“Doğu”nun limanları

Ex oriente lux Işık ve medeniyetin yükseldiği topraklar, masallar diyarı…

Doğunun Limanları - Özgür Çakır

Başlığı görüp anlamaya çalışanların işini kolaylaştırarak ya da belki tam tersi iyice kafalarını karıştırarak başlayalım söze. Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf’un bir kitabının adı olmasının yanı sıra batı toplumlarında vaktiyle Avrupalı tüccarların doğuya giriş yaptığı, tespih taneleri gibi sıralanan ticaret kentlerine verilen addır ‘Doğunun Limanları’. Aslında Akdeniz sularında olduğunu tahmin etsek de bu kentlerin hangileri olduğu, tıpkı gerçek ‘Binbir Gece Masalları’nın hangileri olduğu gibi bir muammadır. Bu durumda biz bugünün gezginlerinin yazılarına -her ne kadar bir liman kentinden bahsetmeyeceksek de- başlık olmasına da mani bir durum olmasa gerek. Yazının başlığındaki seçimde sadece bu güzel, içinde oryantal bir ezgi barındıran tamlamanın karizmatik duruşunun değil, sıradaki satırlarda bahsi geçecek mekanlarda izi olan, bu topraklarda birlikte nefes aldığımız diğer Anadoluluların anısına ve pek tabi çok büyük bir yazara saygı ve ithaf çabası olduğunu da bilin sevgili okur. Ve tabi sadede gelmeye ramak kala, hazır yazının başında ipin ucunu kaçırmışken, meraklı ve hevesli okurlarımız için bir sonraki sayıda dile gelecek olan durağın ipuçlarının da bu paragrafta olduğunu belirtmeden geçmemek lazım.  “Doğu”nun limanları

Doğunun Limanları - Özgür Çakır
Doğunun Limanları – Özgür Çakır

“Aslında limanı yok” dediysek de bakmayın siz, Doğu Anadolu’da Osmanlı İmparatorluğu döneminde üç yüz civarında yelkenliye sahip bir deniz kentinden, günümüzde ‘Su Sporları Şenliği’ ve ‘Offshore’ tekne yarışlarının düzenlendiği bir yerden bahsedeceğiz bu yazıda. “Doğu Anadolu’da ne denizi!?” dediğinizi duyar gibiyim. İsterseniz Vanlılara sorun. Meğer yanlış bilirmişiz, ‘Van Gölü’ değil ‘Van Denizi’ imiş Türkiye fiziki haritasında büyükçe bir yer kaplayan o büyük su birikintisi. Evet, bu yazımızın konusu Doğu Anadolu’da gerçekleştirdiğimiz Van merkezli bir turdan arda kalanlar.

Doğunun Limanları - Özgür Çakır

Van deyince aklınıza gelenler gözlerinden biri mavi diğeri kahverengi bir beyaz kedi, bir de Van Gölü Canavarı ise bu yazının sonunu getirmelisiniz sevgili okur. Çünkü Van Gölü havzası ve civarında sizi şaşırtmayı başaracak ve merakta bırakacak onlarca önemli durak var emin olun. Ve işin tuhafı ne kediyi ne de canavarı görmeden geri geleceksiniz garanti ederim.

Doğunun Limanları - Özgür Çakır

Söze bir ‘deniz’ kenti olmasıyla başlamamız laf olsun diye değil pek tabii. Tıplı iklimlerinin Akdeniz iklimi ve Karasal iklim arasında bir geçiş iklimi olması gibi insanı da doğudaki birçok şehire göre daha ılıman bir yapıya sahip. Evet, bir deniz kentine doğru yolculuğunuz. Hatta yolunuzu yazlıkçıların tercihi Edremit’e düşecek şekilde ayarlayacak olursanız ve mevsim yaz ise mayonuzu da valize almak çok kötü bir fikir değil.

Doğunun Limanları - Özgür Çakır

Yolculuğa sabah saatlerinde başladıysanız uçaktaki ikramı es geçerek kendinizi meşhur Van kahvaltısına saklamınızı öneririm. Çok sayıda kahvaltı salonu var şehirde ama öne çıkanlar Sütçü Fevzi ve Bakhelebak. Bakhelebak’ı tercih ederseniz, ünü Van sınırlarını çoktan aşmış olan işletmeci Yusuf Konak’ın fıkraları ve ödüllü bilmeceleri eşliğinde eğlenceli ve doyurucu bir kahvaltı sizi bekliyor. Tanıdık lezzetlerin yanında yöreye özgü karakovan çiçek balı, otlu küp peynir, kavut ve murtuğa gibi yeni lezzetleri tatmaya da hazır olun.

