Güney İtalya’nın bıçkın delikanlısı: Napoli
Dergi Bursa’nın bu çok “renk”li sayısına gerçekten yakışacak bir şehre yolculuğumuz. Cıvıl cıvıl, uçlarda yaşayan, deli dolu, sıcakkanlı, çılgın ve geveze bir İtalyan ile, bir Akdeniz delikanlısıyla tanışacaksınız.
Napoli’yi görmeden İtalya’yı gördüm dememek gerekirmiş. Şimdiye dek hakkında duyduğunuz mafya hâkimiyeti, çöp dağları, kapkaç gibi güvenlik sorunları, trafik, gürültü, keşmekeş gibi olumsuz şeylere kulak tıkayıp beni dinleyin. Bu az Avrupalı, çok Akdenizli, nevi şahsına münhasır şehri görmek için sizi heyecanlandıracak bir dolu şey bulacaksınız bu yazıda. Sophia Loren’in memleketine, İtalya’nın üvey evladına, pasaklı sokak kedisine, kara koyununa, göreceğiniz en pis ama belki de en canlı Avrupa şehrine, Maradona’nın Napoli’sine, güzel yürekli sıcakkanlı Napoletanalar diyarına gidiyoruz.
İnsan bu kadar kirli ve dağınık bir şehri nasıl sevebilir? İlk göz göze geldiği anda sokaklarında kaybolmayı nasıl arzular? Sokaklarında dolaşırken bir anda nasıl oralı gibi hisseder? Bir şehir onca perişanlığına karşın insanları nasıl böyle kendisine çekebilir? Evet, düzensiz ve dağınık, keşmekeş içinde bir metropol Napoli. Tarihi binalar görkemli ancak bakımsız, sokaklar aslında iyi planlanmış ama trafik kural tanımaz bir halde çığırından çıkmış; her yer dökülüyor, dökülmese salkım saçak çamaşırlarla bezeli. Aynı zamanda bitmeyen enerjisiyle insanı içine alan, yaşam dolu bir şehir. Hani Akdeniz insanının uzun yaşamasının sırrını zeytinyağına bağlayan reklâmlar vardır. İşte oradaki uzun masalarda yemek yiyen dedeli torunlu kalabalıktaki neşe var bu şehrin özünde. Vezüv’ün gölgesi ve tehdidi altında zamanla ölüm korkusunu yenip yaşama bağlanan bir enerji…
Bilenler bilir. İtalya’da kuzeyliler güneylileri köylü ve kaba saba bulur, güneyliler de kuzeydekileri İtalyanlıklarını kaybetmiş olmakla suçlarlar. Laf aramızda pek haz etmezler birbirlerinden. Napoli ise İtalya’nın tamamının ortak antipatisine sahipmiş. Kuzeydeki bir Milanolu Napoli’den ne kadar hazzetmiyorsa, Sicilyalı da o kadar hazzetmezmiş. Diğer İtalyanlar bu şehrin insanları için “Onlar İtalyan değil, Napoletani” der. Onlar da buna pek takılmazlar ve itiraz da etmezler aslında. Kendilerini İtalyan’dan önce Napoliten sayarlar. İspanyol egemenliğinde geçirdiği uzun yıllar sonrası değişen dilleri de zaten İtalyancadan biraz farklıdır. Eğer biraz İtalyanca öğrenmek ya da pratik için gidiyorsanız yanlış seçim, geri dönün. İtalyanca bilmeniz en çok İngilizce bilmeniz kadar işinize yarar, daha fazla değil. Zira ikisi de Napoli’de yabancı dil klasmanında yer almaktadır. İspanyolca ile de işinizi görmeniz mümkün tabi, laf dillerden açılmışken. Türkçe işe yaramaz belki ama başınız sıkıştığınızda Türk olduğunuzu söylemeniz sorunu çözebilir.
Genel bilgiler, ulaşım
1.3 milyonluk merkez nüfusuyla İtalya’nın başkent Roma ve Milano’dan sonra üçüncü büyüğü, aynı zamanda metrekare başına düşen kellenin yani nüfus yoğunluğunun en yüksek olduğu İtalyan şehri. Cenova ve Vedenik gibi Napoli’nin de bir bağımsız şehir devleti geçmişi var. Napoli Krallığı 1285–1816 yılları arasında uzun bir süre varlığını sürdürmüş. Ara sokaklarda bile karşınıza çıkan sarayları, kaleleri, burçları ve olağanüstü güzel kapıları, yıkık dökük olsa da her sokak başı karşınıza çıkacak görkemli mimariye sahip kilise ve manastırları ile aslında eskiden güçlü bir krallığın zengin bir başkenti olduğunu fısıldıyor usulca. Bakımsız görüntüsünün ardında, dikkatli bakarsanız görkemli geçmişini görmemek imkânsız.
