“Çile yolcuları”
Bursa’nın her şeyiyle “en gizem dolu” köşesi. Felsefi olarak düştükleri “yola” baş koymuş, onlarca “gönül dostu” ve dünyanın dört bir yanından onlara katılan nice misafirleri… “Ham” gelip, “pişerek” çile çeken ve en nihayetinde “yüreğini” ortaya koyup, “yanıp tutuşanların” ama hiç vazgeçmeyenlerin çile dolu hikayesi Karabaş – i Veli Kültür Merkezi’nde yaşananlar…
Gelmiş geçmiş en yüce Türk tasavvufçularından biri sayesinde yaşanıyor olup bitenler. Her gece birbirinden her açıdan farklı yüzlerce insanı kendisine çekiyor bu ulvi mekan. Karabaş – i Veli Kültür Merkezi’nde kafanızı çevirdiğinizde bir Koreli görebiliyorsunuz ya da bir Afrikalı. Erzurum’dan yüreğine bir nefes huzur çekmek isteyen Fatma kadın da orada oluyor, Antalya’nın yörüklerinden Mehmet Amca da… Bursalılardan ise sadece “bilenler” orada.
Ömrünü insanlara hizmete bahşetmiş, bu sayede halkın takdirini kazanmış bir dünya bilgininin, tasavvuf felsefesinin belki de en “içten” şairinin felsefesi ile şekillenmiş bu gizemli dünyayı bir araya getiren ise; temelde “hak” sevdası… Felsefesinin derinliği ile hümanizme öncülük edip İslam tasavvufunu kendisine yol edinmiş olan Mevlana, mesnevi kültürünün yeşermesini sağlarken; bugün Bursa’da bu sevdanın hiç bitmeden sürüyor olmasını nasıl karşılardı acaba?
Mevlana Celâleddin Rumi’nin özel olarak yaptığı zikir ve törenleri göz önünde tutarak ölümünden sonra oğlu Sultan Veled tarafından kurulan tarikata giren “Mevlevi”ler, tarikat kurallarına göre çile doldururken; “her gün” belli sınavlardan, denemelerden geçerek yetkili pirinden el almaya çalışıyor Karabaş-i Veli’de…
Mevlevi’nin davranışları, giyim kuşamı, konuşması, çevresiyle olan ilgisi ve başkalarına karşı tutumu, tarikat kurallarına göre belirli ve sınırlı. Mevleviliğe karşı sevgi ve ilgi duyarak tekkede gerekli törenlere katılan kimseye Mevlevi muhibi (Mevleviliği seven) deniyor. Dergâhının şeyhine ise Mevlana Celâleddin soyundan gelen bir “çelebi…”
Her akşam sekizde sema gösterisi düzenleniyor kültür merkezinde. Semahanede aynı zamanda canlı olarak tasavvuf musikisi icra ediliyor. Sema gösterisi bu canlı müzik eşliğinde yapılıyor. Semazenler neyin huzur kokan nameleri eşliğinde dönüyorlar. Gösteri boyunca yapılan ücretsiz çay servisi de Mevlevi kültürünün misafirperverliğini gözler önüne seriyor. Ramazanda iftarların verildiği mekânda, kandillerde ise şerbetli lokmalar dağıtılıyor. “Siz kimsiniz? , Nereden geldiniz?” diye sorulmuyor asla. Aynı zamanda merkezde ücretsiz ney, hat ve semazenlik dersleri veriliyor. Dergâh odalarında semazen giysileri ve Mevlevi çalgıları sergileniyor. Gönül sevdası ile ikram buyurulan bu detaylar, özellikle kültürlerinde parasız ya da karşılıksız bir kazanım elde etmeye alışık olmayan yabancıların hayretiyle karşılanıyor.
Mevlevi olmak isteyenler, tekkeye geldikten sonra birtakım gerekli törenlerden geçmesi, kesin kurallara uyması gerekiyor. Zaten temelde bir kimsenin “Mevlevi” adını alabilmesi için çileyi doldurması bekleniyor. Bilmeyenler için hemen aktaralım; çile, Mevlevi geleneğine göre bir hücreye kapanarak yapılıyor. Çileye çekilen müride ise “çilenişin” deniyor. Çile bir içe kapanış, bir öz eğitim ve kendini yetiştirme yolu da denebilir. Çileye törenle girilip, çileden törenle çıkılıyor. Mevlevi adaylarına ise Can deniyor. Can, üç günlük ilk çileden sonra bir hücreye konuyor.
