Bursa’nın “sahne almış” hali

 

Bursa’nın kalbindeki Ahmet Vefik Paşa Bursa Devlet Tiyatrosu; adını aldığı gözükara Bursa Valisi’nin, Türkiye’nin ilk oyun yazarı Bursalı Feraizcizade Mehmet Şakir’in, ilk kadın mimar Münevver Belen’in Türk Tiyatrosu’na ve Bursalılara emaneti… Bu emektar binanın tarihi, Bursa’da tiyatronun da tarihi…

Bursalıların ne hatıraları saklı kim bilir burada? Kim bilir kaç kez buluştunuz birileriyle onun kapısının önünde ya da neler yaşadınız yine onun şahitliğinde? Belki çocukken bir gün o afişlerde gördüğünüz büyükler gibi olma hayalleri kuruyordunuz. Her seferinde içeri girmediniz belki ama, bir selam vermeden de geçemediniz hiç bu heybetli binanın önünden…

On parmağında on marifet bulunan, üretmeden, çalışmadan, öğrenmeden duramayan, haksızlıklara boyun eğmeyen bir adamın; büyükelçilikten meclis başkanlığına, öğretmenlikten çevirmenliğe birçok alanda etkin Ahmet Vefik Paşa’nın Bursa Valisi olarak atanmasıyla başladı bu hikâye… 1800’lü yılların ortalarında, sanki kaderi daha doğmadan belirlenmiş gibi dünyaya gözlerini bu binanın hemen bitişiğindeki bir sokakta açan Feraizcizade Mehmet Şakir ile yollarının kesişmesiyle ilk adımlar atıldı. Kadınların, değil kariyer yapmak ya da eğitim almak, sokağa çıkmasının dahi yasak olduğu bir dönemin ardından Atatürk Türkiyesi’nin ilk kadın mimarı olmayı başaran Münevver Belen’in çizimleriyle hayat bulan somut bir projeye dönüştü ve Bursa’nın sanat yuvası, tiyatronun hak ettiği değeri görmeye başladığı yer olarak geçti tarihe…

Bursa’nın “Ahmet Vefik Paşa”sı

1823’te İstanbul’da doğdu Ahmet Vefik Paşa. Dedesi gibi tercümanlık yapan babasıyla birlikte Paris’e giden Ahmet Vefik Paşa, buranın en gözde okullarından birinde, Saint Louis Lisesi’nde okuma imkanı buldu. Bir Fransız gibi Fransızca konuşmayı öğrenmekle kalmadı, eski dillere olan merakının peşinden gidip Latince ve Yunancayı da öğrendi. 1837’de İstanbul’a geri döndüğünde Tercüme Odası’na memur olarak tayin edildi. Dedesi ve babasının izinden gitmiş, o da devleti için çalışan bir memur olmuştu artık. 1842’den itibaren farklı ülkelerde ve şehirlerde farklı görevler almaya başladı. Eflak ve Boğdan, İzmir, Sırbistan, Macaristan… Bir süreliğine pasaport dairesine müdür olarak da atandı. Gösterdiği başarılarla zaman içinde terfi ettirildi ve farklı görevlere getirildi. Başçevirmenlik, Tahran Büyükelçiliği, meclis üyeliği yaptı. 1863’te Rumeli ve Anadolu’da yolsuzlukları incelemek üzere oluşturulan kurula Anadolu Sağ Kol Müfettişi olarak atandı. Yetki alanı sınırlarında bulunan Bursa bu dönemde büyük bir deprem yaşamıştı.(1855) Ahmet Vefik Paşa, Bursa’nın gördüğü hasara kendi gözleriyle şahit olunca burayı merkez olarak seçti ve kentin gördüğü hasarları telafi etme, yaralarını sarma görevini üstlendi. Bu süreçte yaşanan imar işlerinde yapılan yolsuzlukları ortaya çıkarınca, bu durumdan rahatsız olan kişiler tarafından üst makamlara şikâyet edildi ve müfettişlik görevinden uzaklaştırıldı.

