Futbol soslu moda başkenti

Girizgah bir laf oyunu değil. Modanın ve İtalyan futbolunun başkenti olan Milano; Valentino, Gucci, Versace, Prada, Armani ve Dolce & Gabbana gibi ismini saymanın reklama girmeyeceği dünyaca ünlü lüks İtalyan markalarının yönetici ve tasarımcılarının lig usulü düzenli futbol oynadıkları, dünyanın önde gelen futbol kulüplerinin sponsorlarının modaevleri olduğu, futbolcuların defilelere çıktığı, hem modayı hem futbolu içselleştirmiş, futbolla moda arasındaki çizgilerin birbirine karıştığı bir kent.

1,3 milyonu şehir merkezi olmak üzere toplam 7,4 milyonluk nüfusu ile Avrupa’nın en büyük metropoliten alanlarından Milano. Başkent Roma’dan sonra en kalabalık İtalyan kenti ve Lombardiya Bölgesi’nin başkenti. Otomotiv ve moda sektörü şehrin en önemli gelir kaynakları. Aslında ekonomideki ağırlığı ile Türkiye’de İstanbul neyse, İtalya’da da Milano o. Tıpkı İstanbul gibi büyük şirketlerin merkezleri de Milano’da bulunuyor. Dünyanın en büyük ve kapsamlı fuar organizasyonu kabul edilen Expo oylamasını diğer finalist İzmir’i geride bırakarak kazanan ve Expo 2015’e ev sahipliği yapma hakkını elde eden Milano sadece futbol, moda ve otomotiv sektörleri değil medya kuruluşları, mobilya ve tasarım sektörleri ile de İtalya’nın ekonomi ve sanayisinin kalbinin attığı yer. Tabi bütün bunlar turizm için engel değil. Diğer İtalyan şehirleri Roma, Floransa ya da Venedik kadar olmasa da Milano misafirlerini hayal kırıklığına uğratmayacak türden çok yönlü, renkli ve zengin bir birikime sahip. Kuzeydeki konumuyla İtalya’nın en az İtalyan, en Avrupai şehri.

Nasıl Gidilir?

İstanbul’dan Milano’ya uçuş süresi yaklaşık 2,5 saat. THY Milano şehir merkezine daha yakın konumdaki Malpenza’ya uçuyor. Alternatif olarak Pegasus Hava Yolları ise aslında Milano’ya değil, hemen yakınındaki Bergamo’da bulunan, Orio al Serio Havaalanı’na. İkinci alternatifi seçerseniz dönüşte Milano gezinizin bonusu sayacağınız, ıskalanmaması gereken ikinci bir şehir var indiğiniz alandan sadece 15 dakika mesafede: Bergamo.

Sürprizin adı Bergamo

Lombardiya bölgesinin en güzel şehirlerinden biri olan Bergamo 120 bin kişilik nüfusuyla küçük, korunmuş tarihi dokusu ve atmosferiyle İtalya hakkında ipuçları veren, uzaktan seyretmesi de sokaklarında kaybolması da keyifli bir yer. Şehrin eski bölümü bir tepe üzerine kurulu ve yeni şehre tepeden bakıyor. Eski bölüm yüksekte olduğundan buraya La Citta Alta (Yukarıdaki Şehir), yeni bölüme de La Citta Bassa (Aşağıdaki Şehir) adı verilmiş. İnsanı birden bire tarihi dokunun içine ışınlayan funiküler ile çıkmanızı şiddetle önereceğim Citta Alta mutlaka görülmesi gereken bir yer.  Madrid’in komşusu Toledo’yu fazlasıyla andıran antik şehir 16. yüzyılda yapılan, tarihi dört kapısı ve kendisi büyük ölçüde ayakta olan 5 km uzunluktaki Venedik yapımı surlar ile çevrili. Balıksırtı şeklinde taşlarla döşenmiş Arnavut kaldırımlı dar sokaklar, harika güzellikteki dış süslemeleri ile İtalyan emlak piyasasının rekortmeni binalar, Rönesans döneminden kalma heykel ve tablolarla dolu kiliseler, tarihi dokuya uygun şirin kafeler, restoranlar ve son derece lezzetli yemekler ve ev yapımı şaraplar eşliğinde daha seyahatinizin ilk saatlerinde iken hızlı bir girişe hazır olun. Detaya girsem anlatacak çok şey var ama Milano’ya da yer kalması için burada kesiyorum. Kısaca Pegasus yolcuları için olmazsa olmaz, mutlaka uğranması gereken bir durak Bergamo. Hatta THY ile direkt Malpenza’ya uçanlar için de hiç zor değil. 1,5 saat mesafedeki bu büyülü şehir Milano seyahati planlayanların gezilecek yerler listesine girmeyi fazlaca hak ediyor.

