Çok yönüyle “değer”
“İnsan gözdür, görüştür, gerisi ettir. İnsanın gözü neyi görüyorsa, değeri o kadardır.” Mevlana Celâleddin-i Rûmi
İnsan; kendini bildiği ilk yıllarından itibaren hep bir “değer” peşindedir ve maddi ya da manevi, verdiği ya da bildiği her değer, onun kendi değerini belirler. Hayatın içinde ne varsa “değer”lidir. Kimi kendine göre belirlediği değer kavramını kendi değer yargılarına göre altına, paraya, zamana, güzelliğe, işine, başarısına yatırır; kimi hayatın “yaşanmaya değer”liğini aile, sanat, vatan, din ya da aşkla ölçer. Değerlerimizin değerleri de ya onlara duyduğumuz ihtiyaca ya da bize olan uzaklıklarına bağlıdır. Verdiğimiz, bildiğimiz, hissettiğimiz bazen de bekleyip görememekten şikâyet ettiğimiz değer; belki de felsefi tanımlamasındaki gibi yalnızca “matematiksel parametresi olan bir olgu ve olay”dan ibarettir.
“Değer” kelimesini duyunca, 80’li yıllardan kalma bir hatıra gelir bazılarımızın aklına. Onu bilenler taklidi zor gülüşü, sahibine olan sadakati ve kendi değerlerini sahiplenişiyle hatırlar onu. Çoğu insanın çocukluğundan kalma bir değer, yaşlı sahibinin biricik “Değerli”sidir o. Dışarıda yaptığı onca yaramazlığa rağmen, sahibine hiçbir şey hissettirmeyen, o zamanın çocuklarının bugün tatlı bir gülümsemeyle andığı hem biraz sinir bozucu hem de en sevimli hatırası… Belki de çoğumuz ondan öğrendik değer vermeyi. Değer verdiklerimizi üzmeden, kendi değer yargılarımızın peşinde, kendi inandıklarımızın yolunda yaşamayı.
Neye ne kadar değer verdiğimiz kadar bize ne kadar değer verildiğini umursuyor, belki de değer verdiğimiz kadar değer görüyoruz. Bazen kendi değerimizi kendimizin belirlediğine inanıyor, bazen de tüm yargıyı çevremize bırakıyoruz. Bize değer verilmesini bekliyoruz. Kendimizi en değersiz hissettiğimiz zamanlarda sorgulamaya önce kendimizden başlıyoruz. Bizim değer yargılarımız nelerden oluşuyorsa, hayatın içindeki değerimizin de bunlara göre şekillendiğini düşünüyoruz. Tarihte kazandığı onca zafere, bıraktığı onca ize rağmen “para, para, para!” sözleriyle hafızalara kazınan Napolyon; insanları rakamlara benzetmiş, durumlarına göre değer kazandıklarını söylemiş.
Son nefesine kadar, her türlü değerin ötesinde aklın gücünü savunan Einstein ise kendindeki değer kavramını “Değer yaratın. Başarılı olmaya çalışmaktansa, değerli olmaya çalışın.” öğüdüyle açıklamış. Hayatın her anında olduğunu ispatlarcasına matematik, kimya, fizik gibi birçok alanda da karşımıza çıkan değer kavramı, “Aksiyoloji” olarak da bilinen “Değerler Felsefesi” başlığında her yönüyle ele alınıyor. Yaşama yön veren düzenlerin, toplumun sahiplendiği ve her yeni üyesine kabul ettirdiği değerleri; insana, çoğunluğa uyması, belli kurallara uyarak nasıl yaşaması gerektiği konusunda yol gösteriyor.
İnsanları, şehirleri, ülkeleri kısaca bizi biz yapan her şey bir değerdir aslında. Peki ya gerçekten sözlüklerdeki tanımlarında olduğu gibi biraz da “parayla ölçülebilen her şeyin karşılığı” mıdır değer? Genelde maddi ve manevi olarak ikiye ayırırız değerleri. Bir yanda sevgi, saygı ve bağlılık dolu değerler; diğer yanda manevi değerlere sahip çıkabilmek için gerektiğine inandırıldığımız maddi değerler. Aslında sahip olduğumuz tüm değerler, aklımız ve kalbimizle yaptığımız seçimlerin sonucudur. Bizim için aklımızın erebildiği, kalbimizin sevebildiği kadar olan her şey, artık değer görmeye layıktır. Vicdani, ahlâki, toplumsal, kişisel tüm değerler; geleceği şekillendiren hatta sonumuzu belirleyen etkenler olur. Büyüklerimizin “kendi değerini bilmeyen, başka hiçbir şeyin değerini de bilemez” sözüyle özetlediği değer kavramı üzerine, her bilim dalında milyonlarca teori üretildi, yüzyıllardır araştırılıyor.
Tıpkı iyilikler, kötülükler, doğrular, yanlışlar, güzellikler ve çirkinlikler gibi değer kavramı da görecelidir. Kimi insanın hayattaki en değerlisi, başka biri için hiçbir şey ifade etmeyebilir. Verilen değerler bir anda yok olup, en değer verilenler bir anda değersizleşebiliyor. Bir kenti, bir ülkeyi yaşanmaya değer kılan her özelliği, o şehirde yaşayan insanların bakış açılarına bağlı. Tıpkı bir hayatı yaşanmaya değer kılan her özelliğin, o hayatın sahibine bağlı olması gibi. Ailemiz, dostlarımız, işimiz, yeteneklerimiz, ilgi alanlarımız, sevdiklerimiz ve sevmediklerimiz; kısaca bizi biz yapan her şeyin değerini biz belirliyoruz. Kimi yaşadıkça, zamanla oluşuyor; kimi atalarımızdan, ailemizden bize miras kalıyor…