6 yıl süren bu uzaklaştırma boyunca Rumelihisarı’nda bulunan köşküne çekildi Ahmet Vefik Paşa… Elbette boş durmadı ve uzun zamandır aklının bir köşesinde beklettiği fikirleri üzerinde çalışmalara başladı. Okullarda tarihi kaynak olarak okutulan “Fezleke-i Tarih-i Osmani”yi ve ilk Moliere çevirilerini bu dönemde yazdı. Hiçbir zaman anlaşamadığı Sadrazam Ali Paşa’nın ölüp, onun yerine Mahmut Nedim Paşa’nın geçmesiyle yeni görevlere atanan Ahmet Vefik Paşa, önce Gümrük Bakanı daha sonra ise Başbakanlık Müsteşarı oldu. Hareketli geçen bu döneminin ardından çeşitli sebeplerle yine işine son verildi ve açıkta kaldığı süreci, bilimsel incelemelerini topladığı “Lehçe-i Osmani”nin ilk bölümünü tamamlamak için kullandı. 1877 yılında yeniden Millet Meclisi’ne girip başkan seçilince “Paşa” unvanını aldı. Bir süreliğine İçişleri Bakanı olarak görev yaptıysa da 2 ay sonra bu görevinden de uzaklaştırıldı.

1879’da vali olarak atandığı Bursa’da yarım kalan işlerini tamamlamak için sıvadı kollarını. Artık aldığı unvan ile birlikte daha rahat hareket edebilecek ve Bursa için daha çok şey yapabilecekti. Öyle de yaptı. Onun valiliği sırasında Bursa’da ipekçilik daha da gelişti, özellikle gül ve pirinç üretimi arttı. Eski okulları yeniledi ve yeni okullar açtı. Kız çocukları başta gelmek üzere tüm çocuklara ilkokul zorunluluğu getirdi. Bursa’nın çıkmaz sokaklarını, dar aralıklarını düzenletti, caddelerini genişletti. Hatta bugün önünde sergiler düzenlenen, Bursalıların koşturmacaları arasında biraz dinlenmek için oturdukları bankların olduğu tarihi belediye binası da Ahmet Vefik Paşa’nın kente kazandırdığı binalardan biri…

Veee perde… 

Bursa’nın ekonomik gelişimine katkı sağlamakla yetinmedi, sanata olan sevgisini de taşıdı bu kente Ahmet Vefik Paşa. İstanbul’dan Bursa’ya gelen oyunculara maaş bağlayarak, gelirin bir kısmının Gurabe Hastanesi’ne bağışlandığı bir de tiyatro kurdu. Amacı bir yandan hastaneye gelir elde etmek diğer yandan halka tiyatroyu benimsetmek ve sevdirmekti. İlk kez 15 Eylül 1879’da Moliere’den uyarlayarak yazdığı “Meraki” oyunuyla açıldı Bursa tiyatrosunun perdesi. Bu dönemde, yazdığı Moliere çevirilerine yenilerini ekledi ve “Atalar Sözü” adlı eserini yayınladı. Tiyatronun gelişmesi ve halk tarafından benimsenmesi için aklına gelen her şeyi yapıyordu. Farklı kesimlerden insanları bu sebeple bir araya topladı ve “Tiyatro Muhipleri Encümeni”ni kurdu. Bu dönemde tanışıp kalemini beğendiği, çalışmalarını desteklediği Feraizcizade Mehmet Şakir’i de bu encümene dahil etmişti.

Ahmet Vefik Paşa hakkında hazırlanan 13 maddelik rapor, Bursa’da yaklaşık dört yıl boyunca sürdürdüğü valilik görevinden alınmasına neden oldu. Özellikle tiyatro için yaptıkları ise bu raporun büyük bir bölümünü kaplıyordu. Daha sonra 3 günlüğüne Başbakan olarak da görev yapan Ahmet Vefik Paşa, son olarak aldığı bu görevin ardından bir daha hiçbir devlet işinde çalışmadı. Kendi bilimsel araştırmalarına, yazılarına, kitaplarına yönelen Ahmet Vefik Paşa, 1891 yılında yoksul ve yalnız bir adam olarak hayata veda etti. Bursa’ya bıraktığı izler ise Feraizcizade Mehmet Şakir’e emanetti.