Napoli, başkent Roma’nın 250 km güneyinde. Bir Roma seyahatinde günübirlik ulaşmak da mümkün ama kesinlikle ayrı bir gezinin odak noktası olmayı hak ediyor. Şehir Akdeniz sahilinde Napoli Körfezi üzerinde iki volkanik bölge, Vezüv Yanardağı ve batısındaki “Campi Flegri” arasında bir konumda. Vezüv’ün bir yamacında akıbeti malumunuz Pompei antik kenti, diğerinde Napoli yer alıyor.
Yazıda daha çok şehir merkezinden bahsedeceğiz ama yakın çevresinde turizm açısından çok önemli merkezler mevcut. En başta Vezüv Yanardağı ile etrafındaki arkeolojik antik şehirler (Pompei ve Herculanum) ve tabi Capri Adası. Yaz aylarında tatilin süresini uzun tutanların adresi biraz güneyde 1–15 saat mesafede ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan dillere destan Amalfi kıyıları.
THY ile İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan haftanın her günü, 2 saat 15 dakika süren direkt uçuşla Napoli Havalimanı’na ulaşmak mümkün. Havalimanı, aslında şehir merkezinde bile denebilecek bir konumda şehirle iç içe. Alibus Airport Shuttle ile 3 Euro karşılığında Piazza Garibaldi durağına gidebilirsiniz. Aslında havaalanı kapısından çıktığınızda şehirdesiniz. Belediye otobüsüyle de Garibaldi meydanına gidilebiliyor. Mesafenin kısa olması sebebiyle taksi de oldukça ekonomik. Şehir genel olarak çok pahalı değil, yeme içme, konaklama için fiyatlar uygun.
Piazza Garibaldi
Piazza Garibaldi çok büyük bir meydan, bir cephesini boydan boya Napoli tren garı kaplıyor. Burası sonraki Sorrento ve Pompei ziyaretlerinde tren yolunu tercih edecek olanların bir kez daha yollarının düşeceği bir nokta. Garibaldi meydanında, başka bir Avrupa şehrinde göremeyeceğiniz şeylerle karşılaşabiliyorsunuz.
Örneğin meydanın bir ucundan diğer ucuna kadar yol kenarında, sakat ayaklarını göstererek dilenen dilenciler, üç küçük yüksük altındaki parayı bulanın kazandığı bul karayı al parayı üçkâğıtçı tezgâhları, muhtemelen çalıntı mallar satan büyük çoğunluğu siyahî sokak satıcıları, küçük kaldırım tezgâhları… Eğlenceli bir meydan.
Çanta, cüzdan, telefon, pasaport vb kıymetli eşyalarınızı sıkı bir şekilde muhafaza ettiğiniz sürece. Garın karşı istikametinde, Garibaldi heykelinin arka tarafındaki Via Pasquale Stanislao Mancini ve onu kesen sokaklarda pazar kuruluyor. Burası aynı zamanda şehrin en turistik, en heyecan verici, en cazip yeri olan eski şehir merkezinin de çok yakınında. İstasyonu sırtınıza alıp burnunuzun dikine dalınız. Heyecan başlasın.
“Napoli-böler” Spaccanapoli
Gelelim Centro Antico’ya, yani 720 hektarlık Napoli eski şehir merkezine. Neredeyse her sokakta Orta Çağ, Rönesans, Barok ya da Rokoko stilinde bir tarihi eser, kilise, manastır, meydan, han, konak, dikilitaş, geçit, kapı ya da kuleyle karşılaşacağınız bölgenin UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde müstesna bir yeri bulunmakta. “Spaccanapoli” kaba bir çeviri ile “Napoli-böler” antik şehir merkezini bir karpuz gibi ikiye bölen upuzun ama diğer tümü gibi daracık bir cadde olan Via Benedetto Croce’nin lakabı.