Nerede Kalınır?

Gelelim Milano’ya ve “nerede kalınır?” sorusunun cevabına. Milan gerçekten pahalı bir şehir olsa da her bütçeye uygun konaklama alternatifi mevcut. Önceliğiniz metro ya da tramvay hattı üzerinde ve mümkünse Duomo Meydanı’na birkaç metro durağı mesafede olursa iyi olur. Navigli semtinde kanal çevresinde gayet ekonomik ve keyifli oteller mevcut. Alternatif olarak son dönemin gözde ev/apart hotel kiralama siteleri yoluyla daha merkezi bir konumda ev konforunda konaklamak da mümkün tabi. Tercih sizin.

Ulaşım

Milano şehir içi ulaşımı oldukça rahat ve gelişmiş bir şehir. Üç hatlı olan metro ve tramvayla istediğiniz yere kolaylıkla gidebilirsiniz. Kırmızı iki katlı otobüsler Londra için neyse turuncu tramvaylar da Milano için o. Tarihi 1881 yılına dayanan tramvaylar dünyanın en uzun hatlarından birine sahip. Gençler ve kendini genç hissedenler için en güzel alternatif ise mükemmel işleyen bisiklet kiralama sistemi: Bike-Mi.

Gezelim görelim: Duomo

Şehri gezmeye nereden başlamalı sorusunun cevabı tabii ki Duomo di Milano yani Milan Katedrali. Tarihi merkezin ve şehrin en orta noktasında yer alan ve Milano denilince ilk akla gelen ikonik yapı olan Duomo ve önündeki meydan Piazza del Duomo şehrin kalbinin attığı yer. İnşasına 1386 yılında başlanan Duomo dünyanın en etkileyici Gotik yapılarından biri. Yapımı yaklaşık 600 yıl süren katedral İtalya’nın en büyüğü, dünyada ise 4.büyük. Katedral uzaktan bakınca dantelle örülmüş gibi duran, yaklaşınca detaylarıyla baş döndüren bir yapı. İşçiliğin zirve yaptığı giriş kapısı mesela. Çok uzun vakit geçirebilirsiniz önünde. İçeriye girdiğinizde etkilenmemek çok zor gerçekten. Katedralin en yüksek yeri 108 metre. Merkezden dışarıya doğru alçalan yapıda yerleştirilmiş toplam 5 ayrı kubbe bulunduğu katedralde, iç mekandaki merkez tavan yüksekliği 45 metreye ulaşıyor. 135 kuleli katedralin tamamında yaklaşık 3.500 heykel bulunuyor. Bu heykellerin azımsanmayacak bir kısmı çatıda olduğuna göre yakından görmekte fayda var diyerek sizi yükseklere davet ediyorum. Panoramik manzaranın tadını çıkarmak, taş işçiliğinin detaylarını yakından görmek ve çatıdaki sürreal ortamı yaşamak Milano’da bir turistin yapacağı en doğru hareketlerden biri. Üşenmeyin, gerekirse merdiven yerine ekstra birkaç euroyu gözden çıkarıp asansörü kullanın ama bu çatıda olma şansını ıskalamayın.

Duomo Meydanı, şehrin sakinlerine eklenen satıcılar ve turistlerle biraz kalabalık haliyle. Burada dikkatli olmakta fayda var. Duomo’nun önünde, size renkli ip bileklik satmaya çalışan bol sayıda Afrikalı göçmen göreceksiniz. Önce bilekliği bedava vermeye çalışacak, sonra biraz sohbet edip para isteyecekler. 1-2 euro ile küçük bir hatıra, neden olmasın.