“Tanzimat’ın Moilere”si…

Bursa’nın ilk oyun yazarı, Bursa’da ilk özel matbaanın kurucusu, Türk dili hakkında yaptığı tespitlerle kendinden onlarca yıl sonraya ışık tutmuş Bursalı bir dâhiydi Feraizcizade Mehmet Şakir… Metin And’ın tabiriyle “Tanzimat’ın Moilere”si… Yaşadığı sürece Türk edebiyatına ve Türk diline büyük katkılar sağlamış, ardında bıraktığı eserlerle kendinden sonraki nesillere yol göstermiş olan Feraizcizade Mehmet Şakir Türk edebiyatının hakkı yeterince verilememiş bir değeri…

On altıncı yüzyılın sonları… Osmanlı’nın Batılılaşma yolunda en önemli adımlarını attığı dönem… Rönesans ile üstünlüğü ele alan Avrupalı devletlerin etkisi altında geçen yıllar… Yaşam tarzları, günlük hayatlar ve tabi ki sanatlar ve sanatçılar da bu etkiden nasibini almıştı. Tanzimat Dönemi’nde yaşanan bu değişimler, edebiyatçıları ikilemde bırakmış; alafranga ve alaturka karmaşasında, eski ve yeni arasında kalmalarına sebep olmuştu. Feraizcizade Mehmet Şakir, bu dönemde Moliere’den aldığı ilham ve Bursa’ya tiyatro adına büyük yenilikler getirmiş, imkânlar sunmuş olan Ahmet Vefik Paşa’nın desteği ile hem Türk edebiyatı hem de Türkçe adına en değerli eserleri verdi. Yalnızca tiyatro değil, matbaacılıktan salnameciliğe birçok alanda başarılı çalışmalar hayata geçirdi.

Feraizcizade Mehmet Şakir’in Buhara göçmeni bir ailenin çocuğu olarak Bursa’da doğduğu biliniyor ancak doğum tarihi bazı kaynaklarda 26 Aralık 1852, bazı kaynaklarda ise 24 Ocak 1853 olacak geçiyor. Mehmet Şakir’in babası olan Hacı Hasib Efendi, annesi Fatma Hanım’ın ikinci kocası… Fatma Hanım ilk kocası Hoca Hasan Efendi’den hamileyken, babası Hacı İbrahim Efendi onları boşatmıştı. Sebebi ise Hasan Efendi’nin tarihi Bursa yangınını izlemeye giderken karısını kapıları kilitli bir evde bırakmış olmasıydı. Fatma Hanım bu boşanmanın ardından Sahaflar Çarşısı’nda kitapçı dükkânı olan, Mehmet Şakir’in babası Hacı Hasib Efendi ile evlendi. Mehmet Şakir’in “Feraizcizade” adı, ailesinin nesiller boyu sürdürdüğü meslekten, “miras işleri ile ilgilenen ilim” anlamına gelen “feraiz” kelimesinden geliyor. Çocukluğu Bursa’nın Alacamescit Mahallesi’ndeki ahşap evlerinde ablalarıyla birlikte, babasının dükkânındaki kitapları okuyarak geçti. Oğlunun kitaplara verdiği değeri ve öğrenmeye olan ilgisini fark eden Hacı Hasib Efendi, ona Arapça, Farsça ve Fransızca öğretti ve onu iyi bir eğitim alması için de Bursa’daki Fransız Konsolosluğu’na gönderdi. 12 yaşında babasını kaybeden Mehmet Şakir, onun sayesinde konsoloslukta aldığı eğitimin faydasını görerek genç yaşında Hüdavendigâr (Bursa) Vilayeti Tahrirat ve Mektubi Kalemi’nde staj yapmaya başladı. 15 yaşında aldığı bu sorumluluğunu, 8 ay sonra asli memurluğa geçmesi takip etti. 1868 yılında kurulan Matbaa-yı Vilayet’te muharrir-i saniliğe (başyazar yardımcılığı) görevi üstlenen ve bir süre sonra bir süre sonra “muharrir” (başyazar) olan Feraizcizade Mehmet Şakir, Ahmet Vefik Paşa’nın desteği ile Vilayet Matbaası’na müdür olarak atandı. Öğrenmeye doymuyor; bir yandan Mektub-i Kalemi’ndeki görevine devam edip, bir yandan matbaada müdürlük görevini sürdürürken folklor, dil, salname yazarlığı gibi konularda kendini geliştiriyordu. Ahmet Vefik Paşa’nın 1882 yılında azledilmesinin ardından Mehmet Şakir’in Vilayet Matbaası’ndaki görevi sona erdirildi ancak Mektub-i Kalemi’ndeki işine devam etti. Ahmet Vefik Paşa’nın desteğini almış olması dedikodulara neden olan Mehmet Şakir, kendisini çekemeyenlerin diline düşmüştü. Onun desteği ile aldığı mevkiler her zaman konuşuldu. 1889 yılında, bazı resmi evrakların esnafın eline geçmesiyle Mektubi Kalemi’ndeki görevinden azledilişi bu dedikoduların bir sonucu oldu. Haksızlığa uğradığına inanan Mehmet Şakir olayın üzerine giderek açtırdığı soruşturmada aklandı ve görevini geri almayı başardı. Ahmet Vefik Paşa’dan sonra Hacı İzzet Paşa, Nazif Paşa, Zühtü Paşa, Hakkı Paşa, Hüseyin Rıza Paşa, Mahmut Celalettin Paşa, Ahmet Münir Paşa, Zihni Paşa, İbrahim Halil Paşa ile birlikte çalıştı. Aldığı üstün hizmet madalyasına rağmen İbrahim Halil Paşa döneminde görevlerinin tamamından uzaklaştırıldı. 1901 yılında gerçekleşen bu olayların ardından 2 yıl sonra Kırkkilise (Kırklareli) Sancağı Tahrirat Müdürlüğü’ne atandı. Bu onun farklı şehirlerde yapacağı görevlerin bir başlangıcı oldu. Kırklareli’den sonra Lüleburgaz ve Tırnova’ya da giden Mehmet Şakir’in, 1911 yılına kadar görev yaptığı Kırklareli’den “muamelat-ı ruzmerre”yi vaktinde teslim edemediği gerekçesiyle Niğde’ye tayini istendi. Bu görevi reddeden Mehmet Şakir, aynı yıl memurluktan da azledildi. Aynı yıl kalbi yorgun düşerek, geçirdiği bir kalp krizi sonucu hayata veda ederek Bursa’daki ünlü alim ve sanatçıların defnedildiği Deveciler Kabristanı’na gömüldü. Bugün Yeniyol Caddesi olan yerin sağında bulunan kabristan, 1948 yılında Sanat Enstitüsü’nün kurulmasıyla taşındı. Ancak mezar taşlarının önce Yeşil Medrese’deki müze binasına daha sonra ise Muradiye Külliyesi’nin bahçesine götürülürken, Feraizcizade Mehmet Şakir’in mezar taşı kayboldu ve bugün hala bulunamadı.

