Bu yol nereye gider?
Herkes gönlünce bir yol arıyor kendine. Ama bir gün, bir ses haykıracak göklerden: “Herkesin yolu kendine varır, arama başka yerde.” Ömer Hayyam
Hayatın ilk gününden itibaren hep bir yol söz konusu. Gidilen, kalınan, beklenen, özlenen, niyet edilen ama bir türlü çıkılamayan yollarla dolu dört bir yanımız… Bir gün “haydi” diyebilirsek belki o zaman yola çıkarız. Belki gider kim bilir belki de olduğumuz yerde kalırız. Zaman zaman sırf geri dönebilmek için, gitmiş olmak için gideriz bir yere. Cemal Süreya’nın arzu ettiği “can” kenarı bir yolculuk bekliyordur bizi belki de…
“Uzak dediğin önce içinde birikir insanın. Sonrası yalnızca yoldur.”
Murathan Mungan
Yanlışlıkla düştüğü çukurda dikkatini çeken beyaz bir tavşanın peşinden gidip, Harikalar Diyarı’na ulaşan Alice kadar şanslı değiliz hepimiz. Denk gele hayatlar yaşayıp, tesadüflere sığınarak ilerlemek ne kadar mümkün olabilir ki? Aklımız ermeye başladığı andan itibaren hep plânladığımız, çevremizdeki örneklere göre ilerlememiz gerektiğine inandırıldığımız yollarımız var bizim. Âşık Veysel’in dediği gibi; dünyaya geldiğimiz anda yürümeye başladığımız, menzile yetişmek için gece gündüz gittiğimiz uzun ince bir yol… Bu yolda güller de çıkar karşımıza, dikenler de. Ama yanımızda güvenebileceğimiz bir yol arkadaşı varsa ne doyarız gülleri koklamaya, ne de dikenleri yeter canımızı acıtmaya… Bu bildiğimiz, ister istemez gittiğimiz yolun yanı sıra bir de isteyip de gidemediğimiz yollar var. Hayalini kurduğumuz, “bir gün mutlaka” dediğimiz, herkesin hayatında bir kez de olsa “gidesi” gelen yollar… Özellikle güzel havaların verdiği etkiyle daha bir fazla gelen “gitmek” isteği… Nereye, ne zaman olursa yalnızca gitmek… Küçük bir sahil kasabasında, herkesten, her şeyden uzak kalmak; yalnızca kendiyle baş başa, huzurlu, sakin bir hayat sürme fikri cazip geliyor kimine. Alıp başını gitmek istiyor bazen insan. Ya da yalnızca “onu” katıp yanına… Ama insan yola çıkmaktan üşendiği buna bir türlü cesaret edemediği sürece yolun sonuna varabilmek ne mümkün?
“Öyle zamanlar olur ki nereye gittiğin önemini yitirir. Çünkü asıl önemli olan, yanında kiminle gittiğindir.” Tolstoy
Aslında gitmek için bizi gitmeye teşvik edecek hatta kolumuzdan sürükleyip götürecek birilerini bekliyor da olabiliriz. Tek bir söz, uzun zamandır içimizde uyuyan arzuyu uyandırmaya yeter. Belki kimin söylediğine ya da nasıl veya ne zaman söylendiğine bağlıdır harekete geçmemiz. Hayatı yollarda yaşayan gezginlerin tek yol arkadaşı müzik olur bazen. Belirlediği rotasına başlarken, takar kulaklıklarını, ya da alır enstrümanını düşer yollara. Yaşadığı dönemdeki teknoloji hangisine el veriyorsa artık. Ya da bulmuştur “yol eşini”, katmıştır yanına; varacağı yerden öte, gideceği yoldur tek umursadığı. Yollar daha bir şairane, daha bir romantiktir artık onun gözünde.
