Dijital iletişim çağının gözdesi “sosyal medya” ve hukuki niteliği
İstatiksel verilere göre 36 milyon internet kullanıcısına sahip ve bu kişilerin yüzde 95’ten fazlasının en az bir sosyal medya paylaşım sitesinde kişisel hesabının olduğu ülkemizde elbette ki “Nedir bu sosyal medya?” sorusunu açıklayarak başlamayacağım. Ancak teknik olarak tanımlamak gerekirse “yeni medya” kavramı içinde yer alan sosyal medya Web 2,0’ın hizmete sunulması ile tek yönlü bilgi paylaşımından, çift taraflı ve eş zamanlı bilgi paylaşımına ulaşılmasını sağlayan medya sistemi olarak adlandırılmaktadır. Kısaca kullanıcılarının kendilerinin ürettiği içeriklerin yayınlandığı ve paylaşıldığı her türlü platformun genel adıdır.
Hukuki niteliğini analiz etmeden önce tarihsel sürece baktığımızda “sosyal medya” terimi her ne kadar son yıllarda hayatımıza girmişse de ilk sosyal medya girişimi 1978 yılında, Ward Christense ve Randy Suess tarafından, hiç farkında olmasalar da arkadaşları ile bilgi paylaşımı sağlamak için BBS adlı yazılımı kurmaları ile gündeme gelmiştir. Ardından onu MIRC ve ICQ takip etmiş ve oldukça popüler olarak kullanılmıştır. Son olarak sosyal medyanın patlama noktası olarak ifade edebileceğimiz Facebook, Twitter, Youtube isimli sosyal paylaşım mecraları ortaya çıkmış ve günümüz sosyal medya anlayışına yön vermişlerdir. Geleneksel medyaya göre gelişimi daha hızlı olan sosyal medya sayesinde artık herkes kendi içeriklerini üretebilme, fikirlerini somutlaştırabilme ve bu doğrultuda kendi yayınlarını yapabilme imkânına erişmiştir. Öyle ki ABD’li ressam, film yapımcısı ve yayıncısı Andy Warhol’un “Herkes bir gün 15 dakikalığına ünlü olacak” sözü adeta günümüze atfedilmiştir. Ayrıca ortaya çıkan “kullanıcının ürettiği içerik” , “müşterinin ürettiği içerik” kavramları sayesinde de sosyal medya ticari platformda anlam kazanmaya başlamış, kullanıcılar hem tüketici hem de üretici konumunu kazanmışlardır.
Bir yandan sosyal medyanın göz alıcı çekiciliği ile kendimizi doyasıya ifade etmenin, doğrularımızı özgürce savunmanın hazzını yaşarken, bir yandan da zaman, mekân ve fiziki sınırları ortadan kaldıran sosyal medya aracılığıyla gündeme gelen ve gelmekte olan hukuk ihlaller ile baş etmek gerekmektedir. İfade özgürlüğünün gelişiminde çığır açarken, aynı zamanda özel hayatın gizliliğinden telif haklarına, nefret söylemlerinden bilgi güvenliği ihlallerine kadar pek çok olumsuzluk ile karşılaştığımız sosyal mecralarda, hukuksal sorunların gündeme gelmesi kaçınılmaz olmuştur. Her ne kadar hukuki prosedür teknolojik gelişmelerin arkasından takip etse de gelişen ve değişen uygulamalar ve teknolojiler ile hayatımızın ayrılmaz bir parçası olmaya devam eden sosyal medya alanının da hukuki bir tabana oturtulması ve bu alanda düzenleme yapılması zorunluluğu hasıl olmaktadır.
Sosyal medya kullanımında dikkat edilesi gereken husus, kullanıcıların yaptıkları paylaşımlar çerçevesinde hem hukuki hem de cezai sorumluluklarının olduğudur. Söz konusu paylaşımlar, Medeni Hukuk’tan Ceza Hukuku’na, Ticaret Hukuku’ndan Anayasa Hukuku’na kadar hukukun pek çok disiplinini ilgilendiren uyuşmazlıklara sebebiyet vermektedir.