Burada üç gün içinde sır olur. Yemeğini, suyunu meydancı getirir. Üç gün bitince meydancı, canı alır tarikçi dedeye götürür. Can, tarikçi dedenin önünde iki dizi üstü oturur, verilen öğütleri, gösterilen yolları dinler. Sonra tekrar çileye girer. On sekiz gün çilede kalır. Bu süre içinde dışarıya çıkmaz, yalnız tekke içinde gezinebilir. On sekiz gün sonra Şems-i Tebriz-i ziyaretine çıkılır. Can, isterse daha sonra çileyi sürdürür, isterse illerdeki Mevlevihanelere giderek hizmet süresini bitirir. Bu süre toplamı bin bir gün olan, bir hizmet dönemi…
Her gün onlarca insanı Karabaş-i Veli Kültür Merkezi’ne toplayan sema, işitme ve dinleme anlamına geliyor ya da tasavvufta güzel sesle okunan Kuran-ı ve dini konularla ilgili şiirleri dinleme… Ölçülü ve ahenkli sesleri ile dinleyenleri bambaşka bir diyarın kucağına bırakan bu şiirsel ilahileri genellikle ölçülü ve ahenkli hareketler izliyor. Bu nitelikteki hareketlere devr, deveran, hareket, raks ve sema gibi isimler veriliyor. Sema hem işitme ve dinleme hem de dinlenen ahenkli ve hoş sedanın tesiriyle hareket ve raks etme anlamında kullanılıyor. Genellikle dervişler döne döne raks ettiklerinden de Sema’ya devir ve deveran (dönmek) da deniliyor. Semanın icra edildiği yere ise malumuyla Semahane deniyor. Mevlevi mukabelesi olarak da bilinen Mevlevi seması; şiir, musiki, raks, edeb ve erkân gibi birçok estetik sanat unsurlarını içeriryor. Bunlar ruhu şaha kaldırıp yüceltmek ve böylece “Hakka” yaklaşmak için önemli ve vazgeçilmez vasıtalar olarak kullanılıyor. Bu anlayışın neticesinde Mevlevilikte zengin bir edebiyat, musiki adab ve erkân kültürü oluşmuş durumda… Bu kültür yüksek zümrenin hem estetik zevki, hem de manevi hayatı bakımından büyük önem taşır.
cMevlevi Sema Ayini de musikisinden kıyafetine kadar her alanda pek çok sembolleri taşıyor. Benliğinden ölü olan Mevlevi dervişinin başındaki sikkesi mezar taşı, giydiği tennuresi kefeni, sırtındaki hırkası kabridir. Semahane ise sağ tarafı görünen ve bilinen madde âlemi, sol tarafı ise mana âlemi olan kâinatı simgeliyor. Tecelli rengi olan kırmızı renkli post üstündeki Şeyh ise, Hz. Mevlana’yı temsil ediyor. Hakikate varan yolu o biliyor. Sema dört selamlı yapılıyor. Birinci selam, insanın bilgiyle hakikate doğarak, yüce yaratanını ve kendi kulluğunu idraki anlamına geliyor. İkinci selam, insanın yaratılışındaki nizamı, azameti müşahede ederek, Allah’ın kudreti karşısında hayranlık duyması; üçüncü selam ise, insanın hayranlık ve minnet duygusunun “aşk”a dönüşmesiyle, aklın aşk’a kurban oluşu olarak ifade ediliyor. Bu kelimenin her anlamıyla tam bir teslimiyet. Allah’a vuslat da denebilir. Dördüncü selam ise insanın manevi yolculuğunu tamamlayıp, kaderine razı olarak, yaratılıştaki vazifesine, kulluğuna dönüşüyor.
Mevlevi kültürünün tennureleri uçurduğu esintide, günlük hayatın stresinden uzak olan Karabaş-i Veli Kültür Merkezi, gizemli havası ve huzur dolu yüreğiyle Mevlevi kültürünü yaşatmaya çalışıyor diyebiliriz. Bu derin kültürü ağırlayan Karabaş-i Veli Tekkesi 400 seneyi aşkın bir süre önce Halvetiye Tarikatı’na bağlı Yakup Çelebi tarafından yaptırılmış. Hem ilginç kubbesi, zengin süslemeleri, özgün yapısı ile döneminin en güzel mimari örneklerinden. Tekke, 19. yüzyıldan itibaren Kadiriye Tarikatı’nın Eşrefiye koluna bağlı şeyhler tarafından idare edilmiş. 1925 yılında tekkelerin kapatılmasından sonra semahanenin bir kısmı idman yurdu, diğer kısmı ise ev olarak kullanılmış. Semahane, İkinci Mahmut devrinin kabul gören ampir üslubuyla inşa edilmiş. Semahanenin ve diğer kısımların çeşitli zamanlarda tamir edildiği biliniyor. Semahanenin doğu tarafında yer alan hazirede, dergâhta görev yapan meşayıhın (şeyhlerin) yanı sıra, Bursa’da resmi görevli başka kişiler ile onların eşlerine ait kabirler bulunuyor. Dergaha Yakup Çelebi’nin kaleme aldığı Tecvid-i Karabaş isimli kitabından dolayı Karabaş ismi verilmiş. Kuruluşundaki orijinal yapıları ise günümüze gelememiş. 1851 tarihli kayıtlara göre dergâhın, semahane, şeyh odaları, iki derviş odası, misafir odaları, sofa ve abdesthane gibi kısımlardan meydana geldiği anlaşılıyor.
Karabaş-i Veli Kültür Merkezi, Bursa’da, günümüze kadar ayakta kalabilen ender dergâh yapılarından biri olma özelliğine de sahip. Ayrıca dünyada 365 gün sema gösterisinin yapıldığı tek mekân olma özelliğini taşıyor. Restore edildiği tarihten bu yana dünyanın her yerinden 500 binin üzerinde ziyaretçinin kapılarını araladığı Karabaş-i Veli Kültür Merkezi, günümüz insanına iç dünyasına keşfetme fırsatı sunarken, bir taraftan da evrensel bir ağ örüyor.