Evrene bir hoşgörü ışığı…
Yüzlerce yıllık tarihiyle Bursa, tam bir hoşgörü kenti… Üzerinden gelip geçen tüm halkları kucaklamış, önemli bir medeniyet beşiği olmuş yüzyıllarca. Bu şehir; hem entelektüel hem bağnaz, hem göçmen hem manav, hem huzur seven hem coşan, hem yoksul hem varsıl her türden insanı mutlu edebilen bir güçte…
İşte bu yüzden hemzemin bir şehirdir Bursa. Farklı yönlerden gelen kültürlerin paydasına doğasını, güzelliklerini, maneviyatını koyan, onca çeşitlilik içinde öylece sakin duran, herkese kucak açan ulu bir dağ şehri…
Köşemin ismi biraz da bu yüzden“Hemzemin”. Dergi Bursa’daki ilk yazımda Bursa’yla da özdeşleştirdiğim bu nadir duyduğumuz ama kulağa hoş gelen, naif, insancıl kelimeyle ilgili aslında bildiğiniz bir kaç şey söylemek istiyorum.
Tahmin edeceğiniz gibi dilimize Farsçadan gelmiş pek çok sözcükten biri hemzemin. Özgün yazılışı; he’mzemin. Anlamı TDK’ ya göre “aynı düzeyde olan”. Trafikte karşımıza çıkan şekli “hemzemin geçit” ise “kara yoluyla aynı düzeyde olan tren yolu geçidi” anlamında kullanılıyor. O halde öz Türkçede aynı tabanı paylaşan yani “tabandaş” da diyebiliriz. İngilizcede hemzemin; “grade”, “level” gibi seviye/düzey anlamında karşımıza çıkıyor. Ben ise şöyle açıklayacağım; iki farklı şeyin aynı seviyede kesişmesi, birbirleriyle aynı paydada kavuşması. Mecazi anlamda “hemzeminde buluşmak” tabirini yaşamımızın her alanına bütünleştirebiliriz diye düşünüyorum. Çünkü insanlığın en güzel erdemi olan hoşgörüyü, anlayışı çağrıştırıyor.
Dünyada ve ülkemizde her gün onlarca kötü haber duyuyoruz. Artık birçoğuna şaşıramıyoruz bile, çünkü kanıksadık. Farklı yönlerden, kutuplardan, fikirlerden olan iki ya da daha fazla grubun yaşadığı, yarattığı hatta dayattığı kaosların içerisinde buluyoruz kendimizi. Bunlara kimilerimiz susuyor, bakıp geçiyor, kimilerimiz duyarlı davranıp harekete geçiyor, kimilerimiz ise orta noktada kalmayı tercih ediyor. Aklınıza hemen siyaset geldi değil mi? Yok yok siyaset yapmayacağım. Fakat şimdi gündemimizde seçim var, elbette o seçim kampanyaları, kavgaları, saf seçme, seçtirme kaygıları da konumuza dâhil. Ama daha genel düşünelim istiyorum; tüm evrende farklı istikametleri olan, farklı amaçlar taşıyan, farklı kültür çatıları altında olan zıtlıkları düşünelim. Bunların hiç mi ortak özellikleri, paydaları yok sizce, hiç mi bir kesişme noktası bulunmaz? Sonucunda güzel durumlar yaratacağını biliyorsak, iki ayrı şeyi neden aynı potada eritemeyelim? Hani ilköğretim matematiğinden hatırlarsınız; “paydaları eşitleme” diye bir formülümüz vardı. Paydadaki farklı sayıların “e.k.o.k.” unu (en küçük ortak kat) bulurduk, birbirine denk olduğu zaman işlemimizi daha rahat yapardık. Demem o ki, ortak yönleri olan her şey ile işimiz daha kolay.
Peki ya neden hep zoru seçiyoruz? Neden bunca arbede, kavga, savaş yaşamlarımızdan hiç eksik olmuyor. Bu sorunun tek bir yanıtı var; eşitsizlik, aynı düzeyde olamamak… Tüm insani ilişkilerimizde anlayıştan, hoşgörüden yoksun oluşumuz.