Soyut fikirleri somutlaştırma noktasında günümüzün en önemli yardımcısı addedilen sosyal mecralar artık birer fikir ve eser üretme alanı halini almışsa da aynı zamanda marka, eser sahipliği gibi bazı hakların kolayca ihlal edilebilir olmasına neden olmaktadır. Dolayısı ile hukuki yönden ele alınması gereken ilk ve fikrimce en önemli husus, söz konusu fikir ve eserlerin sahibinden izin alınmaksızın kullanılması, paylaşılması sorunsalıdır. Fikri ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 1. maddesine göre “eser”; sahibinin hususiyetini taşıyan, ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri olarak tanımlanmaktadır. Bu nedenle kullanıcısı tarafından üretilen her türlü ses, görüntü, video vb. paylaşımın sahibinden izin alınmaksızın paylaşılması, kullanılması, taklit edilmesi eylemlerinin her biri kanun kapsamında ihlal niteliğini taşımaktadır. Özellikle sosyal medya ve bilişim teknolojileri kullanılarak marka, tasarım ve telif hakları gibi konularda gerçeklesen manipülasyonlar gün geçtikçe artmaktadır. Bu nedenle çoğu sosyal medya sayfası artık kullanıcılarına telif hakkı ihlallerinin önüne geçmek adına “Fikri hak ihlalini şikâyet et” şeklinde hizmet sağlayarak olumlu bir tutum sergilemektedir. Ancak elbette ki sosyal medya mecralarının fikri hak sahiplerinin haklarının çiğnendiği bir alana dönüşmemesi için öncelikle kullanıcılarda telif hukuku ve fikri haklar hususunda bilinç düzeyinin geliştirilmesi üzerinde önemle durulması gerekmektedir.
Fikri mülkiyet haklarının yanı sıra Ceza Hukuku açısından da kanun koyucu, zamanın gelişen teknolojilerine ayak uydurarak sosyal medya üzerinden işlenebilecek suçları düzenlemiş, Ceza Kanunumuzun bünyesine eklemiştir. Kanunda “basın ve yayın yolu ile işlenen suçlar” deyiminden; her türlü yazılı, görsel, işitsel ve elektronik kitle iletişim aracıyla yapılan yayınlar anlaşılmaktadır ki bu ifade sosyal medya yoluyla işlenen suçları da kapsamaktadır. Genel başlığı ile bilişim suçları kapsamında değerlendirilen suçlar; haberleşmenin engellenmesi, özel hayatın gizliliğini ihlal, bilişim sistemleri kullanılarak yapılan dolandırıcılık, başkasına ait kimlik ya da kimlik bilgilerinin kullanılması, kişisel verilerin kaydedilmesi şeklinde sıralanabilir.
Özellikle müvekkillerimizin sıkça mağduriyet yaşadığı ve sosyal medya üzerinden işlenmesi diğerlerine oranla daha yüksek olan cinsel taciz suçunun, posta veya elektronik haberleşme araçlarının sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle işlenmesi cezanın yarı oranda arttırılmasını öngören nitelikli hal olarak düzenlenmiştir. Bu düzenlemeyle bilişim sistemi araçları ile işlenen suçlara ehemmiyet gösterildiği ve bu suçun fiziki olarak işlenmesinden ziyade sosyal medyanın yarattığı kolaylıktan faydalanarak, fiziksel temas olmaksızın, söz, yazı, telefon, mesaj ve internet yoluyla işlenmesinin daha ağır neticeler yaratacağının yalnızca bir örneğidir.
Keza sosyal medya üzerinden işlenen suçların başka bir çoğunluğunu da tehdit ve hakaret suçları oluşturmaktadır. Özellikle sosyal medya üzerinden, bir kişiye veya kuruma ait olan ve ifşa edilmesi durumunda kişinin veya kurumun itibarını zedeleyecek veya rakipleri karşısında dezavantajlı duruma düşürecek nitelikteki bilgilerinin, saldırgan tarafından ele geçirilmesi ve saldırganın bu bilgileri ifşa etmemesi karşılığında mağdurdan menfaat temin etmeye çalışması şeklinde gündeme gelen kurgular yine Türk Ceza Kanunu’nun 106. maddesinde “endişe, korku ve panik amacıyla hayat, sağlık, vücut veya cinsel dokunulmazlık ya da mal varlığı bakımından alenen tehditte bulunmak” şeklinde tanımlanan tehdit suçu kapsamına dâhil edilmektedir. TCK’da düzenlenen bu suçların yanı sıra kanun koyucu, Türk Ticaret Kanunu, 5563 Sayılı Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkındaki Kanun, 5651 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkındaki Kanun, 5846 Sayılı Fikir Ve Sanat Eserleri Kanunu ve 22326 Sayılı Markaların Korunması Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname gibi kanunlarla sosyal medya aracılığıyla işlenebilen hukuka aykırı bazı fiilleri cezai müeyyide sonucuna bağlamıştır.