Özellikle kaleden bakınca oldukça dikkat çekici bir görünüme sahip. Napoli antik çağda henüz yeni şehir yani Neapolis iken kurulan üç ana caddeden korunabilmiş olanı. Napoli’nin kalbinin attığı çılgın sokakları işte bu bölgede. Fotoğrafçılar için gerçek bir vaha. Elinizi deklanşörden çekemeyeceksiniz benden söylemesi.
Gerçekten de başlıcaları elbette en önce Duomo, Pio Monte della Misericordia, Capello Sansevero, San Lorenzo Maggiore, San Gregorio Armeno, San Domenico Maggiore, Gesu Nuovo, Santa Chiara gibi görülmesi gereken eserlerin bulunduğu eski şehir merkezi bir diğeri “Centro Storico” ara sokakları ve meydanlarıyla uzun saatler boyunca gezilmeye değecek güzellikte. Bu bölgenin kuzeydoğusundaki Arkeoloji Müzesi’ni de hatırlatmakta fayda var. Malum çevrede çok önemli antik şehirler var ve bu sebeple dünyanın en önemli arkeoloji müzelerinden birinden bahsediyorum.
Tabii ki sadece kiliseler, müzeler, katedralleriyle değil. Daracık sokaklarından enerji fışkıran gündelik yaşamıyla Napoli sizi bekliyor. Saatlerce kaybolmak, soluklandığın meydanları, geçtiğin sokakları ve insanları hatırladıkça yavaş yavaş oralı olmak paha biçilemez bir deneyim olacak. Bizim çaycılar gibi espresso taşıyan genç garsonların telaşı, vızır vızır geçen motorlar, evlerden sarkıtılan sepetler, sokak kedileri, bütün sokakları süsleyen çamaşırlardan damlayan sular, hararetle bağır çağır anlaşan Napoletana ahalisi sizi de bir üst enerji düzeyine çıkaracak.
Yorulduğunuz için değil ama kahvenin kokusuna yenik düştüğünüz için molalar vereceksiniz bu defa. E ne de olsa İtalya’dayız değil mi? Soluklandığınız meydan ismiyle müsemma güzellikte Piazza Bellini ise ve gece dışarı çıkmaya niyetiniz varsa haritada bir yere not etmekte ya da zihninize kazımakta fayda var. Kahvenin yanında rom şerbetli “Baba” tatlısı söylemeyi unutmayın.
Çamaşırlar, motosikletler, çarpışan arabalar
Bu şehrin bayrağı aslında balkonlarındaki asılı çamaşırlarıdır derler. Her mevsim, yağmurlu ve soğuk havalarda naylonlarla örtülü de olsa mutlaka o çamaşırlar asılıdır Napoli’de. Çamaşır yıkamayı da seviyor olmalılar ama asıl mesele galiba evin fiziki ve ahlaki temizliğini ispat etmek. Diğer İtalyan kentlerindeki gibi dehşet bir scooter potansiyeline ve akıl almaz bir trafik işleyişine sahip Napoli. Sokaklarında motora ailecek binenler görürseniz şaşırmayın. Trafikte emniyet kemeri yerine emniyet kemeri baskılı tişört giyen birilerini görebilirsiniz.
Ayrıca bu şehirde park halindeki aracı öndeki ve arkadakinin tamponuna vura vura çıkarmak veya park etmek gayet olağan. Zaten şehirdeki arabaların çok büyük bir yüzdesi vuruk içinde. Büyük bir çarpışan otomobil sahası olan Centro Antico ve İspanyol mahallesinde iki aynası sağlam, jantı eksik olmayan ya da her iki tamponu hasarsız otomobil bulmak neredeyse imkânsız. Hatta bu çarpışma ve sürtünme halleri o kadar normal bir şey ki, araçlar ufak temaslarda yavaşlamıyor bile. Bu durum yeni araba alan birinin aracını kendisinin çarpması ya da bir cephesini anahtarla çizmesi gibi ilginç bir gelenek sahibi yapmış kentlileri.
Pizza
Napoli malumunuz pizzanın olduğu kadar, İtalyan bayrağının renklerinde (kırmızı, beyaz & yeşil yani domates, mozzarella & fesleğen) hazırlanan pizza olan Margherita’nın da anavatanı. Napoli’de Margherita’yı, yani vakti zamanında kraliçeye sunulan ve onun adıyla anılan asil ve asıl pizzasını elbette lüks bir restoranda değil, köhne, küçük, sokak arasında, odun fırını olan bir yerde yemek makbul. Bunlardan en meşhuru Cento Antico’nun doğu ucunda Piazza Garibaldi’ye yakın bir lokalizasyonda Via Sersale’de yer alan, önündeki kalabalıktan da kolayca çıkarabileceğiniz “L’Antica Pizzeria Da Michele”.