Doğunun Limanları - Özgür Çakır

Kahvaltı sonrası kısa bir şehir turu iyi bir fikir. Tur sırasında; her köşebaşında satılan, hazmı kolaylaştırdığına ve vücuda zindelik verdiğine inanılan;  şekli pırasaya, tadı can eriğe benzeyen; kemirilerek tüketilen bir tür yerel atıştırmalık olan ‘uşkun’un tadına bakmayı unutmayın. Üniversitede koruma altına alınmış olanları saymazsak şehirde görebileceğiniz tek Van kedisi olan büyük kedi heykeli ve İran tabelaları size unuttuğunuz anlarda nerede olduğunuzu hatırlatacak.

Hazır İran demişken Van’ın doğu sınır komşusu olan İran ve Çin yapımı porselenlere, çinilere meraklı iseniz büyük şehirlerden çok daha uygun fiyata bulmanız mümkün çarşıda. Fakat biz yine de Van’dan alınacaklar listesinin başına bal, otlu peynir ve kuru cacığın yazılması gerektiğinin altını çizelim ve sokaklarda fazla vakit kaybetmeden yola koyulmakta fayda var diyerek hemen önemli duraklardan bahsetmeye başlayalım. Van Gölü ile çevresi, dağlık bir bölgedeki coğrafi avantajı nedeniyle Prehistorik Dönemden beri yerleşim alanı olmuş. Hurriler, Hititler, Persler, Medler, Ermeniler, Selçuklular ve Osmanlılar gibi birçok uygarlığın izlerini üzerinde taşıyor.

Tarih ve arkeolojiye meraklıysanız, bu izlerin sergilendiği Van Müzesi mutlaka görülmeli. Urartu Medeniyeti’ne ev sahipliği yapmış olan bu topraklarda, dünyanın önemli Urartu müzelerinden biri sayılan Van Müzesi’nde bu medeniyetin eserlerinin yanında tarihi MÖ 2000’lere dayanan, boyutları 80 cm ile 3 metre arasında değişen ve bir tür dikilitaş olan Hakkari stellerini de görmek mümkün. Hazır Urartular demişken şunu da belirtmeli: sanat, dokumacılık, sulama, bağcılık, bahçecilik ve mimari alanlarda çok ileri durumda olan bu medeniyete ait bazı eserler havzada dağınık bir şekilde hala bütün ihtişamıyla ayakta duruyor ve şaşırtıcı gelebilir ama kilometrelerle ifade edilen uzunluklardaki bazı sulama kanalları da hala faal durumda.   “Doğu”nun limanları

Doğunun Limanları - Özgür Çakır

Bir denizden bahsediyorsak bu denizin adalarından da söz etmeli. Van Gölü’nde irili ufaklı dört ada bulunuyor. Bunlardan en meşhuru Ahtamar, nam-ı diğer Akdamar adası. Bu güzel adanın isminin hikayesini çok duymuşuzdur: “Adada kralın ya da bir başka hikayeye göre kilise papazının Tamar isimli güzel kızı yaşar. Tamar, aşığı olan genç çobana her gece kandili ile yol göstererek sahile yüzmesine rehberlik eder. Bir süre sonra durumu fark eden papaz kızını kuleye hapseder ve kandili kayalıkların olduğu yerde yaktırır. Kayalıklardan ve dalgalardan dolayı sahile çıkamayan genç aşık ‘Ah Tamara, Ah Tamara’ feryatları içinde can verir.” Adanın Ahtamar ismi de buradan gelir.

Van-Tatvan Karayolu üzerinde ve merkeze yaklaşık yarım saatlik mesafedeki iskeleden kalkan motorlarla yapacağınız keyifli bir yolculukla Ahtamar Adası’na kolaylıkla ulaşmak mümkün. Motorda alt katta konuşlanmanızı ve turkuaz renkli gölün sodalı suyunun yüzünüze çarpmasına izin vermenizi öneririm naçizane. Badem ağaçlarıyla bezeli bu adada, son dönemlerde restorasyonu ve Ermenistan’dan gelen ziyaretçilerle gerçekleşen ayinle gündeme gelen Akdamar, nam-ı diğer Surp Haç Kilisesi bulunuyor.

