Geçmişin cızırtılı sesi
Hayranlık uyandıracak bir ses kalitesi, cızırtı ile bezeli berrak bir ses kaydı. Her şeyi söylemek mümkün değil plaklar hakkında. Gramofonlar bile yeterince sunamadı onları. Kimileri için vakti çoktan geçti. Kimileri hiç vazgeçemedi onlardan…
Söze çok özel bir hatıra ile başlayalım. 1927 – 1938 yılları arasında Çankaya Köşkü kütüphanecisi olan Nuri Ulusu’nun oğlu Kemal Ulusu tarafından derlenen “Atatürk’ün Yanı Başında” isimli anı kitabı Atatürk’ün plaklarla ilgili şu anısını dile getiriyor.
“(…) Atatürk Münir Nurettin Selçuk Bey’i sever, takdir ederdi. Bir tren seyahatimizde yanında Fahrettin Altay Paşa da vardı. Kahvelerini içerken beni çağırdı, ‘Gramofona bir plak koy da dinleyelim’ dedi. Ben de Münir Nurettin Selçuk’un bir plağını koydum. Daha ilk ses çıkar çıkmaz, ‘Çabuk kapat bunu, yerine başka koy’ dedi. Safiye Ayla’nın bir plağını koydum. ‘Tamam, güzel oldu şimdi’ dedi ve ‘Münir Nurettin’in ne kadar plağı varsa getir’ dedi. Üç dört plağı vardı, hepsini Atatürk’e verdim. Camı açtı ve tüm plakları attı. Sonra da ‘Oh be’ dedi. Şaşkın bakışlarımız içinde bir şey sormadık. Ta ki Ankara’ya gelinceye kadar… Keyifli bir anında plakları niye attığını sorduk. Gülmeye başladı. ‘Münir Nurettin hani bir gece Dolmabahçe’ye gelmişti, sofrada şarkı söylerken, ben de keyifliydim söylediği şarkılara iştirak ediyordum. Bir müddet sonra şarkısını kesti ve yanıma gelip kulağıma, ‘Lütfen benimle beraber söylemeyin, şarkıyı bozuyorsunuz, ben rahat söyleyemiyorum’ dedi. Belki kimse sezmedi ama kendime mani oldum, ters bir şey söylemedim. Tabii şarkı bizim işimiz değil ama keyiflenmişiz, söylemeye çalışıyoruz. Beyefendiyi pek rahatsız etmişiz. O gece ona çok kırıldım, gücendim. Ama yine de plaklarını atmamalıydım, yanlış yaptım’ dedi. Münir Nurettin’i bir başka gece yine davet etmişti ama o gece nedense Münir Nurettin’den hiç şarkı istemedi.”
Kim unutabilir ki onları? Cızırtısından kim uzak durabilir? Plak ve gramofonun işbirliğinde ortaya çıkan müzik ziyafetinden kim vazgeçebilir? Nostalji kokan, bizi geçmişe götürüp oralarda vakit harcatan kaç tane değerimiz kaldı ki?
Plâk, gomalaka ve mumlu maddelerle (son yıllarda PVC ya da termoplâstik maddelerle) yapılan bir disk. Şimdiki müzik formatlarının bir üretiminin dahi olmadığını düşününce plakların değeri bir kez daha ortaya çıkıyor zaten. Plakların çalışma pratiği ise oldukça basit. İki yüzünde helezon şeklinde oyuklar var. Bu oyuklar, girintili çıkıntılı olduğundan özel olarak yapılmış olan gramofon iğnesi bu oyuklar arasında dolaşırken meydana gelen titreşimleri kolaylıkla algılayabiliyor. Böylelikle plâğa alınan sesin tekrar duyulması sağlanıyor. Gramofon makine bölümü de basit bir çalışma prensibi ile çalışıyor. Plâğın devamlı olarak ve aynı hızda dönmesini sağlayan bir motor ile sesi yansıtan bölümden oluşuyor denebilir. Motor, zemberek ya da elektrikle çalıştırılabiliyor. Her iki şekilde de dakikada ortalama olarak 78 devir yapıyor. Elektrikle çalışan gramofonların tek bir farkı var ismi pikap olarak geçiyor. İğne, plâk üzerinde dolandıkça, oyukların girinti ve çıkıntısına göre meydana gelen titreşimler, iğnenin bağlı bulunduğu diyagrama yansıyor, ses titreşimleri, diyagram ve ses kutusu yardımı ile büyütülerek aksettirilmiş oluyor.
