Hakan Bıçakçı/ Apartman Boşluğu
Şurada bir yol var gördün mü
“Kalabalıkla beslenen baş döndürücü bir kaosun merkezinde yaşamayı seviyordu Arif. Kalabalığı sevmiyordu yine de. Aynı sokağa her çıktığında etrafta farklı insanlar, yabancı yüzler olmasını tercih ediyordu. Kendisini tanımayan, bir yerden gözü ısırmayan, ne iş yaptığını bilmeyen insanların arasında olmak onu ferahlatıyordu. Bütün sakinlerinin adını bildiği, gülümseyerek kendisini süzdüğü, yardımına koştuğu; bakkalıyla, kasabıyla, manavıyla ayrı ayrı selamlaştığı bir sokakta olduğunu düşündüğü zaman boğulacak gibi oluyordu. Herkesin birbirini avucunun içi gibi bildiği, ‘sıcacık’ bir mahalle ortamı, müthiş bir korku filmi setiydi onun için.”
Dün sabah çalar saatle rüya âleminden lanetli biçimde kovulup hayatın telaşını kendi soluğu ile eşitlemeye çalışan bir reklâmcıyken, bu sabah ıssız ve sessiz bir kasabadaki gara yanaşmak üzere hızını insan adımına eşitlemiş bir hızlı tren gibi hayatının yeni dönemine yanaşmaya çalışan bir işsiz reklâmcı olarak başlasaydın güne? Ev de çok soğuk olsaydı. İçindeki saçaklı, kıpırtılı, macun kıvamındaki tedirginlik sana kendini Gregor Samsa’nın kaderini yaşıyormuşsun gibi hissettirseydi.
“Sesten uzaklaştıkça hızlanıyordum, hızlandıkça sesten uzaklaşıyordum. Bacaklarımın üst kısımları ateşe atılmış odunlar gibi yanıyordu. …Dev bir uçak, iki yana kıvılcımlar püskürterek piste indim. Bir süre daha istemsizce koştuktan sonra nihayet yürümeye başladım. …Bacaklarım titriyordu. Odunlar kül olmak üzereyken ateşten çıkmıştı.”
Arif’le birlikte rüya görecek, marketten aldığınız 12’li yumurta viyolündeki yumurtaları birlikte ağır ağır buzdolabına yerleştirecek, DVD’cinin önden geçerken yeni film var mı diye birlikte bakacak, hamsileri gazete kâğıdında birlikte unlayıp arada unlu gazetenin ünlü haberlerine doğru birlikte göz kaydıracak, evin buz gibi havasına daha bir iki sayfada alışacak, arada birlikte beste yapmaya çalışacak ve ya tutarsa diye şarkı sözleri yazmaya meyil edecesin, arka sokakta çakma saatleri tezgaha dizmiş karanlık suratlı satıcıya olmayacak bir şaka yapıp geceyi ince bir yerden azıcık aydınlatmaya çalışacaksın, bazen eve girer girmez ısıtıcıyı Arif’ten önce yakacak ve hatta akşamları kahverengi battaniyeyi üstüne alıp sen de salondaki öbür kanepeye uzanacaksın. Hakan Bıçakçı, “başka bir hayatım olmalı, bir şeyler yapmalı, çevreyi değiştirip yeni bir kanka ağı örmeli” diyen ve fakat bunun olabilmesi için makinenin düğmesine basmaya bir türlü yeltenmeyen o çok tanıdık insanı, “sen nerden çıktın yaaa” dedirtecek bir gerçeklikle getirip yandaki boş sandalyeye oturtuyor.
Bundan sonrası kolay. Daha o anda Arif rica etse, “kanka şu işin ucundan bi’ tut sana zahmet” dese, yeni tuttuğu evi temizlemeye gider, bütün kolileri yeni eve taşıyıp yerleştirmeye başlarsın.
Tedirginlik bulaşıcıdır, biliyor muydun? Tedirgin birisi Arif. Çok tedirgin. Aklında, hayatında, kalbinde neyle dolduracağını, nasıl dolduracağını, doldurup dolduramayacağını bilmediği derin boşluklar var. İnsanın içindeki boşluk da bulaşıcı. Tedirgin ve içi boşlukla dolu insanların ancak bilimkurgu filmlerindeki dünyalarda üretilebilen kadar güçlü birer mıknatıs olması da durumu daha karmaşık hale getirir ve sen onlardan uzak duramazsın. Arif’le Ceren’le ayrılırken sen de pastanenin bir başka köşesinden onlara bakıp “Ah be Arif, tutaydın şu Ceren’i elinde” diye içinizden olaya karışırsın. Sonuçta Arif her sabah apartman boşluğundan aşağıya baktığında kafasını kaldırıp seninle göz göze gelen ve o boşluktan sana doğru “Acele etme kanka, kapıda sigara içiyorum” dercesine birkaç mimik yollayan insan olur. Arif’le sevdiği eski moda bir pastanede buluşup bir yandan onun rüyalarını dinleyip bir yandan da kahve içerken sokağı kesmek senin de rutinin haline gelir.
“Pastanenin karşısındaki büyük eczanenin vitrinindeki erkek mankenle göz göze geldik. Dizinde dizlik, omzunda askı, boynunda boyunluk, bileğinde bileklik, belinde korse vardı. İçeride sakatlık gidermeye yarayan ne satılıyorsa üzerindeydi. Aynı anda kolu kırılmış, omzu çıkmış, dizi kaymış, bileği dönmüş, boynu incinmiş, beli tutulmuştu fakat o bütün bu sakatlıklara meydan okuyan bir tavırla dimdik ayaktaydı. Aslen giyim mağazalarının şık koleksiyonlarını en havalı biçimde sergilemekle görevli olduğundan, yüzünde doğuştan gelen güven dolu ama güven vermeyen plastik bir gülümseme vardı.”
Gelgelelim sen de duvarda duran o deliği, deliğin arkasındaki boşluğu görmeye başladığında, Arif’le aranızda zamandan bağımsız bir bağ kurulmuş olur sen anlamadan.
Büyük ihtimalle zaten bu kitaptan sonra şöyle hissedersin; Hakan Bıçakçı Arif’le seni bir gün tesadüfen tanıştırdı, sen Arif’le hayatı yoluna koyma operasyonunu bir stratejisi olmasa da o gün bugündür sürdürüyorsun, Hakan’la da artık pek görüşemiyorsunuz.
Apartman Boşluğu, her okurun kendi içindeki loşluğa yolculuğu. Mesele, yolu görmek. Giderken giderken ne yapacağını bilemediğin yerde bir sayfa bulur, orada Arif’le oturur iki lafın derisini gerersin.