Hanımlara öncelik: Galleria Vittorio Emanuele

Meşhur Galleria Vittorio Emanuele II çarşısının göz alıcı girişi katedralin hemen yanı başında bulunuyor. Iskalamanız mümkün değil. Evet, sıradaki durağımız ana kapısı Duomo Meydanı’na, diğer ucu La Scala’nın bulunduğu Piazza della Scala, yani La Scala Meydanı’na bakan Galleria Vittorio Emanuele. Hanımlar yapımı 1877 yılında tamamlanmış olan İtalya’nın en eski alışveriş merkezi ve dünyanın ilk Prada mağazası sizi çağırıyor. Aslında alışveriş bahane mimari şahane. 4 girişi bulunan çarşının giriş koridorlarının çatısı çelik destekli camdan kemerler ile kapatılmış. Bu 4 koridorun birleştiği orta bölümün üstünde ise cam bir kubbe bulunuyor. Kemerlerin birleştiği duvarlar ise zengin şekilde süslenmiş. Normalde böyle kalabalık bir yerde insan boğulacak gibi hissedebilir ancak burada böyle bir şey söz konusu değil. Yüksek camdan çatı sayesinde içerisi son derece aydınlık ve ferah. İstanbul’daki Çiçek Pasajı’nı biraz andıran çarşının bir kısmında turistik restoranlar sıralanıyor. Menülerindeki fiyatların sadece bulundukları yer nedeniyle yüksek olduğu, özensizce servis yapılan bu restoranlarda zaman kaybetmeyin. Dışarıda çok daha iyi ve uygun fiyatlı seçenekler bulacaksınız. İstisnası alışveriş merkezleri yemek katlarının gediklisi McDonald’s. Çıkarken tam merkez noktada zeminde yer alan boğa figürünün muteber yerinde topuğunuzun üstünde dönmeyi ihmal etmeyin. Döneceğiniz yeri bulmakta zorlanmayacaksınız, zira yerde küçük bir delik açılmış durumda.

La Scala’dan Brera’ya

Çarşı arka kapısıyla, ortasında Leonardo da Vinci’nin heykelinin bulunduğu Piazza della Scala meydanına bağlanıyor. Meydanın sol tarafında ünlü opera binası La Scala yer alırken sağ tarafında Chiesa di San Fedele kilisesi bulunuyor. İkonik sarı tramvaylar ile tanışma imkanı var, fotoğrafçılar burada tetikte olmalı. La Scala 1778 tarihinde yapımı tamamlanmış, dünyanın en büyük ve en ünlü opera binalarından birisi. Milano’ya kadar gelmişken La Scala’da eşsiz bir performans izleme şansı yaratmalı. Sezonu Aralık’ta açan La Scala’da en uygun bilet fiyatı 20 euro civarında. Sırf binanın ihtişamını görmek için bile gidilir.

Scala’nın sağından içeriye doğru şehrin mahremine ilerlerseniz daralan sokaklarda küçük butikler, kafeler ve restoranlarla Milano’nun arşınlanması elzem, en trend, biraz da bohem Brera bölgesine ulaşacaksınız. Acıkanlar için pizza, kafein bağımlıları için espresso molası. Sanatseverlere önerim bu semtteki Pinacoteca di Brera (Brera Sanat Galerisi). Madrid‘deki Prado, Paris‘teki Louvre ya da Floransa‘daki Uffizi gibi ünlü müzelerle aynı sınıfta değerlendirilebilecek, İtalyan sanat tarihinin önemli eserlerini barındıran galeriye giriş ücreti 10 euro.

Sforza Kalesi

Brera bölgesinin ilerisinde Duomo’dan 15-20 dakika yürüyüş mesafesinde tarihi entrikalarla dolu olan, Milano’nun bir diğer sembolik yapısı Castello Sferzesco yani Sforza Kalesi sizi bekliyor olacak. Kalenin yapımına 1450 yılında dönemin Milano Dükü isim babası Francesco Sforza’nın emriyle başlanmış. Yerleşim planı altı köşeli bir yıldız şeklinde olan kalenin girişinde yüksek bir saat kulesi bulunuyor. Bu kulenin altındaki köprü ile iç avluya geçiliyor. Girişin hemen önünde ise şehri sellerden koruduğuna inanılan Bohemya papazı San Giovanni Nepomuceno’nun heykeli bulunuyor. Kale, içinde müzelerin de bulunduğu büyük bir yapı kompleksi. Sergilenen eserlerin öne çıkanı Michelangelo’ya ait bir mermer heykel, meşhur Rondanini Pietà. Kalenin arka bölümünde ise Parco Sempione (Sempione Parkı) uzanıyor. Göletleri ve başarılı peyzajıyla Milanoluların nefes aldıkları büyük şehir parklarından en öne çıkanı. Parkın sonunda ise Arco della Pace (Barış Takı) yükseliyor. Roma dönemindeki şehir surlarının giriş kapılarından birinin bulunduğu yere 1807 yılında edilmiş. Paris’teki benzeri kadar meşhur olmasa da eksiği yok.

