Çocuklara büyük gelecek masallar
“Yaz, sevmeyenler için her yıl geçmesi beklenen bir hastalık gibidir. İstanbul, bu temmuz şehre edepsizce zulmeden azgın bir yaza tamamen teslim olmuştu. Şiddetli nem, şehri dev bir akvaryuma, İstanbulluları da bezginlikten kendi sivri dişlerinin gücünü unutan devasa bir lüfere dönüştürmüştü. Sıcak, o kadar şeytanca azapkârdı ki, şehri binlerce yıldır hiç terk etmeyen melekler, periler, azizler, yatırlar, evliyalar, hayaletler, gulyabaniler, öcüler, cinler, Pagan tanrıçalar ve tanrılar, göze görünmez bütün ilahi ve şerli varlıklar, aksakallı dedeler, şifacı analar ortalıktan çekilmiş; masallara, efsane, menkıbe, destan, ninni, dua, sema, ilahi, nefes, deyiş ve mânilere saklanmışlardı. Sıcağın etkisiyle bütün duyguların kıvamı bozulmuş, sünmüş, uzamış, kimsenin herhangi bir konuda başkasına sataşmaya hiç mecali kalmamış; küstah, fanatik, kuralcı ve kavgacılar bile handiyse saygılı, edepli ve selim fanilere dönüşmeye başlamışlardı.
Sıcak, bütün diktatörlerden daha zalimdir.”
Bazılarımız şanslıydılar. Kitap sayfalarına sığdırılmış ve bütün dünyanın çocuklarına aynı anlatılmış masallarla değil; yazılı olmayan, ikinci kez aynısı anlatılamayan, evlerin odalarına ve yataklara ve çarşafların altına ve damlara ve kapı önlerine sığmayan masallarla büyüdüler onlar. Büyük büyükanneleri, aksakallı dedeleri onlara içinde gerçek dışı evrenler, hiçbir gözün göremeyeceği sihirler, geceleri uyanan dev kuşlar, kazanında türlü deva kaynatan iyi kalpli cadılar olan masallar anlattı. O masallarda yüzünde bin bir ömür taşıyan insanlar vardı. O masallarda suyun, toprağın, ateşin ve havanın sırları saklıydı.
Buket Uzuner; Anadolu’da yeşeren, yaşayan, büyüyen bütün kültürleri ruhlarına işleyecek biçimde etkilemiş kadim Kamanlık geleneğinin temel unsurları olan su, toprak, hava ve ateşten ilham alarak yazdı yeni romanı ‘Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları’ dörtlemesinin ilk kitabı Su’yu. Yusuf Has Hacib’in “Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür. Kişinin süsü yüz, yüzün süsü gözdür.” Sözüyle başlayan Su’yu, Kutadgu Bilig’in şifresi olarak görenler de var.
Buket Uzuner, Su’da bütün canlıların eşit değerde olduğu anlayışıyla doğayı ve yaşamı kutsayan kadim Türk geleneği Kamanlık’a bir kapı aralarken, bizi hem eko-feminist bir okumaya ve bin yıl önce yazılmış olan Kutadgu Bilig’in kilitlerini heyecanla açacak anahtarları bulmaya çağırıyor. Romanın başkişisi Defne Kaman, o büyülü masallarla büyüyenlerin kendilerin çok şey bulacakları, bazen o olacakları, bazen kendilerine dair soruların yanıtını ondan umacakları bir gazeteci. Ailesinin bir kısmına göre uyumsuz, kimilerine göreyse kutlu Defne.
“Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, Dedem Korkut ile Ninem Umay beşiğimi tıngır mıngır sallar iken’ diye başlayan eski Türk masallarında, uzak çok uzak diyarlarda, ailesini soğuktan korumak için ağaç kesmek zorunda kalan eski Türk, önce, o ağaçtan özür dilermiş. Ağaca, ihtiyacından fazlasını kesmeyeceğine, bundan böyle yediği her yemişin çekirdeğini, tohumunu aynı yerlerde toprağa gömeceğine söz vererek, ağacın canına ve onu yaratan güçlere dua edermiş.”