Beyaz mermer masalar, kasadaki adam, duvardaki aile büyüklerine ait ve ünlülerle çekilmiş fotoğraflarla Sultanahmet Köftecisi tadında, Julia Roberts’ın başrolünde olduğu “Ye, Dua Et, Sev” filmine de mekân olmuş tarihi bir mekân. Pizza çok ucuz ve gerçekten çok güzel. Napoli’deki pizzalar genel olarak diğer İtalyan şehirlerine göre daha kalın hamurlu, kenarları yanık, daha sulu ve bizdekilere göre de daha seyrek malzemeli. Michele’de sadece iki çeşit pizza yapıyor: Margherita ve Marinara. Margherita; domates sosu, mozzarella peyniri ve birkaç yaprak fesleğen ile, Marinara; sarımsak, domates sosu, kekik ve zeytinyağı ile… Bir diğer meşhur pizzeria ise yine antik şehir merkezinde yer alan Gino Sorbillo (via dei tribunali, no:32). Daha turistik bir mekân ama pizzalar yine enfes.
Sophia Loren, Toto, Maradona
Napoli’nin ünlüleri olarak Sophia Loren ve Toto hemen her yerde, daha çok da magnetlerde ve küçük heykelcikler olarak karşınıza çıkacak. Toto (Antonio de Curtis) fotoğraflarından, buzdolabı süslerine, heykelciklerinden anahtarlıklarına kadar, Sophia Loren’den açık arayla önde. Bir de tabi Napoli’nin bir diğer meşhuru “Commedia dell’Arte” karakteri siyah maskeli, beyaz kukuletalı tiyatro karakteri Pulcinella var hediyelik eşyalarda başrolde olan.
Napoliler iki şeyden çok korktuğu rivayet edilir. İlki Vezüv’ün patlaması, ikincisi FC Napoli’nin küme düşmesi. İkincisinden hep daha fazla olmak üzere. Napoli’nin küme düşme ihtimali Vezüv’ün yarın patlayacak olmasından daha çok korkuturmuş derler. İşte futbolun bu derece, her şeyin önüne geçtiği bir şehir burası. Maradona’nın efsane İtalya günlerini, Napoli ile şampiyonluk yaşadığı yılları bilmeyen yoktur sanıyorum. Aradan yıllar yıllar geçmesine rağmen birçok yerde hala Maradona posterleri ve formaları satılmakta. Evlerin, kafelerin duvarlarında, arabalarda, motosikletler üzerinde, her yerde Maradona ile ilgili bir şey görmeniz mümkün. Çok inançlı Napoletanolar için Maradona sanırım artık bir tür aziz olmalı. İzinin daha uzun yıllar süreceği aşikâr. Bize düşen ise hediyelik eşya olarak bir Diego ürünü ile eve dönmek.
Napoli biberi, Limoncello, pasta, şarap vs. alışveriş listesi
İtalya’da kırmızıbiberin şans ve bereket getirdiğine inanılıyor. Kız istemeye giderken çikolatanın yanında demet demet bu kırmızıbiberlerden götürülürmüş. Şansın simgesi haline gelen kırmızıbiber bütün İtalya’ya burada, güneyden yayılmış. Hediyelik eşya alternatifleri arasında bol miktarda biberli obje de var yani lafın kısası. Ve tabi Güney İtalya devasa limonları ve elbette ünü şehirle yarışan Limoncello. Daha çok Sorrento menşeili bir tür likör malumunuz. Kavunlu Meloncello versiyonu da var. Napoli, pizza dışında el yapımı makarna çeşitleriyle de öne çıkıyor. Envai çeşit uygun fiyatlı “pasta” stoğu için doğru yerdesiniz. Bavulları makarnalar ile doldurmadan önce tabi Güney İtalya’da olduğunuzu ve uygun fiyatlarla birinci kalite şarapların köşedeki markette sizi beklediğini de hatırlatayım.