Yemeğe kalmaz mısınız? L’Ultimo Cena

Sıradaki durağımız parka ve kaleye yürüme mesafesinde güney yönünde konumlanan Santa Maria Delle Grazie Bazilikası. Yol üstünde Piazza Cadorna Meydanı’nda tren istasyonunun önünde modanın başkentinde olduğunuzu hatırlatacak olan “İğne, İplik ve Düğüm” isimli 18 m yükseklikte devasa bir heykel göreceksiniz. İğne-iplik tamam da düğüm nerede diyenler sarı tramvayların geçtiği hattın diğer tarafındaki fıskiyeli havuzda sorularının cevabını bulabilirler. Adeta bir dev terzi yer yüzünü teğellemiş gibi gerçekten de… Gelelim “akşam yemeği” mevzuna. Manastır Unesco Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan, Rönesans döneminin önemli mimari eserlerinden biri. Dışarıdan bakınca benzerlerinden bir farkı yokmuş gibi görünse de içerde yemekhanenin duvarında mirasın en önemli parçasını saklıyor: L’Ultima Cena yani Leonardo’nun meşhur duvar resmi “Son Akşam Yemeği”. Hıristiyan inanışına göre İsa’nın çarmıha gerilmeden önceki akşam havarileriyle yediği bu son yemek Rönesans döneminde fazla sayıda ressamın eserlerine konu olmuş. Leonardo’nunki elbette ki en meşhur olanı. İsa’nın içlerinden birinin kendisine ihanet edeceğini söylediği anı ve kişilerin yüzündeki dramatik ifadeleri en iyi yansıttığına inanılan bu 8.8 metre uzunluğundaki devasa duvar resmini görebilmek için haftalar önce rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. 15 dakikayı aşmayan kısa bir süre içeride kalınabilse de insanlık mirasının bu önemli eserine bu kadar yaklaşmışken görmemek olmaz. Rezervasyon saatinde -kesinlikle o dakikada hatta- orada olmanız gerekiyor. Dakik olmayanların sırası ise rezervasyonsuz bekleyenlere veriliyor. Yani rezervasyon yapmaya fırsat bulamayanlar sabah 08:30’dan itibaren gelmeyen kişilerin biletlerini almak üzere şanslarını deneyebilirler.

Santa Maria Delle Grazie’nin Duomo yönünde birkaç sokak ilerisinde bir diğer manastırı es geçmemek lazım: San Maurizio al Monastero Maggiore. Bir kısmı günümüzde Arkeoloji Müzesi’ne ev sahipliği yapan binanın 1554 yılında yapılmış olan ve halen mekanda verilen konserlerde kullanılagelen devasa bir orgun yer aldığı Rahibeler Salonu duvarlarını süsleyen freskler ile görülmeye değer.

Biri mezarlık ziyareti mi dedi?

Milano için görülecek yerler listesine eklenmek üzere sıra dışı bir önerim olacak. Şehir merkezinin kuzeyinde yer alan Çin Mahallesi’nin hemen yakınındaki anıtsal mezarlık. Milano Heykel Mezarlığı, kentin birçok yerinde dağınık duran mezarları tek bir alanda toplamak üzere Mimar Carlo Maciachini tarafından tasarlanmış. 1866 yılında açıldıktan sonra zaman içinde klasik ve çağdaş İtalyan heykelleri ile Yunan mabetleri, dikilitaşlar ve sütunların ufaltılmış kopyalarını barındıran bir çeşit açık hava sanat galerisine dönüşmüş. Kişisel mezarlar olduğu gibi, bazılarının bir kısımları yer altında olmak üzere Babil Kulesi’nden mısır piramitlerine kadar değişen tasarımlarda aileler için anıt mezarlar da var. Bu anıt mezarların kapıları kilitli değilse ya da içeride mezarlık ziyaretinde bulunan birileri varsa izin alarak girilebiliyor. Tekil mezar taşları dini sembollerle ölüm anını, ölünün arkasında tutulan yası ya da ölü hayattayken yaşadığı özel bir anıyı canlandıracak şekilde tasarlanmış. Kiminde ölen eşin yasını tutan bir kadını, kiminde sahibinin mezarı başında bekleyen bir köpeği, bir diğerinde pişman olmuş bir görüntüde Azrail’i ya da ölen bir çocuğun bacak bacak üstüne keyif yapan halini göreceksiniz. Devasa bir alanda binlerce mezar ve hepsi bir birinden ilginç ve etkileyici sanat eserleri. Ruhani bir atmosferde, etkileyici ve bazen biraz ürkütücü olsa da gerçekten ilginç bir deneyim. Öneririm.

