Geceden bahsediyorum
Ginkgolu çayın bir buhur gibi tüten kokusu masamdaki fincanımdan yüzüme vuruyor. Gözümün karasını bir siyah esir almış ya hani, bilirsin sen. Erken yatmış, gecenin göbeğinde uyanıp, gözlerini kitabının satırlarında yormuş ve aslında çok yorulmuş bir çocuğun gecesinden bahsediyorum sana. Geceden bahsediyorum, onu tanıyor musun?
Ak sakallı kocalarının yanından usulca kalkıp salonda yeri hiç değişmeyen seccadede teheccüd namazlarını kılan mübarek anneannelerden, sabaha yetiştirmesi gereken ekmekleri hazırlamak için hızla fırına doğru yürüyen üşümüş fırıncılardan, ellerinin, sıkıca tuttukları balkon demirlerinden bir anlık kayması ile düşme korkusunu iliklerinde hisseden hırsızlardan, sabahki toplantıya yetişmek için Ankara-İstanbul otoyolunu haşin farlarıyla delerek geçerken Bolu tünelinin uzunluğundan sıkılan uykusuz şoförlerden, benim “battery grip”i getirmek için Balıkesir’den yola çıkan kargo kamyonunun karısının sıcaklığını özlemiş sürücüsünden, okulda görüp hoşlandığı kızla sabah yapacağı konuşmanın metnini çalışırken yorgunluktan bitap düşmüş heyecanlı lise öğrencilerinden, sevdiği kızı düşünmekten uyuyamayanlardan, aşık olduğu adamı düşleyerek uyuyakalanlardan, geceyarısı ilham perilerinin istilasına maruz kalıp annesinin göz kalemiyle ilk bulduğu kağıda, az önce aklına gelen şiiri yazmaya uğraşırken aklındakileri unutan şiir heveslisi şaşkın gençlerden, çöpçülerden artakalanlardan işe yarayan bir şey var mı diye çöplüklerde gezinen kedilerden, köpeklerden, gasp etmek için Kumbaracı yokuşunun sonunda birileri geçsin diye bekleyen sokak çocuklarından, uyku tutmadığı için karısını alıp İstiklal’de tur atmaya gelmiş ve karısının kapalı mağazanın vitrininde gördüğü abiyeyi çok beğendiğini duyunca “açılsın, sabah alırız ” diyen yalancı kocalardan, sabahki sınava çalışan uykusuz üniversite öğrencilerinden, dudaklarında birbirlerinin terinin tadıyla azgınca sevişirken sigara molası veren aşıklardan, orgazm olduktan sonra kıçını dönüp yatan kocalarına nefretle, gözlerini hiç kırpmadan bakan yeni evli kadınlardan, yalnız kadınlardan; kimsenin gelmesini beklemeksizin birinin gelmesini isteyerek tavana diktikleri gözlerinden bir erkek hoyratlığının sarıp sarmalayan özlemi akan yalnız kadınlardan, gece fotoğrafı çekmek için Galata köprüsüne gidince, balık tutan insanları görüp “keşke makina yerine olta alsaydım” diye hayıflanan bereli şipşakçılardan, kapıda bekleyen servise yetişmek için hızla evden çıkarken, koridordan, yatakta uyuyan küçük kızına, sadece babaların gönlünde saklı bir anlamla sevgi dolu bir bakış fırlatan İETT çalışanlarından, iş toplantısı için gittiği uzak bir şehirden eve döndüğünde, uyuyan karısına, çözülmüş kravatıyla, bir omzunu kapının bir yanına dayayarak sevgiyle bakarken, karısının dokunmadan da hissedebildiği sıcaklığıyla banyoya yönelen genç iş adamlarından, birazdan ezanı okuyacak müezzinlerin çalan telefonlarının alarm zillerinden, müezzinlerin sesiyle bir safta tel gibi ince ve düz sıralanacak sabah namazı müminlerinden, devriye gezen polis arabalarının bağırmayan sirenlerinden, geceyarısı aldığı yolcuları sabah varması gereken şehre ulaştırmak için direksiyon sallayan uzun yol kaptanlarından, Patras limanında bindikleri büyük gemilerle Bari’ye ulaşmak için geçtikleri Adriyatik’in büyüklüğüne güvertenin balkonundan hayretle bakan gezginlerden, kaldıkları yerden yazmaya devam eden kahve müptelası romancılardan, ışıl ışıl parlayan İstanbul camiilerinden, birazdan Eminönü meydanında şehrin her yanında, aynı anda patlayan bombalar gibi patlayacak sabah ezanlarının huzurlu kargaşasından, televizyon izlerken uyuyakalan, birazdan Kaptanın dürtmesiyle aniden sıçrayarak terliklerini giyecek Karaköy-Kadıköy vapurunun miçosundan, “olsaydım da uyurken izleseydim” dediğim kız kardeşim Zeynep’in rüyasında gördüğü meleklerden, elektrikler gittiği için kapanan sobalarının sebep olduğu ince soğuğu önce kollarında hisseden, ayaklarını önündeki uzun masaya atmış tren istasyonlarının kompartıman kokulu çalışanlarından, balya balya gazete tomarlarını büfelerin önündeki sarı sandıklara bırakan dağıtıcılardan, sabah sunması gereken haberlere hazırlık yapmak için televizyon binasına gelen spikerlerin makyajsız yüzlerindeki farktan, mezarlıkların arasında dolaşan yaşlı bekçilerden, üşüyen Kars’tan, cayır cayır yanan peteklerden, her birini ayrı ayrı özlediğim sevgililerimin sevdikleri adamlarla kurdukları hayallerin uykularına sızışlarından, zamanın kimsesiz çocuğundan, yalnızlığımın üstünde biten ottan,hüznümün kederli karısından, uykuya çektiğim namludan, ve işte kendimden; her kendine varışında geceyle karşılaşan benden, yani geceden, geceden bahsediyorum, onu tanıyor musun?
C.S.