Castel Sant’elmo
Eski şehir turunuzu bitirmeyi başardıysanız sıradaki durağımız şehrin çatısı. Kale çevresinde aynı zamanda şehrin daha nezih ve bir o kadar da çamaşırsız semtleri bulunuyor. Napoli’ye yukarıdan bakan Castel Sant’elmo’ya funikuler ile ulaşılabiliyor. Şehrin, arka plandaki Vezüv ile birlikte en güzel manzarası burada. Daha önce bahsettiğim Spaccanapoli (Napoli-böler) en güzel buradan izleniyor. Kale içinde bir takım ofisler ve küçük bir müze de var meraklıları için. Ama tabi Napoli müze gezilecek bir şehir değil diyerek sizi manzaraya ve sonrasındaki durağımız İspanyol Mahallesi’ne gitmek üzere funikülere davet ediyorum.
Pizza severler bloknotları çıkarın bir diğer sıcak nokta atışı geliyor. Kaleden indiğinizde funikülerden sonra sağ tarafa doğru Quarteri Spagnoli yönünde Via Pignasecca üzerinde diğerleri kadar meşhur olmayan ama yerel halkın ilgisine fazlasıyla mazhar olmuş bir mekân var: Pizzeria da Attilio. Tek kelimeyle müthiş. Özellikle bir çeşit yarım kapalı pide gibi yuvarlak şekilli, kenarları kıvrık çift katlı olan pizzaları mutlaka denemelisiniz. “Yaşasın yemek yemek” diyen biriyseniz sizin için “ölmeden önce yapılacak 100 şey” içine katılmalı. O derece.
İspanyol Mahallesi
Şehrin kaotik hallerine, daracık sokaklara ve hafiften tekin olmayan hallerine doyamayanlar için sıradaki durağımız kalenin yamacından sahile doğru olan bölgede Via Toldeo’nun hemen arkasında yer alan Quartieri Spagnoli yani İspanyol Mahallesi. Tarlabaşı’nı Napoli’ye taşımışlar sanki. Bakkallar, manavlar, kahvehaneler ve tabi yine asılı çamaşırlar, köşe başlarında aslında tüm şehirde olduğu gibi, “edicola” adını verdikleri adak amaçlı, gelen geçenin dua ettiği küçük camlı dolaplar içinde dini figürler ve fotoğraflar olan süslü ve ışıklı dua alanları, yüksek sesle konuşarak anlaşan ve mutlaka sigara içen Napolililer ile bu defa yokuşlarda gürültüyle gaz yakan scooter’lar… Sokaklarında kaybolduğunuzda karşınıza, mesela bir işkembeci çıkabilir. Avrupa’nın orta yerinde de işkembe kelle-paça mümkünmüş demek ki dersiniz. Şaşkınlığınızı atmadan siyah çizgili takım elbise içinde, gözünde güneş gözlüğü, belinde kendini belli eden pistol ve kulağında gül ile dolaşan biri köşeyi dönebilir. Ya da “Oo mama mia!” diyen alkolik bir abi. Üstelik bir film setinde de değilsinizdir. Dedik ya biraz Tarlabaşı tedirginliği var, e ona da biz alışığız çok şükür.
Via Toledo
“Bu kadar heyecan bana yeter” diyenler biraz daha nezih bölgelere, örneğin sahile doğru yola koyulabilirler. Piazza Plebiscito’nun hemen yanı başından başlayan ve özellikle akşam saatlerinde neredeyse miting meydanı kadar kalabalıklaşan cıvıl cıvıl bir bölge, Via G.Sezza, Via Chiaia, Via Nardonnes’i de içine alıp, Via Toledo boyunca eski şehre doğru uzanıyor. Milano’daki Galleria Vittorio Emanuele II ‘nin bir benzeri olan ve yapımı 1890’da tamamlanan önemli alışveriş merkezi Galleria Umberto da aynı bölgede yer alıyor. Dört yönden girişi bulunan Galleria’nın bir girişi San Carlo Operası karşısındayken, bir diğer kolu da Via Toledo’ya bakıyor. Biraz sterilite iyidir diyenler önden buyursun.