Şehir merkezinin kuzeyinde bu kadar yaklaşmışken anıtsal mezarlığın çok yakınında bulunan Piazzale Segrino isimli meydancık ve çevresindeki mekanlar soluklanmak için iyi bir tercih olabilir. Burada Viale Francesco Restelli üzerindeki Nordest Cafe keyifli bir mekan. Akşam için de aperatifler için de tercih edilebilir. Nordest Cafe’nin biraz ilerisinde ise caz temalı bir konser mekanı olan, yemeğe canlı müziğin eşlik ettiği restoran kısmıyla Blue Note Club yer alıyor. Şanslı gününüzde iseniz sıkı bir konsere denk gelmeniz olası. Etkinlik takvimini kontrol etmekte fayda var.

Gerçek bir futbol mabedi: San Siro

Milano için boş yere futbolun da başkenti demedim. UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu kazanan iki takıma sahip tek Avrupa şehrindeyiz: AC Milan ve Internazionale Milan. Sıradaki durağımız şehrin bu ünlü iki futbol kulübünün maçlarına ev sahipliği yapan stadyum, futbolun La Scala’sı San Siro… 80.000 kişinin biraz üzerinde kapasitesiyle İtalya’nın en büyük, Avrupa’nın da yedinci büyüğü olan stadın resmi adı Stadio Giuseppe Meazza. Yaygın kullanılan San Siro ismi ise bulunduğu semtin adından geliyor. Birbirleriyle yaptıkları derbi (Derby della Madonina) dünyanın sayılı maçlarından olan, son derece fanatik ve ateşli taraftar gruplarına sahip bu iki dev takımın tek bir stadı dönüşümlü kullanmaları şehircilik konusunda örnek sayılabilir. Stadyumun isim babası zamanında her iki takımda da oynamış efsane bir futbolcu. Inter Milan taraftarları sadık kalarak Giuseppe Meazza adını kullanırken, AC Milan taraftarları San Siro adını kullanıyor. Giuseppe Meazza dünya futbolunda star olarak adlandırılan ilk oyunculardan biri. 1930’lu yıllarda kişisel sponsoru olan, oynadığı 361 resmi maçta 243 gol atan, Inter Milan ile başladığı kariyerindeki ilk sezonunda attığı 31 golle hala kırılamayan rekorun sahibi, maçlara 5 dakika kala stada gelen ve milli takımda sigara içmesine izin verilen müstesna bir isim. Futbola ilginiz varsa turistik turların yapıldığı stadı ve müze kısmını gezebilirsiniz. Sezon boyunca sırayla Inter ve AC Milan’ın olmak üzere her hafta bir maç olduğuna göre hafta sonu akşamlarından biri bu stadyumda kırmızı-siyah ya da lacivert-siyah renklere bürünerek geçirilebilir. Kombineler dışındaki koltukların biletleri anlaşmalı banka şubelerinde satılmakta.

Yeme İçme İpuçları ve lavabo kullanım kılavuzu

Milano daha az İtalyan dedik ama yemek yerken değil. Öncelikle meşhur “aperativo”lardan bahsetmek lazım. “Aperativo Milanese”, İtalya’daki aperativo denen atıştırma kültürünün, Milano’ya uyarlanmış hali. Kafe restoranlarda, genelde saat 19:00-21:30 arasında, sadece içkiye para verip, yanında açık büfeden aperatif olarak Bruschetta’dan makarnaya, tatlıdan salataya istediğiniz kadar yemek almak mümkün. Aperativo için Tavigli civarındaki mekanlarda kanal boyunca üniversite öğrencileriyle birlikte takılmak güzel olabilir. Navigli dışında, gençlerin yoğun olarak takıldığı bir başka bölge ise, Navigli’nin hemen yakınında bulunan Porta Ticinese Caddesi, ya da daha İtalyanca’sıyla Corso di Porta Ticinese. Buraya Duomo’dan yürüyerek 15-20 dakikada ulaşabilirsiniz. Ticinese, bizim Asmalımescit gibi bir bölge. Sağlı sollu küçük barlar ve restoranlarla dolu. Özellikle cuma ve cumartesi akşamı, her yer İtalyan gençlerle dolu oluyor. Turist sayısı da oldukça az.