Son zamanlarda en çok dikkat çeken diğer bir konu da “belirli ya da belirlenebilir nitelikli, gerçek kişilere ait her türlü bilgi” şeklinde ifade edilen kişisel verilerin işlenmesi ve bu verilerin serbest dolaşımıdır. Gelişen teknolojik uygulamaların olumlu etkilerinin yanı sıra bireylerin aile hayatı, cinsel hayatı, ticari sırları vb. gibi özel hayatlarına yönelik pek çok bilgi kolayca sosyal medya ortamlarına aktarıldığından gerek maddi gerekse manevi olarak hak ihlalleri doğmakta ve kişisel verilerin gizliliği ve özel hayatın mahremiyeti eskiye oranla daha fazla tehdit altında kalmaktadır. 24.3.2016 kabul tarihli “Kişisel Verilerin Korunması Kanunu”nda özel nitelikte kişisel verilerin işlenmesi şartlarından, kişisel verilerin silinmesine, yok edilmesine, aktarılmasına, veri sorumlularının yükümlülüklerine ve ilgili kişinin haklarına kadar pek çok düzenleme yer almaktadır. Kanundan önce kişisel verilerin ne olduğuna dair bir tanım ve verilerin hangi durumlarda işlenebileceğine dair açık bir düzenleme bulunmadığından uygulama ve yargılama aşamasındaki belirsizlik, gerek taraflar gerek sanık gerekse mağdur açısından haksızlığa sebep oluyordu. Kanunla birlikte bu belirsizlikler de ortadan kalkmış hukuki hak ve yükümlülüklerin çerçevesi de çizilmiş oldu.
Özellikle söz konusu kanun metninin 6. maddesinde kişilerin ırkı, etnik kökeni, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini, mezhebi veya diğer inançları, kılık ve kıyafeti, dernek, vakıf ya da sendika üyeliği, sağlığı, cinsel hayatı, ceza mahkûmiyeti ve güvenlik tedbirleriyle ilgili verileri ile biyometrik ve genetik verileri özel nitelikli kişisel veriler olarak belirlenmiş ve özel nitelikli kişisel verilerin, yine kanunlarda belirtilen istisnai haller dışında ilgilinin açık rızası olmaksızın işlenemeyeceği hükme bağlanmıştır. Yanı sıra kanun bilgisayar ortamında tutulan her türlü kişisel veriyle ve elle tutulan veri kayıt sistemindeki kişisel verilerle ilgili düzenleme getirmektedir, bir arşivleme ya da sınıflandırma amacıyla tutulmayan kâğıtlardaki kişisel veriler bu kanun kapsamında değildir. Ancak kişisel verilerin korunması adına Ceza Kanunu’muzda yer alan hükümler her ortamda saklanabilen ve kullanılabilen kişisel veriler için geçerlidir.
Sonuç olarak sosyal medya mecralarına olan ilgilinin gün geçtikçe artıyor olması sebebiyle bu alandaki hukuki uyuşmazlık ve olguların da zamanla artacağı ve değişiklik göstereceği aşikârdır. Kullanıcısına aktif olarak içeriğe dâhil olma imkânı sağlayan sosyal medya uygulamaları her ne kadar ifade özgürlüğü ve iletişim alanında çığır açan bir yenilik olarak görülse de hakaret, tehdit, suçu ve suçluyu övme, halkı kin ve isyana teşvik, özel hayatı ifşa, marka değerini karalama, kişilik haklarına saldırı vb. hukuka aykırılıkların sosyal medya aracılığı ile gerçekleştirilmesi de mümkündür. Kuşkusuz bu kadar farklı boyutları olan bu yeni medya mecrası, geleneksel hukuk sistemini de temelinden sarsmakta ve basın, yayın ve diğer iletişim araçlarını düzenleyen klasik hukuk normlarının sosyal medyanın sağladığı yararlar ve tehditler karşısında yeniden gözden geçirilmesi bir zorunluluk haline gelmektedir. Dolayısı ile yaşadığımız gerçek dünya dışında kendi kural ve usulleri olan dijital dünya her ne kadar bir takım düzenlemeler ile denetim altına alınmaya çalışılsa da henüz sosyal medya hukuku adı altında kapsamı ve çerçevesi belirli bir alan olmadığından halen hukuki düzenlemeye aç yeni bir hukuk alanıdır. Bu alana yönelik hukuki düzenlemelerin yanı sıra bilinçli bir sosyal medya kullanıcısı olma yolunda toplumsal bazda sosyal medya okuryazarlığının artırılmasının, kullanıcıların bu alanın sağladığı olanaklarla beraber içerdiği riskler ve sakıncalar hakkında farkındalıklarının sağlanması ve bilinçlendirilmesi de sosyal medya alanında yaşanan hukuki sorunların çözümüne büyük ölçüde katkı sağlayacak ve formel dünyamızda karşı karşıya kaldığımız hukuki sorunların dijital alana taşmaması açısından faydalı olacaktır.
Avukat Ecem Bacaz