915-921 yılları arasında, o dönemde Van’da hüküm süren Vaspurakan Ermeni Hanedanından Kral I.Gagik tarafından mimar keşiş Manuel’e inşaa ettirilen kilise 18. yüzyıla dek süren çeşitli eklemelerle günümüzdeki halini almış. Bir rivayete göre de ilk mimarı Manuel, çıkardığı kusursuz iş sonrası kral tarafından bir benzerini yapamaması için kolları kesilerek cezalandırılmış. Tarihi ve politik önemi yanında ana planı tek kubbeli yonca biçimli olan kilise, o dönemde krallığın bağlı olduğu Abbasi İmparatorluğu’nun halifesi, İncil ve Tevrat’tan bazı sahneler ve –iddia o ki Van Gölü canavarı dahil- çok çeşitli hayvan figürleri içeren dış duvar kabartmalarıyla nevi şahsına münhasır bir mimari yapı. Bir başka rivayete göre de dış cephede muntazaman dizili olan küçük nişler süsleme amacıyla kullanılan ve kıyıdan bakıldığında sürekli ışıldamasını sağlayan değerli taşlara ait.

Doğunun Limanları - Özgür Çakır

Adanın her yanı ayrı bir manzara. Tepenizde uçuşan martıları da hesaba katarsak, hele bir de uygun mevsimde giderseniz yüksek bir tepeden çiçek açmış badem ağaçları arasında kilise, göl ve karlı tepesiyle görkemli Artos Dağı belki de ahir ömrünüzün en güzel manzaralarından birini sunacaktır size. Adanın çevre düzenlemesi ve parklar da gayet başarılı diyerek belediyenin de hakkını vermek lazım. Kısa ada turunuzda karşınıza çıkacak olan ve büyük ihtimalle adlandırmakta zorlanacağınız, üzerinde bazı Ermenice yazılar ve haç işaretleri bulunan kayalar ise tarih boyunca adada yaşamış olan keşiş ve papazların mezar taşları…

Doğunun Limanları - Özgür Çakır

Adadan ayrıldıktan sonraki durağımız için yine yollara düşeceğiz. İstikametimiz ‘kaleler şehri’ olarak anılan Van’ın belki de en heybetli ve mistik yapısı olan Hoşap Kalesi. Yolculuğumuz biraz daha güneye doğru. Gürpınar ilçesinde, Van-Hakkari Karayolu üzerinde 60. km’deki bu muhteşem yapının tarihi Urartu Devleti’ne kadar uzanıyor. Toplamda 120 km’lik yolu göze almanız gerekiyor ama her dakikasına değecek bir deneyim de sizi bekliyor Hoşap’ta. Daha aracın içindeyken uzaktan ilk gördüğünüz anda hemen orada olmayı isteyeceğiniz bir büyüsü var kalenin. Hele bir de komşu tepelerde kıştan kalan kar ve biraz da hayalperest bir yapınız varsa kendinizi Orta Dünya’da Miğfer Dibi Kalesi’ne bakıyor gibi hissetmeniz an meselesi. Yaklaştığınızda sizi önce küçük çay ocakları ve mola yeri atmosferi karşılayacak. Biraz soluklanmakta fayda var çünkü yukarıdaki manzara birazdan nefesinizi kesecek. Tavşankanı çay ve kıtlama şeker birlikteliği sonrasında köyün kızları eşlik edecek yolculuğunuza, sizi şaşırtmayı başaracak kadar düzgün diksiyonlarıyla. Sonra uzaklarda bir dinozor sırtı gördüğünüzü sanacaksınız telaşlanmayın, kalenin dış surları onlar. Sonra kaleyle buluşacaksınız. Bazı kısımları büyük hasar görse de ihtişamıyla sizi etkilemeyi başaracak kadar güzel bir kapı karşılayacak sizi önce. Sonra ilk adımızla tarihinin gizemiyle sizi de içine çekecek mekan. Çıkabileceğiniz en üst noktaya geldiğinizdeki sonsuzluk hissi ve Urartu rüzgarı bütün yorgunluğunuzu alacak cinsten.   “Doğu”nun limanları

Dönüş yolunda Van’a varmadan uğramanız gereken bir başka durak Yukarı Bakraçlı Köyü. Burada sizi yine büyük bir sürpriz bekliyor. Ama önce kapı kapı dolaşıp Özlem’i bulmanız gerekiyor. Özlem kim mi? Varagavank Ermeni Manastırı’nın nam-ı diğer Yedi Kilise’nin anahtar taşıyıcısı. Tolkien’in yüzük taşıyıcısı olur da bizim neden anahtar taşıyıcımız olmasın değil mi? Özlem uzun yıllar boyunca samanlık olarak kullanılan manastırı temizleyerek turizme açan vatandaşın küçük kızı ve görevi de mekanı ziyaret edenlere yardımcı olmak. Bu esnada okul harçlığına katkıda bulunmak üzere sattığı el işleri, oyalar, kilim vs.den alırsanız onun için kısa günün karı. Yapının bazı kısımları yıkılmış ve zarar görmüş olsa da ayakta kalan kısmın ihtişamı ve yaşattığı ironi görülmeye değer.    “Doğu”nun limanları