Aperatifleri bir kenara bırakırsak İtalya denince akla pizza ve makarna (pasta) geliyor elbette. Bizdekilere göre daha ince hamur ve daha az malzemeli, daha kıtır. Pasta yani makarnayı da pek çok yerde yiyebilirsiniz. Özellikle Tortellini denilen, mantıya benzeyen dolgulu çeşidini öneririm. Pasta olayına girmişken İtalyan usulü fesleğen sosu tatmayı da unutmayın. Milano denince, pek çok kişinin aklına Risotto geliyor. Tarife gerek var mı bilemiyorum ama parmesan peyniriyle servis edilen bir tür pilav olan bu yemeği hemen hemen her yerde yiyebilirsiniz. İyi bir aşçıya düşmeniz dileğim. Minestrone (sebze çorbası) vejetaryenler için ideal lezzetlerden birisi. Milano et yemekleriyle de ünlenmiş bir şehir. Dana eti, soğan, patates ve kerevizle hazırlanan Ossobuco etoburlar için kaçırılmaması gereken bir lezzet, bir İtalyan klasiği. Hamur işi olarak kapalı pide, pişi ve çiğ börek arası bir yere konumlayabileceğimiz, klasik olarak mozzarella peyniri ve domatesli yapılan bir diğer İtalyan klasiği Panzerotti’nin 6-7 farklı çeşidi daha var. Duomo Meydanı’na çok yakın ve önündeki uzun kuyruktan dolayı hemen fark edeceğiniz Luini isimli mekan çok meşhur. Sıranızı bekleyip turist olmanın gereğini yerine getirmenin ödülü garantili bir lezzet. İtalya malumunuz espresso ve cappucino’nun ana vatanı. Panzerotti sonrası bir kahve molası. Yanına da bir diğer klasik Tiramisu eklenebilir pek tabi.

Restoran ve kafeteryalarda Tavalo ve Banco uygulaması var. Bu daha çok içeceklerle ilgili olsa da bazı yerlerde yiyecekler için de geçerli. Eğer oturarak içerseniz (Tavalo) bankoda ya da ayaküstü içmeye göre (Banco) %50 ila %100 arası fazla bedel ödersiniz. Bu uygulamayı mutlaka sorun. Bir de kullanım kılavuzu: Gittiğiniz mekanlarda lavabo musluklarıyla ilgili suyun nasıl aktığını bulamamak gibi bir sorun yaşayabilirsiniz. Boş yere sensör için türlü manevralar yapmayın. Yerde ayağınızla basacağınız bir pedal olacak. Basınca suyun aktığını göreceksiniz.

Peki ya alışveriş

Milano turizminin önemli bir ağırlığı elbette ki alışveriş için gelenler. Milano’ya gezmeye değil alışverişe gelenler “Son Akşam Yemeği” için gelenlerden fazla olabilir. Merakınız varsa hemen Duomo’nun yanında bulunan La Rinascente’den başlanabilir mesela. Burası oldukça yüksek fiyatlı lüks ürünler satan çok katlı bir mağaza. Özellikle ev eşyaları ve dekorasyon katındaki tasarım ürünler görülmeye değer. Alışveriş merakı olmayanlar için  teras katında, Duomo’nun eşsiz çatısına bakan çok güzel manzaralı bir kafe restoran var. Hiç olmazsa şık bir mekanda kahve molası için bile gidilebilir. Galleria Vittorio Emanuele’nin önünden başlayıp, La Rinascente yönüne doğru ilerleyen caddenin adı da Corso Vittorio Emanuele. Burası alışverişin kalbinin attığı yer. Aradığınız birçok markayı burada bulabilirsiniz. Şık ve lüks dükkanlar arıyorsanız önce elbette Galleria Vittoria Emanuele II, sonra Via Montenapoleone ve Via Spiga’ya gidebilirsiniz. Yok daha orta düzey bir şeyler arıyorsanız Corso Vercelli ve Corso Buenos Aires tam size göre yerler. Bir süpermarkete gidip şaraptır, peynirdir, makarnadır, siparişleri tamamlamak için Via Torino’daki Billa uygun fiyat ve çeşitleriyle tercih edilebilir.

