Çağdaş sanatın ilk izleri: Goya
Bir matbaacı olan Goya, özellikle portre çalışmalarda yakaladığı başarıyla herkesi büyüledi. İspanyol ressam yaptığı tasarımlarla sanat dünyasını arkasından sürükledi. Bunlar birçok kişiye göre çağdaş sanata ilk adımlardı…
Gerçek ismi Francisco José de Goya y Lucientes (30 Mart 1746 – 16 Nisan 1828) fakat herkes onu Goya ismiyle tanıdı. Ondan sonraki birçok önemli ressam tarzına da etki etti. Özellikle resim sanatının iki önemli ismi olan Claude Monet ve Pablo Picasso, Goya’nın stilini benimsedi. Bugün Goya’nın eserlerinin büyük bir bölümü Madrid’de Museo del Prado’da sergileniyor. Fakat eserlerinin dehası tüm dünya tarafından konuşuluyor. Çünkü Goya’nın özellikle konu edindiği temalar ve uyguladığı teknikler hem çağının hem de diğer ressamların üzerinde bir noktadaydı… İspanyol ressamlar arasında bahsi geçen Triumvira’lardan bir tanesi Goya. Triumvira kelimesi “büyük ressamlar” olarak ifade edilebilir. Diğer iki büyük ressam da El Greco ve Diego Velázquez kabul edilir. Birçok kişiye göre Goya bir dahiydi. Sanatını asrının çok ötelerine taşımayı başardı.
Aragon bölgesinin küçük bir kasabasında dünyaya geldi. Babası resim ve oymacılıkla hayatını kazanırdı, annesi ise Aragonlu küçük soylu bir aileden geliyordu. 14 yaşlarındayken yerel bir sanatçı olan José Luzan’ın yanına çırak olarak verildi ve burada dört sene asistanlık yaptı. 18 yaşına girmeden Madrid’e gitti ve orada bir başka Aragon’lu ressam Francisco Bayeu’nın dikkatini çekmeyi başardı. Daha sonra kız kardeşini eş olarak aldığı Bayeu ile aralarındaki etkileşim Goya’nın erken sanatı üzerinde büyük tesire yol açtığı gibi, kendisine kimi sanat toplantılarına katılma ve yeni bir çevre edinme şansı sağladı. Rococo ekolünün baskın olduğu bu sanatsal ortamdan sonra, 1771 senesinde İtalya’ya gitti ve yaklaşık bir yıl kadar kaldı. Bu arada Parma Akademisi’nin düzenlediği yarışmayı kazanarak şöhretini arttırdı. İspanya’ya dönüşünde artık ünlü ve bilinen bir ressamdı. Bazı manastırların fresko çalışmalarından sonra, artık kendisinden bir asır evvel yaşamış Velazquez’den bu yana en muhteşem eserleri yaratacak sanatsal olgunluğuna ulaşmıştı Goya.
1786’da, kırk yaşında iken Kral III. Charles’ın emrine girdi ve bir süre sonra imparatorluğun baş ressamı unvanını taşımaya başladı. Güney İspanya’ya gezmeye gittiği 1792 senesi Goya’nın hayatında bir dönüm noktasıydı. Bu yolculuk sırasında ardı ardına geçirdiği ciddi hastalıklar işitme duyusunu tümüyle kaybetmesine yol açtı ve içine düştüğü derin karamsarlık hissi eserlerinde işlediği konulara da yansıdı. Yaşadığı bunalımların şiddetiyle ruhu kavrulurken, güzel bir dul olan Alba Düşesi ile yaşadığı aşkın ortaya çıkmasının yarattığı skandal ve ardından Napoleon komutasındaki Fransız askerlerinin İspanya’yı işgal etmesi sonucu yeni ruhsal sarsıntılar geçirdi. Bir vatansever olarak Fransız askerlerinin İspanyol vatandaşlarına yaşattığı zulüm ve acıları bizzat gözlemleyerek daha da karanlık bir karaktere büründü ve bunu özellikle küçük çizim serileriyle kâğıda döktü. 1815 yılında Goya kendisini toplum hayatından hemen hemen soyutlamış gibiydi, artık yalnızca arkadaşları ve kendisi için resim yapıyordu.
Dört sene sonra, takvimler 1819’u gösterdiğinde 72 yaşındaki Goya tekrar çok ağır bir hastalığın pençesine düştü. Çeyrek asırdır kulakları işitmiyordu, Napoleon savaşlarının zor ve ıstırap dolu dönemini görmüş, ardından İspanya’da yaşanan kargaşa ve iç mücadelelerin tam ortasında yaşamıştı. Toplumdan ve tüm insanlardan kaçmak, herkesten ve her şeyden olabildiğince uzak yaşamak için yaşamında radikal bir değişikliğe gitti: Uzun zamandır birlikte olduğu Leocadia Weiss ile beraber Madrid’in dışındaki kırsal bir bölgede, sade, dikdörtgen biçimli iki katlı basit bir eve yerleşti. Ev başka insanlar tarafından çoktan beridir “Quinta del sordo”, yani “Sağır Adamın Köy Evi” olarak adlandırılıyordu, çünkü evin Goya’dan önceki sahibi de sağırdı. Burada yaşamanı sürdürmeye başlaması Goya üzerinde asla iyileştirici bir tesir yapmadı.
Goya “Quinta del sordo”nun alçı duvarlarını o güne dek yaratılan en rahatsız edici, en yoğun, en dehşetli resimlerle süslemeye başladı. “Kara Tablolar” olarak anılan bu eserler Goya’nın sanatında eriştiği doruk noktalarıdır. Siyah, gri ve kahverenginin ağırlıklı kullanıldığı bu karanlık eserlerin hiçbirisine isim vermedi, zaten evinin duvarlarına yaptığı bu resimler herhangi bir ticari amaç güdemezdi. Kara Tablolar’ın isimleri, daha sonra kimi sanat tarihçileri tarafından belirlendi. Ölümünden çok sonra, 19. yüzyılın sonlarında “Sağır Adamın Köy Evi”nin duvarları yetkililerce sökülerek Madrid’deki del Prado Müzesi’ne götürüldü ve bu resimler plasterlerle özel bir teknik uygulanarak tuvallere geçirildi. 1824 senesinde sağlık sorunlarını bahane ederek Kral VII. Charles’dan aldığı izinle Fransa’ya, Bordeaux’ya yerleşti, iki sene sonra kısa bir ziyaret için uğradığı Madrid’te İmparatorun baş ressamı unvanını bıraktığı bildirdi. 16 Nisan 1828 tarihinde Bordeaux’da hayata veda eden Francisco de Goya, geride beş yüze yakın yağlı boya tablo ve fresko, üç yüz kadar litografi ve yüzlerce çizim bıraktı. Ürettiği her detay resim sanatı açısından bir şanstı…