Bu hüzün öyle çok ki hepimize yeter

 

Onur Caymaz / Ezilmiş leylaklar kitabı
Onur Caymaz / Ezilmiş leylaklar kitabı

“Baban sofrada bir akşam sana, kah bağıra çağıra kah büyük olmanın verdiği olgunlukla sakin, sınıfta sorulara, söz isteyip cevap verirsen, doğru ya da yanlış, her cümlen için para vermeyi teklif ediyor. “Susacak kadar büyüdüğüne göre, kendi geçimini sağlayacak yaştasın demek” diyor. Susuşunda kendisine ya da hayata karşı takındığın bir tavır var diye düşünüyor. Susmanın bir tavır olabileceğini öğreniyorsun böylece. Senin işin, bir öğrenci olduğuna göre, derse katılmak. Teklifini kabul ediyorsun. Güllerle süslenmiş bir defterin ilk sayfasına hesaplar tutmaya başlıyorsun. Hiç yalan söylemiyorsun ama konuştuğunda attığın çizikleri sayarak, konuşmadığının parasını almıyorsun. Böyle böyle başlıyorsun sözlerinin hesabını tutmaya.”

Ne çok yalnızız değil mi? Etrafımız ne çok karışık. Ne çok aldatılıyoruz. Ne çok terk ediliyoruz. Ne çok ağlıyoruz bazen dışımıza bazen içimize. Ne çok korkuyoruz bizi hiç sevmemesinden. Ne çok susuyoruz ve yutuyoruz en sindirilemeyecek durumları bile. Ezilmiş Leylaklar Kitabı, bütün bu korkulardan, yalnızlıklardan, gözyaşlarından örülü yaşamların öykülerini anlatıyor bize.

Öyle bir yerine nokta koyuyor ki bir çocuğun sevinçlerinin, kendi virgüllerinden peş peşe ekleyip öyle uzun bir hüzün işliyor ki bir genç kızın dantel gibi düşlerine, öyle bir sarı zarf bırakıyor ki bir adamın ciğerine; Atilla İlhan’ın şiirlerinde içimize yerleşen ve ne yaparsak yapalım ucuna hüzün takılı bir ilikli iğne gibi göğsümüzle boğazımız atasında bir yerde hep öylece duran duygunun çıngıraklısını salıyor üstümüze. İnsanın içi bu kadar ezilir mi bir kitabı okurken. Bu kadar sahi gelir mi okudukları. Bıraksan okumasan olmaz, devam etsen bir türlü. Ezilmiş Leylaklar Kitabı 2003’te yayımlandı. Kitapta on dört öykü var. On dört başka hüzün. On dört derin yara. On dört yangın.

Kitabı okurken neden öyle derinden sarsılacaksınız biliyor musunuz, Onur Caymaz’ın sizin hayatınızı hangi pencereden böyle bütün gerçekliğiyle izlediğini anlayamayacaksınız da ondan. Şüphe etmeyeceksiniz sizi gördüğünden ama nasıl gördüğüne bir yanıt bulamayacaksınız. Anlattıkları size tanıdık geleceğinden, bir yerlerde benzer hikayeler duyduğunuzdan, her akşam haberlerde benzer şeyler gördüğünüzden değil, büsbütün sizi anlattığından sarsılacaksınız. Bunu böyle inanılmaz bir şiddette başarabilmesini, Onur Caymaz’ın dille olan doğal ilişkisine bağlıyor edebiyatın ustaları; dili şiirsel bir akışkanlıkla kullanabildiği için bizi böyle derinden etkileyebildiğini söylüyorlar. Bunu nasıl yapabildiğinden bize ne ki; yapıyor. Adam Öykü’de yayımlanan öyküleriyle de yapardı ama Ezilmiş Leylaklar Kitabı’nda hiçbirimize acımamış Onur Caymaz. 

“Biz belki ölürsün diye korkuyor, gece koridordan geçip üstünü örtmeye gelirken, yüzüne vuran eski ay ışığında ölüp ölmediğini anlamak için sana bakıyorduk. Havai fişekler patlamadan önce ciuvvvv diye ince bir ses çıkarıyor yükseliyor ve hemen sonra patlıyordu. Binlerce ışık seli dağılıyordu havaya, dönerek patlayanı, yeşil ışık çıkaranı, birdenbire dağılıp patlayanı, bir sürü çeşidi vardı ve hepsi çok görkemliydi. Allah bin türlü belasını versindi hepsinin.”

Zamanı geri alamamak bence hayatın en trajik yanı. Aklımız yetmemiş, fikrimiz yetmemiş, paramız yetmemiş, cesaretimiz yetmemiş, şansımız yetmemiş ve ilk gençlik yıllarımızda bir hata yapmışızdır ve hatta o kadar basiretimiz bağlanmıştır ki yapamamışızdır bile. Öyle bir dert gelmiştir ki başımıza o gencecik yaşımızda, gücümüz yetmemiştir, hiç savaşamamışızdır bile. Kapıyı çarpıp çıkmasak, o çığlığı atmasak, o an orada durmasak, o fısıltıları duymasak bambaşka bir hayatımız olacakken olamamıştır. Zamanı geri alabilsek değiştireceğimiz ne çok şey vardır. İşte o değiştiremeyeceklerimizin, bir daha hiç göremeyeceklerimizin, asla bilemeyeceklerimizin öyküleri bunlar.

Veda Vapurları’nı sadece okumak yetmez, 2008 yılında Sesli Öyküler projesinde Toprak Sergen’in seslendirdiği o halini de dinlemek lazım. O zaman daha bir yumuşuyor kabuğu yaranın.Bugünün bir duyarlılığı olmadığını, 70’lerde o damarın kesildiğini ve kuruduğu, o zaman insanı insan yapan sızıların artık insanın derisinden içeriye sızamadığını konuşup duruyoruz ya, işte Onur Caymaz bu kitabında 70’lerin şimdi bu zamandan bakınca bile yakın görünen, acıtan, aklımızda ince ince kesikler açan duyarlılığını geri getiriyor.

Başa dön tuşu