Günübirlik kaçamak: Como

Como Gölü’nü mutlaka duymuşsunuzdur. İtalya’nın en özel, Avrupa’nın en güzel ve romantik göllerinden Como Gölü Milano’ya sadece 1,5 saat kadar mesafede. “Y” şeklinde uzun ince bir göl. En kolayı tren yolu ama araba kiralamak çevre gezileri açısından düşünülebilir. Como’ya, Duomo’dan 10-15 dakika yürüme mesafesinde olan Cadorna Tren Garı’ndan gidiliyor. Hani şu önünde devasa İğne-İplik heykeli olan. Tren bileti de sadece 4,55 euro.

Gölün hemen dibinden küçük, yemyeşil tepeler yükseliyor. Göle adını veren Como şehri de hem çok huzurlu, hem de çok güzel binalarıyla seyri ve gezmesi de güzel bir yer. Sosyoekonomik düzeyi yüksek sakinleriyle Como şehri ve göl kenarındaki villalar kulağınıza bir diğer emlak rekortmeni mekanda olduğunuzu fısıldayacak. Yine de Como’nun dünyaca çapında ünlü bir yer olmasının tek nedeni sadece zengin mimarisi, eşsiz doğası, önemli kiliseleri, bahçeleri, müzeleri vs değil tabi. Dünya sosyetesinin ve bazı ünlü aktrislerin tercihi olması da biraz etkili. Örneğin George Clooney’nin burada bir evinin olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Meşhur otomobil reklamını hatırlıyorsunuz değil mi?

Como şehrinde de merkezde bir Duomo yani katedral var. İtalya’nın en son yapılan Gotik katedrali olması nedeniyle önemli bir yapı. Katedralin doğu cephesi Piazza Verdi’ye bakıyor. Meydandaki mekanlar turistik ama vakit geçirmesi keyifli. Panoramik göl manzarası için için 45 derecelik oldukça dik sayılabilecek bir açıyla 1000 mt kadar yukarıya çıkan funikülere binilmeli. Bu noktaya Brunate deniyor. Değişik rotalar ile patikalar göreceksiniz. Seyir terası 300m kadar ilerde. Yine mimarilerin ve lüksün yarıştığı malikaneler yolda size eşlik edecek. Aşağı indikten sonra tekne turlarını deneyebilirsiniz. Como Gölü etrafında dolaşarak bütün köylere uğrayan feribotlar var. İstediğiniz bir köyde inip dolaşıp bir sonraki feribotla devam ederek Como’ya geri dönebiliyorsunuz. Tekne turu sonrasında -araba kiralama yolunu seçtiyseniz- biraz çevre gezisi fena fikir değil. Bellagio köyü ziyaret edilebilir. Fakat yolları çok virajlı, dikkatli sürmek gerekiyor. Bellagio’nun sokakları, evleri, manzarası hepsi çok güzel, kesinlikle çok romantik. Sokaklarını arşınladıktan sonra yerel bir restoran bulup pizza & ev şarabı ile günü taçlandırabilirsiniz.

Tabi yakın yerlerden bahsederken hızlı tren ile sadece 2.5 saatlik bir mesafede olan Venedik’i atlamamak lazım. O da ilerde ayrı bir yazı konusu olacak türden bir durak. Bu yüzden fazla detaya girmeyeceğim. Zaten sayfaları da çoktan doldurduk… Gördüğünüz gibi Milano ilk bakışta turistik açıdan özellikle diğer İtalyan şehirleriyle karşılaştırınca çok cazip görünmese de aslında onlarca alternatif ve kısa mesafede eklenecek duraklarla meraklı bir gezgini fazlasıyla tatmin edecek türden zengin bir şehir. Şimdi değilse ne zaman? Haydi rezervasyon başına.

Milano
Milano

Yazı ve fotoğraflar: Özgür Çakır

Başa dön tuşu