Hayatının her döneminde öğrenmeyi ve üretmeyi görev bilen Feraizcizade Mehmet Şakir, 1882 yılında Bursa’nın ilk özel matbaası olma özelliğini taşıyan “Feraizcizade Matbaası”nı kurdu ve 1884 – 1886 yılları arasında yazdığı eserleri bu matbaadan çıktı. Türkiye’nin ilk oyun yazarı unvanına sahip olan Mehmet Şakir’in ilkleri bununla da kalmadı ve Bursa’nın ilk sanat ve edebiyat dergisi olan “Nilüfer”i çıkardı ve 1886 yılı Aralık ayında yayına başlayan dergi 5 yıl boyunca devam etti. Nilüfer’in kapanmasının ardından 3 sayı süren “Gündoğdu” dergisini yayınladı. Tiyatro oyunları yazmak dışında yaptığı farklı işler arasında salnamecilik de bulunuyordu. 1301 ve 1302 yıllarına ait salnameler yazdı. 1892 yılında Bursa Mekteb-i Dadi-i Mülki’sinde Edebiyat ve Ahlak dersleri, 1897 yılında ise Kimya dersleri verdi. Türkçe’nin sadeleştirilmesi yolunda önemli adımlar atan Mehmet Şakir, yazdığı tiyatro oyunlarında bu durum net olarak görülüyordu. Tüm dillerin kaynağının Türkçe olduğunu savunarak, bu düşüncesini alacağı tepkilerden çekinmesine rağmen büyük bir kararlılıkla “Persenk” adlı eserinde açıkladı. Tanzimat yıllarında yazılan ilk dilbilgisi kitabı olarak kabul edilen Persenk ile dikkatleri üzerine çekmeyi başardığı gibi ölümünden sonra yıllar boyu araştırılacak olan bir gerçeğin, uzun süren bir tartışmanın temellerini de atmış oldu. Feraizcizade Mehmet Şakir, kısa bir süre içinde el yazması olarak hazırladığı ve yalnızca iki nüshadan oluşan bu eserinde Türkçe için “Adem Dili” diyor ve Türkçe’yi Güneş olarak tanımlıyordu. Ona göre diğer gezegenler nasıl Güneş’ten koparak tek başlarına birer gezegen haline geldiyse, diğer diller de Türkçeden türeyerek son hallerini almışlardı. Bu teori, ortaya atıldıktan uzun yıllar sonra 3. Türk Dil Kurultayı tarafından kabul edildi ve “Persenk” isimli eser, yıllar sonra ortaya çıkacak olan “Güneş Dil Teorisi”nin ilk adımıydı.  