İnsana ilham verir yollar, adamı yazar, şair yaparlar. Aşılan ya da çıkılamayan nice yollar; bugüne kadar şarkılara, şiirlere hatta filmlere, kitaplara konu oldu. Örneğin “yolların şairi” olarak da anılan Faruk Nafiz Çamlıbel’den hatıra şiirler, hep bir yolu anlatır. Şiirlerinde ömrünü bitiren zamanın, yollara etki edemediğinden yakınır. Gurbette, sevdiklerinden uzak, yalnız ve mutsuz insanların; bir şekilde ayrı düşmek zorunda kalan âşıkların hem derdinin tek çaresi hem de düşmanıdır yollar… Bugün eskisi gibi değil belki mesafeler. Günlerce, haftalarca yol alan kervanlar yok artık. İnsanın yolunu bulması ya da gittiği yolda kaybolmaması için farklı yöntemlere başvurması gerekmiyor. En önemli yol göstericilerden biri olan ve ilk kez İ.Ö. 7. yüzyılda inşa edildiği bilinen deniz fenerleri, bugün hâlâ uçsuz bucaksız okyanuslarda, karanlığın içinde yapayalnız ilerleyen denizcilerin umudu olmaya devam ediyor. Ama artık yolumuzu bulmak için eskisi gibi gökyüzünden yardım ummak ya da karınca yuvalarından anlamlar çıkarmaya çalışmak gibi dertlerimiz yok. Bir çubuğun gölgesini takip etmek, yosunların konumundan ya da camilere, mezar taşlarına göre nerede olduğumuzu anlamaya çalışmak zorunda da değiliz. Teknoloji sayesinde geliştirilen yön bulma cihazlarımızın pilleri dolu olsun yeter. Yola çıkmak da, yolda olmak da son derece kolay artık. Ama kavuşmalara engel olduğu, sevenleri birbirinden ayırdığı sürece ne kadar uzak ne kadar yakın olduğunun; ne kadar kolay bulunduğunun ya da aşıldığının pek bir önemi kalmıyor.
Ucunda bazen acı veren ayrılıklar, bazen neşe dolu kavuşmalar olan yol aynı zamanda Uzakdoğu’da bir felsefe. Savaş sanatlarında dengeyi kurabilmek, şiddeti yenip, erdemli olmayı öncelikli kılabilmek için geliştirilen bir felsefe. Uzakdoğu dövüş sanatlarının neredeyse tamamının isminde bulunan ve “yol” anlamına gelen “Do” ancak doğa ile uyum içinde yaşayarak sağlanabilen bir kişisel farkındalık gücünü temsil ediyor. Gerçekleştirilen eylemin “dövüş” olmasına karşılık, amacın mücadele etmekten ziyade, insanın özüne hâkim kalarak evrende uyum içinde yaşaması olduğunu savunuyor. Do felsefesi insanın, bir parçası olduğu doğada her işi tam anlamıyla yapmasını, yaptığı iş her ne olursa olsun sonuna kadar gitmesini öğütlüyor. Bu felsefeye göre dün geçti, gitti ve yarın “şimdi” olmadan önce düşünülmemeli; gerçek bir “Do” yolcusu olabilmek için yalnızca bulunulan “an” yaşanmalıdır. Do felsefesini anlamak, gerçek bir Do yolcusu olabilmek için insanın öncelikle doğruları ve yanlışları ile kendini kabullenmesi gerekiyor. Onur, sadakat, cesaret, nezaket, şefkat, dürüstlük, adalet ve içtenlik bir do yolcusunun sahip olması gereken erdemleri oluşturuyor. Dövüş sanatlarına adını vermiş olmasına rağmen, kavgadan geçmeyen yolların felsefesi olan “Do”nun savaşı, yalnızca tek düşmanı olan egoyla. Çünkü bu felsefeye göre yalnızca o öldüğünde tüm evren uyum içinde ve en saf haliyle yaşayabilecek.
“Seyahatin önündeki tek engel kapının eşiğidir.” Bosna Atasözü
Yoğun anlamlar barındıran yol kavramının bir felsefe olarak karşımıza çıkması aslında hiç de şaşırtıcı değil. Hayatımızın neredeyse tamamını kapladığı gibi büyük anlamlar taşıyor olması “yol” kavramını vazgeçilmez kılıyor. Bugünün modern zaman seyyahları, dünyayı gezen ve gördüklerini ardında bıraktığı eserlere aktaran Marco Polo’dan öğrendi yolculuk anıları yazmasını. Günümüzde etkin olan seyahat blogları biraz da onun mirası. Gördüğü bir rüyanın peşinde kilometrelerce yol giden Evliya Çelebi’nin hatırası Seyahatnâme, bugün cesaretlerini macera tutkularına katıp yollara düşen gezginlerin ilham kaynağı. Rüzgârın estiği yönde savrulan otostopçular, şehirlerin gürültüsünden, günlük hayatın anlam veremediği kavgalarından kaçıp doğaya sığınan insanlar için hiçbir engel yok. Onlar yalnızca hayatın kendilerine verdiği imkânları da yanlarına katıp, kendi tercih ettikleri yolda ilerliyorlar.
Sonunda geri dönmek olsa da olmasa da yola çıkmak güzeldir aslında. Biraz değişiklik her zaman iyi gelir. Tebdil-i mekân, insanın hem ruhuna hem bedenine ferahlık verir. Siz çıktığınız yolun tadını çıkarın yeter. Tatil, gurbet, vuslat, macera, iş, aşk, huzur, hüzün belki de umut… O yolun sizin hayatınızdaki anlamı hangisiyse, yol size ne ifade ediyorsa onu sonuna kadar yaşayın.
Yazı: Ferhan Petek