Doğunun Limanları - Özgür Çakır

Fazla oyalanmadan Van’da gün batımının en güzel izlendiği yere, yani Van Kalesi’ne yetişmeli. Van şehir merkezine 5 km mesafedeki kale, gölün kıyısında ve bütün ovaya hakim bir kayalık üzerinde kurulmuş. Doğu batı yönünde uzunluğu 1800 m olan devasa bir yapıdan bahsediyoruz. Çok sayıda burç, iç kale, cephanelik, cami, mezarlık, açıkhava tapınağı, Analıkız tabir edilen tapınak nişleri, sarnıçlar, eski Van şehrinin yani Tuşba’nın kalıntıları ve Binbir merdiveni barındıran büyük bir kompleks aslında Van Kalesi. Günbatımının keyfini çıkarmadan önce görülmeden dönülmemesi gereken ise Urartular’dan günümüze ulaşan en uzun kaya yazıtı olan Horhor yazıtları. Tabii şunu da belirtmeli ki bütün bunların bir bedeli var, o da yaklaşık 2 km’lik bir tırmanış. Ama emin olun sarfettiğiniz enerjinin fazlasını geri alacaksınız eşsiz manzarayı izlerken. Aslında bu tırmanış eğlenceli bile sayılabilir çünkü yol boyunca size eşlik edecek çocuklardan kalenin tarihini sekiz farklı dilde dinlemeniz mümkün.

İlk gün için yeterince yol yaptığınıza göre otelinize geçmeden kapağı atacağınız herhangi bir kebapçıda –ki Van’ın iki büyük caddesi olan Cumhuriyet ve İskele caddeleri üzerinde bol miktarda birbiriyle yarışacak kalitede yeme içme mekanı var- gün boyunca sarf ettiklerinizi düşünürsek kalori hesabı yapmadan karnınızı doyurabilirsiniz.

Ertesi gün için önerimiz Van Gölü’nü tavaf etmek. Evet yanlış duymadınız; Türkiye’nin en büyük gölünün, neredeyse bir iç denizin etrafında küçük bir tur atacağız. Asıl hedefimiz gölün tam karşısında yer alan Ahlat olsa da yol üstünde birçok durağımız var ilginizi çekebilecek. Sayfiye mekanı olan Edremit’ten sonra Gevaş ve Reşadiye’de kırsal yaşama karışacak, Tatvan’da İslim Kebabını tadacaksınız. “O kebap Bitlis’in meşhuru değil mi?” dediğinizi duyar gibiyim. Evet haklısınız çünkü Bitlis’teyiz. Yemek molasını takiben rotayı biraz içeriye kırıp volkanik bir göl olan Nemrut Gölü’nü de görmek mümkün. Nemrut Dağı manzarası da müessesenin ikramı… İyi bir zamanlamayla akşamüstü saatlerinde Ahlat civarında olacaksınız.

Doğunun Limanları - Özgür Çakır

Ahlat yoğurdu, bulguru, bastonu ve armuduyla meşhur bir ilçe, bir de tabi bulunduğu coğrafyaya biraz aykırı düşen siyasi seçimleriyle. Ama bizim sebeb-i ziyaretimiz bunlardan biri değil; Selçuklu Mezarlığı. Bizimki gibi adım başı tarih fışkıran bir memlekette değil başka bir coğrafyada olsa dünyanın en bilinen ve hatta en çok turist çeken mezarlığı olmaya aday bir yerden bahsediyorum. 210 dönüm genişliğinde uçsuz bucaksız bir alanda geçmişi 11. yüzyıla dayanan binlerce mezar taşının olduğu bir mezarlık Ahlat Selçuklu Mezarlığı. Belki de dünyanın en etkileyici İslam mezarlığı. Bir insan boyundan dört buçuk beş metreye dek ulaşan değişik boyutlarda, muntazaman kesilmiş, dikilitaşları andıran yaklaşık sekiz bin tane mezar taşı düşünün. Mezartaşlarının üzerinde ise devasa büyüklerine ters düşen bir incelik ve zerafeti barındıran taş işçiliği örnekleriyle ayetler, dualar, ağıtlar ve sahiplerinin hikayelerini. Sonra kulağınıza rehberinizin mezartaşlarından birinden alıntıladığı bu şiir kulağınıza çalınacak:

“O yeni yetmiş gül gitti

Bahar dalları onun endamını kıskanırdı

Yeni damat Alaaddin ne yazık ki toprağı kucaklamakta

O servi boylu, o bostan gülü nerede?

