“Git evine reçel yap” kadın!

“Bir kadın dünyaya hayat getirmek için canını tehlikeye atar” der A.S. Nell

mutfakta kadın

Kadınların üretkenliklerini, dirençlerini, güçlerini ve var etmeye çalıştığı değeri dile getirirken; dünyaya gelmenin bir hayata bedel olduğunu, henüz yaşamadan yaşanan bir hayata çalım atmak olduğunu vurgular. İçinde varlığını hissettiği anda yeni bir hayatın, anlamı değişir varlığındaki bütün ayrıntıların. Kadınlığının doruk noktasına varmış olmanın hazzı, biraz da yaratıcılığa ortak olmanın farzıyla şekillenir edası.

Emekçidir kadın, evinde, sokağında, işinde, ülkesinde; dünyanın dört köşesinde medeniyetin kurucusu, hayatın başlangıç noktasıdır. Yoktan var edebilendir, karşı cinsine destek verdiği omzunda dünyaları taşıyan, yükü çoğaldıkça başı dik durandır.

Kimi zaman patrondur, kimi zaman çalışan, yöneticidir bazen, yönetilen bazı zaman, sevilen, seven, teyze, hala, abladır ama en çok annedir kadın; hayata hayat katan. Sabahın ilk ışığıyla çıktığı evinden iş dünyasının karmaşasına empati yeteneği ile yeni anlamlar kazandıran, yönetim tarzlarını baştan yazan, elinin değdiği ışıltısından belli olan kadın, günün yorgunluğuyla dönse bile başını yastığa dayayıp ayaklarını uzatan değil evi yuva yapandır. Tencereyi kaynatandır evinde, ailesini bir arada tutan, hiç yorulmamışçasına herkesin derdine ortak olup aynı zamanda aynada kendini görebilendir.

Buraya kadar yazdıklarım kadınlığın varoluşundan kaynaklanan doğasının getirisi, bir bedene iki yürek sığdırabilen hemcinslerimin yaşamdaki duruşlarıdır. İşte bu kadınlardan bazıları 8 Mart 1857 günü Amerika’nın New York Eyaleti’nde emeklerinin sömürülmesine baş kaldırarak erkeklerle benzer haklara sahip olmak için eylem yaptıkları dokuma fabrikasında polis şiddeti ile bastırılıp çıkan yangında hayatlarını kaybettiler. Bugün karanfillerle kutlanan bu ve buna benzer acılarla kazanılan kadın haklarıdır.

Önceleri iş dünyasında yer edinemediler, öncelikli olamadılar, alt meslek gruplarında görev almaları uygun görüldü erkek egemen dünya tarafından, sömürülmek istendi emekleri, bedenleri. Ama başını dik tutmasını bildi kadın, emeğini, üreticiliğini hiç eksiltmeden var olma savaşı verdi düzene karşı. Evinde reçel yapması önerildiğinde yaptığı reçeli satarak katma değer üretti kadın…

Bu kadınlardan bazıları ensest akrabalarının, törenin kurbanı oldular. Avusturya’da babası Josef Fritzl tarafından 24 yıl saklı tutulan, canından 7 can çıkaran Elisabeth, Bitlis’te amcasının oğlu tarafından tecavüze uğrayan ve öz kardeşleri tarafından 2 kez kurşuna dizilen 17 yaşındaki Güldünya gibi. 17 aylık bir bebekken defalarca tecavüze uğrayan N Bebek ve hunharca katledilen 19 yaşındaki üniversite öğrencisi Sema kadınlıklarını yaşayabildiler mi?

Dünyaya yaşam getirmek için gelmişti kadın, cana can vermek için. Çocuklar var etmek, annelik yapmak ve toplumda eşiyle yan yana yürüyerek hayat arkadaşı, can yoldaşı olmak için gelmiş, yarınları yaratacak olandı kadın. Onun çocukları bu dünyayı yönetecek, medeniyetleri oluşturacak, sevgiyi, dostluğu ve barışı yaşatacaktır. Nasıl bir annenin öğrettiği kadarsa dünya yeni doğana toplumlarda kadını kadar gelişmiş, kadını kadar asil ve kadını kadar üretkendir.

Baharın en güzel tonlarını göreceğiniz bu günlerde kadınlarınızı baş tacı etmeyi ve onların yetiştireceği nesillerin kuracağı yarınlara inanmış olanların, emanetine sahip çıkmayı unutmayın…

Başa dön tuşu