Defne’nin altıncı hissi çok kuvvetli. Türlü melekeleri, çeşit çeşit marifetleri olan bir kadın Defne. Dilinin kemiği yoktu. İnandıklarının uğruna değme kahramanlardan daha cesurca koşar, inanmadıkları için kılını kıpırdatmazdı. İnanmadığı hiçbir şeyi kes kafasını savunmazdı. Kadınlara karşı işlenen suçların peşinden giderken aklı daha da keskinleşir, gözleri var olmayanı bile görür, kalbi en geniş ovadan bile daha büyük açılırdı. Bir gün ardında iz bırakmadan ortadan kayboldu Defne.
Her zaman riskli, tehlikeli konularda araştırma yapan, birilerinin kuyusuna çomak sokmak icap ediyorsa o çomağı var gücüyle en derinlere iten Defne’nin, zaman zaman ortadan kaybolduğu olurdu. Yine kayboldu. Önce kimse önemsemedi. Her zamanki kayboluşlarından biri zannettiler. Oysa bu defa Defne kendiliğinden ortaya çıkamayacak bir nedenle kaybolmuştu. Zaman geçtikçe herkes endişelenmeye başladı ve sonunda kayıp ihbarı yaptılar. Gittikleri karakolda Defne’nin durumu ile ilgilenmek görevi komiser Ümit Kaman’a rast geldi. Rastlantı mıdır yoksa denildiği gibi hayatta hiçbir şey tesadüf değil midir bilinmez, muhakkak vardır bunun da bir sebebi. Yoksa neden başkası değil de Ümit Kaman? Defne Kaman’ı aramak Ümit Kaman’a kaldı. Daha önce adını duymadığı bu kadınla aynı soyadı taşımanın komiser Kaman’ın hayatında nelere neden olacağını o sıra kim nereden bilebilirdi. Defne Kaman’ı araştırdıkça, onu tanıdıkça kafası daha da karıştı komiserin ve olayları anlamaz oldu. Karakolda çıkan akraba söylentileri, nine Umay Bayülgen’in karakol ziyaretleri de eklenince bulmacalarla ve heyecanlarla dolu bir dram içinden adeta bir durum komedisi çıktı.
Hepsine inandılar ve mantıklı buldular da ne bir yunusun bir insanı koruyacağına, ne de bir insanın ölümden kurtulmak için yunusa dönüşebileceğine inandılar. Kendilerinden boşanmak isteyen karılarını günde beşer beşer bıçaklayıp doğrayan kocalarla, ölmemek için devlete yalvardığı halde korunmayan, göz göre göre ölen kadınların olabilirliğine inandılar. Erkeklere, kendilerini dünyanın hakimi zannetmelerine yol açan resmi eğitime ve kültüre, onların işsiz ve yoksul kalınca kendilerini iktidarsız hissederek, biraz da mecburen karı ve kızlarına işkence ettiklerine, daha ilginci, bunun tabiat kanunu olduğuna bile ikna oldular ama bir yunusun iyilik yapacağına hayatta inanmadılar.
Gazeteci Defne Kaman’ın, ninesi Umay Bayülgen’in, komiser Ümit Kaman’ın ve sahaf Semahat’in hikayesi Su. Komiser Ümit, sevdiğine kavuşmaya çalışan, geleneklerin arasına sıkışmış genç bir erkek. Semahat, kendini sahaf dükkânına ve kedilerine adamış genç bir kadın. Umay Nine, Kaman geleneklerini yaşayan ve yaşatan bir otacı.
Defneyi, Umay Nine’yi, Ümit’i, Semahat’i tanımak, kendine gidilecek yeni yollar, dünyayı ve doğayı sevmek ve anlamak ve her şeyle barışmak için yeni nedenler arayan herkese iyi gelecek. Onların iyilik, hak, dürüstlük hakkında söyledikleri, herkese yaşamlarının bundan sonrası için ilham verecek. Tükettiğimiz, eksilttiğimiz, kirlettiğimiz, dönüştürdüğümüz doğayı şimdiye dek olmadığı kadar sevecek ve kendinizle en karanlık yerinizde yüzleşeceksiniz. Doğayı tükettikçe kendimizi tükettiğimizi, onu yiyip bitirdikçe kendimizi bitirdiğimizi anlayacaksınız.
“Rüyanı suya anlat” diyen büyükannelerin bilgeliğini, kucaklayışını, sonsuz anlayışını serin bir su gibi içeceksiniz bu kitapla. Su bittikten sonra da günlerinizi serinin Çorum’da geçecek ikinci kitabı Toprak’ı beklemekle geçireceksiniz.