Eğer cihanın bir ibret yeri olduğuna inanmıyorsan bari bak da söyle

Alaaddin Osman nerede?”

Bir de mezarlık sessizliği ve gün batımı kızıllığını ekleyin bu manzaraya. Eminim, bu gezi boyunca en çok etkileneceğiniz mekan bu mezarlık olacak. Kendinizi küçük ve fani hissedecek, buna karşılık tuhaf bir şekilde huzurla dolacaksınız. Eğer tarih ve mimariye meraklı biriyseniz aynı bölgede, Selçuklu mimarisinin en güzel örneklerini barındıran çok sayıda kümbet de göreceksiniz. Pek tabii Ahlat’a kadar gitmişken dünyaya nam salmış bastonlarının hikayesinin izini sürmek üzere baston atölyelerini ziyaret edebilir, çok sayıda alternatif içinden kendinize uygun bir baston bile edinebilirsiniz.

Dönüş yolunda Adilcevaz’da bir yemek molası hiç fena fikir değil. Sonrasında Erciş’i de görüp gölün etrafındaki turunuzu tamamlayarak Van’a büyük ihtimalle akşam saatlerinde varmış olacaksınız. Ertesi gün asıl hedefimiz Doğubayazıt ve dolayısıyla İshak Paşa Sarayı olacak. Sabah erkenden yola düşmelisiniz çünkü son güne sığdırılacak çok şey var sırasını bekleyen. İlk durağımız ismini 4. Murad’dan alan, Van’a 80 km uzaklıktaki Muradiye Şelalesi. 50 metre yükseklikten dökülen ve benzeri diğer meşhur şelalelerden eksiği değil fazlası olan bu şelale ve çevresi bölge halkının önemli sayfiye yerlerinden. Yakınına gitmek için geçmeniz gereken uzunca bir asma köprü var ve bu köprü gezimizin doğa sporları eksikliğini giderecek nitelikte. Şelalede serinledikten ve kahveleri höpürtdettikten sonra yine yollara düşeceğiz. Yol boyunca bölgenin volkanik yapısından kaynaklı değişik kaya kütleleri ve coğrafi şekiller görmeye hazırlayın kendinizi.

Doğunun Limanları - Özgür Çakır

Doğubayazıt’a vardığınızda büyük ihtimalle acıkmış olacaksınız. İsmi de kendi de biraz tuhaf olan köftesi meşhur bu ilçenin: Abdigor köftesi. Yağsız sığır eti, soğan ve baharatların büyükçe bir tokmak vasıtasıyla taş üzerinde dövülmesiyle hazırlanan köfte, önünüze pilav üzerinde yuvarlak şekilli ve neredeyse bir tenis topu büyüklüğünde gelecek; şaşırmayın. Yemekten sonra görüp de şaşırmamanız gereken bir başka şey de 1913 yılında düşen büyük bir meteorun açtığı çukur. Doğubayazıt’ın 35 km doğusunda İran sınırına 2 km mesafedeki, 60 m derinliğinde 35 m çapında olan bu meteor çukuru Alaska’dakinin ardından dünyanın bilinen en büyük ikinci meteor çukuru. Bu bölgeye gitmek için önce Doğubayazıt’tan doğuya doğru yol almak gerekiyor. Hazır bu kadar yol almışken size bir de sınırkapısı ziyareti yapmak düşüyor. Ve tabii Gürbulak’taki İran sınır kapısında bir hatıra fotoğrafı çektirip, KDV’den muaf alışveriş yapmak.