Peki ya o dönemin şartlarında bu plakları nasıl dolduruyorlardı? O kadar temiz bir ses kalitesine nasıl sahip oluyordu bu plaklar? Balmumundan yapılmış düz ve daire biçimli kalıplar, gramofona benzeyen bir makineye konuyordu o güzel müziklerin oluşması için.
Bu makine, balmumundan kalıbı, belli bir hızla döndürüyordu. Kalıbın üzerine ise bir iğne konuyordu. Bu iğne bir diyaframa bağlıydı. Makinenin karşısında yapılan bir konuşma ya da söylenen bir şarkı, havayı titreştirdiği için en temel kayıt tekniği ile kayıt almak mümkün oluyordu: Hava diyagramda titreşimler meydana getirdiği için, diyagrama bağlı olan iğnede de titreşmeler olur. İğne, titreşerek, dönmekte olan balmumu kalıbı üzerinde, titreşme durumuna göre inişli çıkışlı çizgiler çizer. Böylece, bir kalıp elde edilmiş olunur. Bu kalıptan nikel kalıplar çıkarılır. Sonra da bu nikel kalıptan, bildiğimiz gramofon plâkları çoğaltılır.
İlk plaklar 1880’lerde ortaya çıkmaya başlamıştı. 1890’ların sonlarına kadar bu plaklar kullanıldı fakat geliştirilen yeni bir plastik maddenin kullanılmasıyla plakların kırılganlığı önlendi. Ayrıca farklı üreticiler tarafından farklı çaplarda üretilen plakların yerine ilk standartlar da kabul edildi. Böylelikle genel olarak 78’lik denilen aslında dakikada 78,26 devirlik plaklar standart hale geldi. Türkiye’de bu yeni teknoloji ile üretilmiş plaklara taş plak dedik. Ayrıca 16 devirlik bir plak da ortaya çıktı fakat piyasada kendisine yer edinemedi…
Aradan geçen yıllar boyunca plak kaydı teknolojisinde çok sayıda yenilik ortaya çıkmasına rağmen plakların yapısındaki asıl değişiklikler 20. yy’da oldu. Özellikle 78 devirlik plaklarda sadece 4 dakika civarında kayıt yapılabilmesi ve kırılgan olmaları çeşitli arayışları ve araştırmaları beraberinde getirdi. Ve en sonunda 33’lük olarak bilinen plaklar ortaya çıktı. Bu plakların gerçek devirleri 33 1/3 devirdi. Türkiye’de genel olarak “uzunçalar” olarak biliniyorlar. Bu plakların üretiminde ise özel bir plastik reçine kullanılıyordu. Bu sayede kolaylıkla kırılmıyorlardı. Ayrıca gelişen kayıt teknolojisinin de yardımıyla gürültü oranları düşürülerek, müzik kalitesi de büyük ölçüde artırılmıştı. 33 devirlik plakların hemen ardından 1949 yılında 45 devirlik plakların ortaya çıkması ile genel anlamda formatın gelişimi tamamlanmış oldu. Günümüzde farklı ağırlıklarda üretilen plaklar olsa da en yaygınlıkla 33 1/3 ve 45 devirlik plaklar üretilmeye devam ediyor. Devam ediyor etmesine ama kullanım oranları giderek düşüyor plakların… Gelişen teknolojiye yenik düşüyorlar birer birer… Hepsinin kalbi kırılıyor, bizleri terk etmek istemiyorlar…