Sahil şeridine inildiğinde ise Napoli’nin en önemli ikonik yapıları olan Castel Nuovo (Yeni Burç) ve biraz arkasında yer alan Palazzo Reale (Kraliyet Sarayı) yer alıyor. Sarayın baktığı meydan Piazza Plebiscito ve meydandaki “Basilica di San Francesco di Paola” da oldukça etkileyici. Biraz Vatikan havası var. Nitekim Paola’nın kubbesi Roma’daki Pantheon ve meydanı saran sütunlu girişi San Pietro bazilikası örnek alınarak yapılmış. Liman kentinde biraz deniz havası almak lazım diyenler meydandan denize doğru Via Console’nin yolunu tutabilirler. Vezüv’ün gölgesi altında Sorrento yarımadası ve adalar manzarası gezintinize eşlik edecek. Napoli’nin diğer bir önemli kalesi olan ve denize uzanan bir kayalık üzerinde yer alan Castel dell’Ovo ve hemen altında küçük bir yat limanı olarak kullanılan Borgo Marinari bölgesi de görülmeli. Burada çok güzel restoran ve kafeler bulunuyor. Hızını alamayan ve yürüyüşe devam etmeyi düşünenler için deniz kıyısındaki Via Partenope ideal. Nezih bir bölge, deniz kıyısında çok sayıda lüks otel mevcut. Biraz nefes almanızı sağlayabilir. Alışveriş hedefi olanlar için Corso Vittorio Emanuele, şık mağazaların sıralandığı canlı bir cadde. Via Roma üzerinde de birbirinden güzel restoranlar sıralanıyor ve bu bölge gece geç saatlere kadar oldukça hareketli.
Pompei
Napoli’ye kadar gelip görülmeden dönülmemesi gereken, hatta tek başına Napoli seyahatinin sebebi olabilecek olan sıradaki durağımız Pompei antik şehri Napoli’ye yaklaşık 25 km uzaklıkta. Garibaldi istasyonundan kalkan Circumvesuviana’nın Napoli-Sorrento trenine bindiğinizde Pompei Scavi istasyonunda inerseniz tarihi kentin girişi yaklaşık 100 metre mesafede olacak. Bugün hala bir kısmı gömülü olan antik şehir yakınlarındaki Herculaneum ile birlikte, 24 Ağustos 79 tarihinde Vezüv Yanardağı’nın iki gün süren faaliyeti sonucu volkanik kül ve cürufun altına gömülerek yok olmuş. Vezüv’ün korkunç patlamasının ardından yaklaşık 1700 yıl boyunca kayıp durumda olan kent, 1748 yılında tesadüfen yeniden keşfedilmiş. Pompeii günümüzde UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde olup İtalya’nın en popüler turistik merkezlerinden biri. Malumunuz günah şehri olduğu için tanrının gazabına uğradığı türünden hurafelerle meşhur olan Pompei 2000 yıl kadar önce ulaştığı refah ve zenginlik ile insanı hayretlere düşüren bir antik kent. 1.yy’da 20.000 kişilik nüfusu ile oldukça zengin bir liman şehriymiş. Şehirde hamam, pazaryeri, ibadethaneler, genelev, tiyatrolar, spor alanları vb. ne ararsanız varmış. Bu zamana göre bile oldukça lüks sayılabilecek villalarda yaşıyorlarmış ve hayatlarını rahat ve keyif içerisinde sürüyorlarmış. Sonra 79 senesinin sıcak bir Ağustos sabahı yanardağın sarsıntılarını hissetmişler ama hiç şaşırmamışlar çünkü hep sarsıntı oluyormuş o yüzden pek dikkate almamışlar. Sonra olan olmuş ve dev gibi Vezüv Dağı patlayıvermiş… Sülfürlü gazdan zehirlenenler kaçamamış. Tüm şehir on binlerce kişiyle birlikte bir anda lavların ve küllerin altında kalmış. Küller her şeyi olduğu gibi saklamış. Göreceğiniz hayvan ve insan bedenleri de küllerle sarılı bedenlerin oluşturduğu kalıplarının içlerinin doldurulmasıyla elde edilmiş. Pompei’de vakit geçirmek gerçekten enteresan bir deneyim.