Edebi kişiliği, tiyatro yazarlığı hatta kazandığı dil bilincinde, Ahmet Vefik Paşa’nın katkısını ve desteğini esirgemediği Feraizcizade Mehmet Şakir’in neredeyse tüm eserlerinde de Moliere’nin etkisi görülürdü. 1885 yılında yazdığı ilk eseri olan İnatçı yahut Çöpçatan’ın ardından aynı yıl İcab-ı Gurur yahut İnkilab-ı Muhabbet’i yazdı. Bu eserlerini Evhami (1886), Kırk Yalan Köse (1886), Teehhül yahut İlk Gözağrısı (1886) ve yine 1886 yılında yayınladığı “Yalan Tükendi” oyunları takip etti. Tüm eserlerinin ortak noktası Ahmet Vefik Paşa ve Moliere’nin Feraizcizade Mehmet Şakir üzerinde bıraktığı etkiydi. Yazdığı oyunların ana temaları ise genel olarak adalet, özgürlük, namus, yardımseverlik, dürüstlük, yaşam sevgisi, vatan sevgisi, sabır, cesaret, çalışkanlıktı. Oyunları Ahmet Vefik Paşa’nın açtığı daha sonra bakımsızlık nedeniyle yıkılan, yangınlar, depremler atlatıp bugünkü modern görünümüne kavuşan Ahmet Vefik Paşa Bursa Devlet Tiyatrosu’nda sahnelendi, Oda Tiyatrosu Sahnesi’ne adı verildi. Feriazcizade Mehmet Şakir ismi yine onun ismiyle açılan Gençlik Kursu ile de yaşatılmaya devam ediyor.

Türk tiyatrosunun Batılı anlamda gelişmesinde de büyük bir rol oynayan Ahmet Vefik Paşa, Mehmet Şakir’deki cevheri keşfederek ona destek oldu ve onu kendisinin Tiyatro Muhipleri Cemiyeti’ne alarak Bursa’daki azınlık sanatçılarına Türkçe diksiyon dersi verdirdi. Bu sürecin ardından oyunlar yazmaya başlayan Mehmet Şakir’in, bu cemiyette aldığı görev aşkına gölge düşürmüştü. Onu çok sevdiği karısından ayırma noktasına gelen dedikodular, bu dönemde ortaya çıkmış; ilk evliliğini yaptığı eşi Zehra Hanım ile ömür boyu pişmanlık ve mutsuzluk duyacağı bir ayrılık yaşamıştı. 3 evlilik yaşayan Mehmet Şakir’in, boşanmaktan, yazılarına yansıyan bir acı duyduğu ilk eşi Zehra’dan İffet ve Refet isimli çocukları oldu. Mehmet Şakir, zoraki olarak tanımladığı bu ayrılığın ardından Münire Hanım ile ikinci evliliğini yaptı. 2. evliliğinde mutluluğu yakalamıştı ama bu kez de eşini genç yaşta kaybetmenin acısını yaşadı. 3. evliliğinden olan kızı Lebibe Canan, İstanbul Darülfünun’a giren ilk kız öğrenciler arasında yer alarak babasının gurur kaynağı oldu.

