüğün tadını çıkartan martılar veya zekice hareketleri ve biraz kulak tırmalayan sesleri ile dikkatimizi çeken kargalar gibi…
Kimisine kırsal yaşamda rastlarız; sabahları üüüü üüürü üüüü diye ötmesi nedeniyle başı en çok derde giren hayvan horozlar, meleme sesleri yüzünden kıyamadığımız kuzular, koyunlar ve keçiler, ahırların vazgeçilmez konukları olan öküzler, inekler ve atlar, gözleri ile meşhur olsa da en bilinen hayvan nidalarından birisine(ai) sahip olan eşekler, seyahat özlemimizin simgesi leylekler, sesleri ile avcıların hedefine düşen ördekler, yılbaşı denince hemen aklımıza gelen hindiler, tüyleri kadar güzel sesleri olmayan tavus kuşları, sesleri ile en çok anılan bir diğer hayvan kurbağalar veya bir sese benzetildiğinde iltifat sayılan bülbüller…
Böcek seslerinden pek hoşlanmasak da onlar da hayatımıza etki eder; cır cır böcekleri, vızzz sesini doğa sesleri arasında meşhur kılan arılar veya bizi uyutmayan sinek ve sivrisinekler… Kimi hayvanlar da vahşi doğada veya hayvanat bahçelerinden bize seslenirler; ulumalarıyla meşhur kurtlar, tıslamalarıyla tırstığımız yılanlar, doğadaki en yüksek canlı seslerinden bir tanesini çıkarabilen filler, kükremesiyle yeri göğü inleten ve bunun sonucunda ormanlar kralı yaptığımız aslanlar, çığlık çığlığa koşturan maymunlar, sesini yakından duymak istemeyeceğiniz ayılar, seslerinin duyulmasının kötüye işaret olduğu düşünülen baykuşlar, taklit edilmesi en zor seslerden bir tanesini çıkartan domuzlar, çığlık kelimesinin hakkını en iyi veren canlılardan birisi olan yarasalar ya da sualtından bize seslenen yunuslar, balinalar…
Ses aslında maddi bir süreç. Cisimlerin titreşiminden meydana geliyor. Fiziksel fakat sıvı, katı ve gaz cisimlerin oluşturduğu titreşimlerden meydana geliyor. Ses olabilmesi için, bu titreşimlerin saniyede 20’den 20.000’e kadar yükselen bir frekansta olması gerekiyor. Ses titreşimleri, havaya çarpınca, suya atılan bir taşın meydana getirdiği halkalar gibi, havada her yönde ilerleyen titreşimler meydana getiriyor. Böylece ses, havada ses dalgaları halinde yayılıyor. Ses dalgaları, kulağımıza geliyor. Kulak zarında da aynı titreşimleri meydana getirerek sesi duyma olayı meydana gelmiş oluyor.
Mahalleden geçen sokak satıcıları da hayatımıza ses katanlar arasındadır: “simiiiiit isteyennn” diye bağıran simitçiler, “eskiler alıyorum” diyen eskiciler, “overlok makinası ayağınıza geldi” diyen overlokçular, ezberlediğimiz nakaratları ile tüpçüler, patates-soğan satan seyyar manavlar ve daha niceleri… Bazen dikkatimizi dağıtan hatta sinirimizi oynatan sesler de gelir kulağımıza; topuk sesi, bozuk para sesi, tebeşir sesi, sandalye çekme sesi, alarm sesleri, trafikte işittiğimiz korna, fren, motor ya da ambulans sesleri, anahtar sesleri, kapı gıcırtısı, davul sesleri, zil sesleri, çan sesleri, televizyonda kanal arama sesi bunlara en güzel örneklerdir. Telefonda duyduğumuz meşgul sesinden fotoğraf çekme sesine, Formula 1 sesinden daktilo ya da günümüzdeki şekliyle klavye sesine kadar her şey aklımıza ses dendiğinde gelenlerdir.
Sesin, ses dalgaları halinde yayılması, ışık kadar olmasa bile (ışık saniyede 300.000 kilometre hızla gider), hızı oldukça fazladır. Saniyede 331 metre ilerleyebilir. Sesin şiddeti onu meydana getiren titreşimlerin büyüklüğüne, ses kaynağından olan uzaklığa bağlıdır. Yüksekliği saniyedeki titreşim sayısına göre değişir; titreşim ne kadar çok olursa, ses o kadar ince olur. Tonu ise aynı yükseklik ve aynı şiddetteki sesleri birbirinden ayırt etmemize yarayan özellikleridir; titreşen maddenin cinsine göre değişir. Ses titreşimlerinin, belirli bir zaman aralığında eşit olması, gürültüyü meydana getirir. Belirli bir armoni içinde karışan ses dalgaları ise müziği meydana getirir.
Kulağımızın duyabildiği titreşim kadar onu algılayabiliriz, doğru. Diğer isimleriyle seda ya da ün, her an hayatımızın içindedir. Duygu ve düşünceyi de temsil eder, herhangi bir davranış ya da tutum karşısında uyanan ruhsal tepkiyi de. Aralarında uyum bulunan titreşimleri de ses olarak adlandırırız. İşitme duyusunu, uyaran dalgalar ya da bu tür dalgaların beynin işitme özeğini etkilemesi de bize sesi işaret eder.
Kimi zaman sessizlik arar ve doğaya koşarız ama orada da sesten kaçamayız; su ya da rüzgar sesi, yağmur, dalga sesi veya gök gürültüsü bu sessizliğe bir anlam katar. En azından hapşırabiliriz, öksürürüz, belki bir bebek sesi gelir ya da uyuyan birisi horlar. Kısacası ses hiç bitmez. Ayak sesi duyarız. Çığlık atan olur. Birisi ıslık çalar. Kulağımız çınlar. Öpücük sesi bile kulağımızı tırmalayabilir. Birden bir cam kırılabilir. Üst kat komşumuz sifonu çekebilir. Uzaktan bir silah sesi ile irkilebiliriz. Televizyonda dış ses bize konuyu anlatırken, TV’den sıkılıp sesini kısıp iç sesimize kulak verip uykuya dalabilir, sessizliğe ihtiyaç duyabiliriz…
* Orhan Veli Kanık