Sorrento
Pompei’den sonra 20 dakika daha uzak bir mesafede yine tren yolu ile ulaşabileceğiniz sıradaki hedefimiz Amalfi kıyılarının başlangıcı sayılabilecek sahil kasabası Sorrento. Deniz kıyısındaki kayalık yamaç üstüne kurulu bu şirin turistik kasabayı ziyaretimizin iki sebebi var. Birincisi Capri Adası’na kalkacak olan en yakın feribot burada. Diğeri de limoncello başta olmak üzere limon üzerine kurulu bir dünya bizi bekliyor. Buraya Napoli’den biraz döküntü bir banliyö treniyle 1 saatte ulaşılabiliyor. Tek yön bilet ücreti 4,1 euro. Sorrento için sıkı bir yürüyüşle birkaç saat ayırmanız yeterli olur. Napoli’nin aksine çok temiz, dükkânlar ve meydanlar çok daha derli toplu. Yamaç üzerinde birkaç yerde seyir terasları var. Buralardan denizi, Napoli kıyılarını ve hava berraksa Vezüv’ü barındıran harika bir manzara var. Kaçırmak istemezsiniz. Sorrento’da hediyelik eşya listemizde limonlu kurabiyeler, limonlu şekerler, limonlu kolonyalar, limon likörlü çikolatalar, limon şeklinde limonlu sabunlar ve tabi Limoncello bulunuyor. Girişe yakın bir sokak tamamen limon ve limon ürünlerine ayrılmış hediyelik eşya satan birinci sınıf dükkânlarla dolu. Buradaki çok özel tavsiyem ise “crema di limoncello” olacak. Taze yapılmışını sorun ve tadına bakarken beni sevgiyle anın lütfen. Yok böyle bir lezzet.
Capri Adası
Damağımızda limon tadıyla sıradaki durağımız Capri’nin yolunu tutabiliriz. Capri Adası ile Sorrento birbirine oldukça yakın. 20–25 dakikalık bir feribot yolculuğu sonrası Güney İtalya’nın gözde tatil beldesi olan Capri’ye varacaksınız. Napoli’de haylaz çocuk moduna girince unuttuğunuz kişisel bakım işlerini yola koymak lazım. Avrupa jet sosyetesi ile aynı havayı soluyacaksınız nitekim. Adada lüks kategorisindeki markaların birçoğunun mağazaları, İtalyan ve Fransız tasarımcıların şık butikleri var. Dolayısıyla bir şıklık yarışı da var. Genciyle yaşlısıyla herkes podyumda salınır gibi dolaşıyor. Herkes güzel, herkes yakışıklı. Adanın arka tarafına da geçebileceğiniz biraz yukarıdaki Ana Capri kısmına funiküler ile çıkmak mümkün. Alternatifi midibüsler de var. Bembeyaz evler, kapılardan pencerelerden taşan çiçekler, Akdeniz, uçuşan martılar, mandalina kokusu, kulaklarınızda sokak çalgıcısının akordeonu, elinizde kahveniz, yanında mesela bir dilim tiramisu… Napoli’deki adrenalinin yerini endorfin alacak. Gezilecek yerler de var elbette. Ana Capri’de Villa San Michele ve İmparator Tiberius için yapılmış olan Villa Jovis gerçekten büyüleyici. Mavi Mağara’da (Grotta Azzurra) görülebilecek yerlerden birisi ancak yerel tur şirketinin yardımıyla küçük sandallar kullanarak gidebiliyorsunuz. Capri Adası’na elbette Napoli’den de karşılıklı feribot seferleri var. Yolu biraz uzattık ama “crema di limoncello”yu yerinde tatmadan, Sorrento’yu görmeden olmazdı. Dönüş yolunuz 45 dakika civarında olacak. İndiğiniz yer ise Castel Nuovo’nın yanı başındaki Massa Limanı.
Ayaklarınız geri geri giderek bineceğiniz dönüş uçağında solunuzda bulunan Vezüv’ün en tepesini, 1200 metre çapındaki lav kraterinin ağzını görebilirsiniz. Çok yakın geçeceksiniz. Fotoğraf makinenizi yakınınızda tutun ve bu müthiş görüntüyü kaçırmayın. Son karenizi aldıktan sonra makineyi kaldırın, kulaklığınızı takın ve Dean Martin’den “That’s Amore”yi dinlemeye başlayın: “In Napoli where love is king…/When the moon hits your eye./ Like a big pizza pie… That’s amore.” Evet, aşk bu. Napoli kolay kolay unutulmayacak türden bir şehir. Size zerk ettiği sanki Napoliliymişsiniz hissi uzun süre etkisini sürdürecek ve daha dönüş uçağındayken bir daha gitmenin hesaplarını yaptıracak gizliden. Eski bir İtalyan deyişi şöyle diyor: “Vedi Napoli e poi muori!” yani “Napoli’yi görmeden ölme!” Güney İtalya seyahati için en güzel aylar da kapıya dayanmışken, sahi nedir sizi tutan?