Tiyatroya kadın eli…

Bursa’da Ahmet Vefik Paşa’nın başlattığı ve Feraizcizade Mehmet Şakir’in yazdığı oyunlarla hareketlenen tiyatro kültürü, Cumhuriyet Dönemi’nde de sürekli artan bir ilgiyle tüm şehre hakim oldu. Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu, 1932 yılında, bugün Mahfel’in bulunduğu yerde kurulan Bursa Halkevi’nde devam etti yaşamaya. Halkevi, bir süre etkinliklerini sürdürdüğü bu binayı yetersiz buldu ve yeni bir bina yapma gereksinimi ortaya çıktı. Arkitekt Dergisi, 1937 yılının Mayıs sayısında bir ilan yayınladı: “Bursa Halkevi binasının projesi müsabakaya konulmuştur. Müddet ağustos nihayetine kadardır.” Kısa süre içinde yarışmaya 15’ten fazla eser gönderildi ve yarışmada Türkiye’nin ilk kadın mimarı Münevver Belen ile Abidin Mortaş’ın projeleri birinci seçildi. Belen’in projesi üzerinden çalışmalar başladı. Batı ve cephe kısımlarından oluşan birinci kısım ihaleye girerek 19 Şubat 1939 yılında temeli atıldı.

Onlarca proje içinden en beğenilenin sahibi Münevver Belen(Gözeler) 1908 yılında İzmit Tepecik’te doğmuş bir mimardı. Kız çocuklarının okumasına gerek görülmeyen bir dönemde, ekonomik durumu ortalamanın altında olan bir ailenin ilk çocuğu, bir Çanakkale şehidinin üç çocuğundan biriydi. Eğer, Münevver’i evlatlık almak için talip olan aile, Münevver’in annesine onu okutacaklarına dair söz verseydi, annesinden de ayrı büyüyecekti. Böyle zor zamanlardan geçen Münevver Belen, yakın aile dostları Raşit Bey’in teşvikiyle 1922 yılında girdiği sınavı kazanarak, İstanbul Erenköy Kız Lisesi’nde yatılı okuma imkanı buldu. Kendi halinde bir semtten, fakir bir aileden gelen Münevver, Erenköy Kız Lisesi’nin binasını, süslü duvarlarını, yüksek tavanlarını, salonlarını görüp hayran kaldı. Onun bu hayranlığının, henüz 14 yaşındayken ileride başarılı bir mimar olacağının temellerini attığından habersizdi.

Münevver Belen, 1929’da liseyi bitirince güzel sanatlara kadınların da alınacağını duyup hemen sınava girdi. Yakın arkadaşı ve okul çağlarından itibaren hiç ayrılmadığı Leman Tomsu ile birlikte girdikleri sınavda başarılı oldu. Çocukken geçirdiği hastalık yüzünden sol kulağı az işiten Münevver Belen, sevgili dostu Leman’ın da desteğiyle başarılı bir eğitim dönemi geçirdi. İstanbul’da olmak, buranın mimari zenginliği nedeniyle Belen için büyük bir nimetti. Daha küçük yaşlarında ne olduğunu bilmeden ilgi duyduğu mimari artık hayatının tamamını kaplamış ve yine yakın dostu ile birlikte bu okuldan da başarıyla mezun olmuştu. O artık Türkiye’nin ilk kadın mimarı, Güzel Sanatlar Akademisi’nin ilk kadın mezunlarındandı.

Belen’in Bursa’da girdiği yarışmadan önce bir başarısı daha olmuştu. Hatta Bursa Halkevi için çizdiği projenin bir benzeriyle katıldığı bir yarışmaydı bu. 1933-1934 yılı mimarlık şubesi diploma yarışmasında, genç mimarların çizmeleri gereken Bağdat’ta inşa edilecek Türk Elçiliği projesi. Mezun olduktan iki yıl sonra, 1936 yılında Bursa Nafia Müdürlüğü’nde görev aldı Belen. Burada, eşi Mithat Gözeler ile tanıştı. 1940’ta evlendikten bir yıl sonra kızları Bercis’i dünyaya getirdi. Bu dönem onun için ailesiyle meşgul olmaktan mutlu ama kariyerinden uzak kaldığı bir dönem olmuştu. 1972’de yakalanıp ancak bir yıl mücadele edebildiği hastalığına dek başarılarla dolu bir hayat sürdü Münevver Belen… Yalnızca Bursa Halkevi değil Karamürsel, Gerede, Kayseri halkevleri binalarında da yine can dostu Leman Tomsu ile birlikte çalıştı.