Doğubayazıt ile Gürbulak arasında seyir halinde iken sürekli devasa bir çift gözün üzerinizde olduğu gibi his olacak içinizde. Bunun sebebi elbette ki tepenizde bütün ihtişamıyla dikilen Ağrı Dağı olacak. Yol boyunca fonda Ağrı Dağı manzaralı hatıra fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmeyin. Onca yol, onca manzara, onca keyif, onca şaşırtıcı güzellik… Şimdi artık dünyanın en meşhur, en bilinen ve belki de gerçeğe en yakın efsanesine çok yakınsınız; Nuh’un Gemisi. Sınır kapısına gidiş dönüşte kullandığınız karayoluna 3,5 km mesafedeki Meşar (Mahşer) Köyü’nün karşısındaki vadide büyükçe bir gemiye çok benzeyen bir izden, değişik bir yer şekilinden bahsediyorum. Beklentinizi yüksek tutmadan, yani bir gemi göreceğinizi ummadan giderseniz onlarca yıldır, çoğu ABD’li olmak üzere onlarca bilimadamını oyalayan ve birçoğunu da bazı kanıtlara dayandırarak gerçek Nuh’un Gemisi olduğuna inandıran bu yarık şeklindeki yerkabuğu şekli sizi de etkileyebilir. Eski ahid şöyle diyor: “Ve gemi yedinci ayda, ayın onyedinci gününde Ararat dağları üzerine oturdu”.

Doğunun Limanları - Özgür Çakır

Assolistler sahneye en son çıkarmış ya bu yüzden doğu turumuzun en son durağı İshakpaşa Sarayı. Yapımı 1685’te Çıldır Valisi Çolak Abdi Paşa tarafından başlatılan ve 1784 yılında, yani 99 yıl sonra oğlu İshak Paşa tarafından bitirilen bu saray, döneminin en muhteşem yapılarından biri ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Lale Devri’nde yapılan son saray. Bir rivayete göre burada da ağırlanan İran elçisinin İstanbul’da huzuruna çıktığı padişaha “Valinizin, sizinkinden görkemli bir sarayı var” demesi üzerine 1790’da İshak Paşa’nın görevinden alınıp Hasankale’ye sürülmesine sebep olmuş ve çok kısa bir süre aktif olarak kullanılmış.  Sarayın sadece muhteşem mimarisi ve konumu ile değil kalorifer ve kanalizasyon sistemi, süt akan çeşmeleri, duvarları kıymetli kilimler ve aynalarla süslü ziyafet salonları ve som altından kapısı ile gerçekten de zamanında Topkapı Sarayı’nı ve dolayısıyla sarayın sakini Osmanlı hanedanını kıskandıracak bir yapı olduğu kesin. I. Dünya Savaşı sırasındaki Rus işgalinde bahsi geçen kapının sökülerek Moskova’ya götürüldüğünün altını da çizelim. Dünyanın bu boyutlardaki ilk kalorifer sistemli binası olan sarayın, yaklaşık 360 odası var. Kazan dairesinde kaynayan su sütunlar ve kesme taşların arasındaki oluklardan akıtılarak saray ısıtılırmış. Bunun gibi dinledikçe ve öğrendikçe şaşırtan bir dolu mimari ve mühendislik becerisi de mevcut bu binada. Örneğin zindan kısmındaki odalar suçun büyüklüğü ile ters orantılı ısıtılacak ve ışık alacak şekilde düzenlenmiş. Bütün odalar manzaradan payını alacak şekilde konumlanmış ve bazı çeşmelerden gerçekten de yukarıda sağılan keçilerin sütü akarmış. Hele bir ziyafet ve merasim salonu var ki sırf bunun için bile yollara düşmeye değer. Bu mekanda serde biraz da hayalperestlik varsa kendinizi Binbir Gece Masalları’ndan birinde bulmanız kaçınılmaz.

Ziyafet salonuna barok bir havası da olan kemerli kapıdan girdiğinizi hayal edin. İsminiz anons ediliyor girişte. Duvarlar karşılıklı onlarca simli ayna ile kaplı, yer gök kıymetli İran halıları ile süslü, köşelerde Uzak Doğu kokuları yayan kandiller, her yer ipek minderlerle bezeli, hizmetliler ikramda, elbette kuş sütünün eksik olmadığı muazzam bir sofra, kulağınızda doğu ezgileri ve hatta aralarda raks eden peçeli dansözler… Yorgunluğunuzdan eser kalmayacak, hayallere dalacaksınız ve anı unutacaksınız. Sonra ensenizde hissettiğiniz rüzgarla irkileceksiniz, pencereden ovaya baktığınızda muazzam bir günbatımı olacak arkanızda ve size doğru gelen bir uçan halı. Bu satırları okurken benim abarttığımı düşüneceksiniz ama aylar sonra bu gezinin ardından arkadaşlarınıza uçan halıyla geri döndüğünüzü anlatan siz olacaksınız.

Başa dön tuşu