En basitinden tüme varım yöntemiyle ikili ilişkilerimizi irdeleyelim; karşılıklı hoşgörü ve adalet çerçevesinde yeşermeyen her ilişki daha çiçekleri açmadan solmaya mahkûm oluyor. Çünkü sadece bir tarafın özverisi, hemzeminde buluşma çabası ne yazık ki bir süre sonra sonuç vermiyor. Bu, dostluk, iş, aile ilişkilerimizde de hep aynı.
Gün geçmiyor ki yeni bir felaket haberi okumayalım! Birbirini dinlemeyen, anlamayan insanların işlediği cinayetler, özgürce kendini ifade edemeyen kadınların kurban oluşu, dilimize pelesenk olmuş fırsat eşitsizlikleri yüzünden yaşanan yüzlerce acı olay… Cinnetler, cinayetler biliyorsunuz işte üçüncü sayfa haberleri…
Aslında yalnızca ülkemizde değil, tüm dünyada eşitsizlik hüküm sürüyor. Bizler bakış açılarımızı değiştirmedikçe, başka başka yönlerde olsak da birbirimize saygı duyup, orta noktalar bulmaya çalışmadıkça, bu sizden, o bizden diye ayrımcılık yaptıkça bu durum hepimiz için daha büyük bir tehdit oluşturuyor. Giderek küreselleşen dünyamız için de çıkmaz haline geliyor. Kızılderililerin bu konuyla ilgili çok güzel bir sözü var; “Arkamda yürüme, ben öncün olmayabilirim. Önümde yürüme, takipçin olmayabilirim. Yanımda yürü, böylece ikimiz eşit oluruz”.
Özellikle son dönemlerde eğitim, hukuk, sağlık, iş dünyası, cinsiyet, medya, din, ırk, siyaset gibi insanlığı ilgilendiren sosyolojik her alanda eşitsizliğin boy gösterdiğine tanık oluyoruz. Daha adaletsiz bir dünyanın içerisinde olduğumuzu görmeden hep karşı kuvvetleri suçluyor, kendimizi aklıyoruz.
Eğitimdeki eşitsizlikler kopya skandallarına, siyasetteki eşitsizlikler kaset skandallarına, cinsiyet eşitsizlikleri cinayetlere, gelir eşitsizlikleri isyanlara dönüşüyor. Bakınız Libya, Yemen, Mısır, Suriye… gerisini siz getirin. Dünyanın her yerinde halk isyan bayrakları çekiliyor, diktatörlüğe, eşitsizliğe karşı direniyor. Kimse de çıkıp uzlaşmaya çalışmıyor.
Hâlbuki hiç de zor değil uyum içinde ve sevgiyle yaşanabilir bir dünya kurmak. Sadece biraz daha hoşgörü ve biraz daha saygı… Yeryüzünde akıl ihsan edilmiş en güçlü canlılar biziz. Ve biz ne olursak olalım yaratıcının ve adaletin önünde, insan hakları evrensel bildirgesinin ilk maddesinde söylendiği gibi her birimiz hür ve eşitiz.
Hepimizin içinde var olan anlayış ve adalet ilkelerimizle etrafımızdan başlayarak evrene güzel bir hoşgörü ışığı yayabiliriz. Çok mu hayalperest düşünüyorum? Ee, siz de düşünün, ne zararı var! En azından olumlu bir güç veriyor insana. Şuna can-ı gönülden inanıyorum; biz birbirimizle fikir, inanç ve duygu ayrılıkları yaşasak da yani hemfikir olmasak da hemzeminde buluşabiliriz. Bence buna siz de inanın ve bugünden itibaren bir hoşgörü ışığı yakın tüm tersliklere, olumsuzluklara…
Hepimize aynı düzeyde ılımlı bir yaşam diliyorum.
Hemzemin’de buluşmak üzere, sevgiler.