Yeniden doğuş…

Ahmet Vefik Paşa tarafından açılan tiyatro bakımsızlıktan çökmüş ve Bursa yine tiyatrosuz bir döneme girmişti. 1926 yılında açılan Türk Ocakları temsil şubesini açınca yeni bir dönem başlatmıştı Bursa’da tiyatro için. Ocak birkaç yıl sonra kapandı ama temsil şubesi 1932 yılından itibaren Bursa Halkevi bünyesinde devam etti. Münevver Belen’in projesinin seçildiği yeni bina, 1951’de Halkevi’nin kapatılmasıyla sıkıntılı bir döneme girdi. 1957 yılına dek de bozmadı suskunluğunu. Aynı yıl mayıs ayında bir karar alındı, daha önce tiyatro için uygun olmadığına karar verilen Marmara Sineması, tiyatroya dönüştürülerek Devlet Tiyatroları’na devredilecekti. Dönemin Bursa Valisi Sabri Çağlayangil, kendisini ziyarete gelen ve Bursa’da bir tiyatro açılması konusunda ricada bulunan Cüneyt Gökçer ve Muhsin Ertuğrul’un da etkisiyle bir tiyatro açmak için kolları sıvadı. Dönemin zorluklarına, üst makamlardan gelen “uyarı” telefonlarına rağmen yolundan dönmeyen Çağlayangil, 28 Eylül 1957’de görkemli bir törenle tiyatronun açılışını yaptı. Açılış töreninde tiyatronun sembolik anahtarını Muhsin Ertuğrul’a verdi o da tiyatronun ilk müdürü olarak atanan Ragıp Haykır’a teslim etti anahtarı…

Bursa’da örnek tiyatro

Her şeye rağmen perdelerini açan Ahmet Vefik Paşa Bursa Devlet Tiyatrosu 1971’e dek turne tiyatrosu olarak hizmet verdi. Farklı şehirlerden, ağırlıklı olarak Ankara’dan gelen tiyatro grupları konuk oldu Bursa sahnesine. Aynı yıl Ekim ayında Lilllian Helpman’ın yazdığı ve Ali Cengiz Çelenk tarafından sahneye koyulan “Küçük Tilkiler” oyunu Bursa’da tiyatro adına yepyeni bir dönem başlattı. Bursa Devlet Tiyatrosu, attığı bu büyük adımla pilot bölge seçilerek, başarı durumuna göre Bursa dışında beş şehirde daha bölge tiyatrosu açılması konusunda öncü oldu. Bursa’nın artık yerleşik düzene giren, kendi oyunları, kendi oyuncu kadrosu olan bir tiyatrosu vardı. Bu tiyatronun ilk müdürü Ali Cengiz Çelenk’ti. Sanatçı kadrosu ise şu isimlerden oluşuyordu: Oğuz Bora, Işık Yenersu, Feyha Çelenk, Maral Üner, Babür Nutku, Şener Ünal, Cengiz Yılmaz, Yıldıral Akıncı, Değer İmsel ve Vacide Kılan… İki gruba ayrılan kadro, Küçük Tilkiler oyunu ile birlikte Samanyolu isimli bir oyun daha oynayacak ve yakın illerde, Balıkesir, Eskişehir, Edirne, Çanakkale, Tekirdağ, İzmit, Kütahya, Bilecik’te sahne alacaktı. Bununla birlikte oyunların sahnelenme düzeni de geliştirildi ve tiyatro izleyicisi bir sezon boyunca en az 10 farklı oyun seyretme imkânına kavuştu.

Feraizcizade’nin izinden…

Oyunlar belirlenmiş, kadro oturmuş ve tiyatrosever Bursalılar hayallerindeki tiyatrolarına kavuşmuşlardı. Ancak yine de bir eksik olduğuna inanan Bursa Devlet Tiyatrosu ekibi, Halk Eğitim Merkezi ile işbirliği yaparak bir tiyatro kursu açılması gerektiğine karar verdiler. Alınan bu karar üzerine, Bursa’nın ilk oyun yazarı Feraizcizade Mehmet Şakir adı, yetenekli gençlerin kendilerini keşfedip geliştirme imkânı bulacağı kursa verildi ve eğitimlerin verildiği odanın adı da “Feraizcizade Mehmet Şakir Eğitim Odası” oldu.

Her sezon biraz daha gelişiyor, yeniliklerle daha büyük adımlar atıyordu Ahmet Vefik Paşa’nın armağanı Bursa tiyatrosu. 70’li yılların başında, o zamana kadar Ankara’da yaptırılarak oradan getirtilen dekorların artık tiyatronun zemin katında kurulan büyük marangozhanede yapılacağı açıklandı. Kostümlerini de yine kendi üretecekti artık Bursa tiyatrosu. Kadro büyüyor, kostümden, dekordan sorumlu alanlarında uzman isimler ekibe dahil ediliyordu. Birçok ilke imza atıldı bu tarihi binada. Örneğin oyuncu anne-babası Tayfun ve Alev Orhon turnede olduğu için doğum gününde tek başına kalan Ozan Orhon bir çocuk oyununun kulisinde kutladı yeni yaşını. Birbirini seven iki insan, bu binada ettiler sonsuza kadar birlikte olma yeminlerini…

Ünlüler geçidi Bursa

Her yeni sezon yepyeni haberlerle, yüz güldüren gelişmelerle başlıyordu Bursa tiyatrosu için. Bugünün ünlü simaları, en sevilen isimleri gelip geçti bu tiyatrodan yıllar içinde. Kenan Işık, Ahmet Uğurlu, Mustafa Uğurlu, Yalın Tolga, Selçuk Yöntem, Zuhal Olcay, Emin Gümüşkaya, Kemal Okur, Burak Sergen, Zafer Altun, Erkan Can, Neriman Uğur, Ayşegül Günay, Tülin Oral ve daha niceleri… Sürekli gelişen ve genç yeteneklere de yer verilen ekip ve farklı oyunlar defalarca turneye çıktı. Farklı şehirlerde, farklı sahnelerde oynadılar yıllar boyunca. Tıpkı bugünkü gibi…

“Tayyare”de buluşalım

Tiyatro Bursa için her zaman önemliydi. Cumhuriyet’ten sonra başlayan modern hayatın etkisi kültür ve sanata da yansımış, ülkenin her yanında tiyatro, sinema, konser etkinlikleri görülmeye başlamıştı. Cumhuriyet tarihinin ilk modern salonları arasında yer alan Tayyare Kültür Merkezi de bunlardan biriydi. Adını aldığı Tayyare Cemiyeti tarafından ünlü mimar Arif Hikmet Koyunoğlu’nun projesi olarak hayata geçirilen Tayyare Kültür Merkezi, 1932’de hizmet vermeye başladı. 1945’te Büyükşehir Belediyesi’nin satın aldığı bina uzun yıllar boyunca sinema, tiyatro ve konserlere ev sahipliği yaptı. 1991-1995 yılları arasında özenli bir restorasyon sürecinden geçen Tayyare Kültür Merkezi, 700 kişilik konser, gösteri salonu, 4 sergi salonu ve 100 kişilik toplantı salonu ile Bursa’nın en önemli kültür-sanat noktalarından biri oldu. Tıpkı Ahmet Vefik Paşa Bursa Devlet Tiyatrosu gibi Tayyare Kültür Merkezi de hala Bursalıların sembolik buluşma noktalarından biri. Bugünlerde baştan aşağı yenilenen ve önümüzdeki aylarda yepyeni yüzüyle Bursalılarla buluşmaya hazırlanan Tayyare Kültür Merkezi, yıllardır olduğu gibi Şehir Tiyatrosu Oyuncuları ekibiyle birbirinden değerli oyunlar sahnelemeye kaldığı yerden devam edecek.

Bursa bugün oyuncusuyla, seyircisiyle, oyunlarıyla sahip çıkıyor tiyatrosuna… Ahmet Vefik Paşa’ya, Feraizcizade Mehmet Şakir’e Münevver Belen’e…  Adlarına yarışmalar düzenleniyor, sergiler açılıyor, hayatlarını anlatan kitaplar yayınlanıyor. Onların hem Bursa’ya hem de Türk tiyatrosuna bıraktığı silinmeyen izlerini takip ederek perdenin ardında kalmış cevherleri sonsuzluğa ulaştırmak için çabalıyor.

Kaynaklar: Ahmet Vefik Paşa Bursa Devlet Tiyatrosu arşivi, Ömer Naci Topcu, Deniz Dalkılınç
Bu da ilginizi çekebilir
Kapalı
Başa dön tuşu