Hayali efsanenin gerçek izleri: Sherlock Holmes
Ömrü iz peşinde geçen Sherlock Holmes kendini “danışman dedektif” olarak tanımlamıştı ve ele aldığı tüm davaları çözmesiyle ün kazanmıştı. Hayat hikâyesi, ev adresi, kişisel özellikleri vardı ama gerçek biri değil sadece “hayali” bir karakterdi.
Piposu, iki yandan gölgelikli şapkası ile bir örnek kumaştan pelerinli pardösüsü ve büyüteci ona has eşyalar olmaktan çıkıp dedektifliğin simgesi haline geldi. Şimdiki teknolojinin hayal bile edilemediği yıllarda, bir ayak izinden katili tarif eder, bulduğu mürekkep izinin hangi model daktilodan çıktığını söylerdi. İşinin başkalarının bilmediğini bilmek olduğunu savunur, ilgilenebileceği bir dava olmadığı zaman bunalıma girerdi.
Bugüne kadar Watson’a ait tanımlamalar ve yaratıcısı Arthur Conan Doyle tarafından kaleme alınan 4 kitabı, 56 kısa öyküsü ile onu o kadar iyi tanıyoruz ki çoğu zaman aslında var olmayan bir hayal ürünü olduğunu unutuyoruz. Ya da unutmak istiyoruz. Çünkü “böyle bir zekâ yazılabiliyorsa birileri bu zekâya sahip demektir” diye düşünmeden duramıyoruz. Bu yüzden onu kanlı canlı bir insan olarak kabul ettik ve yazarının 20.yüzyılın başlarında onu emekliye ayırmasını, 1.Dünya Savaşı döneminde de eceliyle ölmesini hazmettik. Ama bu asla bir son olmadı. Olamazdı çünkü Doyle istemeden de olsa bir dedektif tiplemesi değil ölümsüz bir kahraman yaratmıştı.
“Renksiz hayat çilesinin içinden kızıl bir cinayet ipliği geçer…”
Holmes ve Watson’un hikâyesi Türkçeye “Kızıl Soruşturma” olarak çevrilen orijinal adı “A study in scarlet” olan öyküde başladı. Aslında bir doktor olan Arthur Conan Doyle o yıllarda mesleğine yeni başlamıştı ve çok başarılı olduğu söylenemezdi. Hasta beklerken kaleme aldığı bu hikâye 1887 yılında “Beeton’s Christmas Annual” dergisinde yayınlandı. Doyle’un Holmes’u yazarken üniversitedeki profesörlerinden Joseph Bell’in gözlem yeteneği ve Amerikan gotik edebiyat öncülerinden olan Edgar Allan Poe’nun polisiye öykülerindeki ana karakteri C.Auguste Dupin karakterinden etkilendiği söylenir. Doyle, sadece beyinden oluştuğunu düşündürecek bir karakteri yaratırken yanına onun hikâyelerini okuyacak insanları temsil edecek “normal” bir insan da düşünmüş ve Watson’u aynı zamanda anlatıcı yapmıştı. Böylece yazar tamamen aradan çekildi, okurları her hikâyede farklı bir olayın içinde kendilerini Watson ve Holmes’un yanında buldu. Okurlarının içinde yaşamak istedikleri, gerçek kabul etmeyi tercih ettikleri hayal dünyasının kapılarını açan bu ilk hikâyede Holmes’un kendi hakkında yaptığı gözlem sonucu korku ve hayranlığı bir arada yaşayan Watson, dostundan öğrendiklerini uygulayarak ya da yanlışlıkla da olsa olayların çözülmesinde rol oynadı.
“Kanunun diğer tarafında yer alsaydım, en başarılı suçlu ben olurdum”
Holmes kendine yapılan kahraman yakıştırmasını asla kabul etmez sadece dünyada tek olduğuna inanırdı. Aslında bohem bir züppe, bağımlı bir egoist olduğunu söyleyenler de vardı ama o delilik sınırında bile olsa, dehası kabul edilmiş bir efsaneydi. Teklif edilen davaları, getireceği şöhrete ya da paraya göre değil kendi zevkine göre seçerdi. Scotland Yard Müfettişi Lestrade’in Holmes’un çözdüğü davalardaki başarıları kendine aitmiş gibi göstermesine de bu sebeple aldırmazdı. Ondan yardım isteyen müşterilerine evet demeden önce gözlem yapar, yöntemlerini müşteri adaylarının üzerinde uygulayarak vardığı sonuçlardan memnun ve tatmin olmazsa davayı çözmeyi kabul etmezdi.
“Boyu bir sekseni geçiyordu, öyle ki, eğildiğinde bile uzun boylu görünüyordu. Zekâ pırıltıları okunan gözleri, etkileyiciydi. Şahin gagasına benzeyen ince burnu, tüm yüz görünüşüne atiklik ve karalılık ifadesi veriyor, çıkık ve sivri çenesi de bir adamın kararlılığına işaret ediyordu.” Yol ve ev arkadaşı, yardımcısı, hayattaki tek ve en iyi dostu Dr.Watson böyle tanımlıyordu ünlü dedektifi Sherlock Holmes’u.
Bazı davaları ona getiren, kendinden daha zeki olduğunu düşündüğü ağabeyi Mycroft’a akıl danıştığı zamanlar olurdu. Mesafeli ilişkilerine rağmen onu severdi. Kendine has, alışılmışın dışında yöntemleri ile suçluyu yakalamayı ya da suçun nasıl işlendiğini çözmeyi şahsi bir zevk haline getirmişti. Ona göre mesele ipucu toplamak değil, eldeki ipuçlarını doğru şekilde bir araya getirmekti. Holmes insan beynini tavan arasına benzetir, içine koyulanların özenle seçilmesi gerektiğine inanırdı. Ona göre, bilinçli olarak kontrol edilmeyen bir zihin gereksizliklerle dolu bir yığından ibaretti. Her şeyin bir nedene bağlı olduğuna inanan Holmes elindeki dava ne kadar doğaüstü gibi görünse ve çevresindekilerin de buna inanmasına neden olsa da bilimsel gerçeğin peşinden ayrılmaz doğruya ulaşırdı. Neredeyse her kadın için sadece zekâsıyla bile olsa ideal erkek profiline uyan dedektif, hayatına duyguları ve kadınları almamaya kararlıydı. Bu yüzden “A scandal in Bohemia” adlı hikâyede tanıştığı Irene Adler’e olan zaafı hiç itiraf edilmeyen bir aşk olarak kullanmayı tercih etmediği kalbinde saklı kaldı. Belki de Holmes’un hikâyelerini ölümsüz kılan bir sebep de her ana karakterin yanında olması gerektiğine inanılan kadın karakterin Holmes’un hayatında süreklilik göstermemesiydi. Belki de, Doyle Holmes’ten kurtulmak istediği zaman onu Reichenbach Şelalesi’nden ezeli düşmanı Moriarty ile birlikte düşürerek öldürmek yerine Adler ile evlendirseydi ondan tamamen kurtulabilirdi.
Doyle’un asıl mesleği olan doktorluk, yarattığı karakterin gördüğü ilgi sonucu yeni hikâyeler için taleplerin artmasıyla tamamen gölgede kalmıştı. Bundan rahatsızlık duyan yazarın yayınevlerini vazgeçirmek için çok yüksek fiyatlar istediği buna rağmen onları vazgeçiremediği de söylenir. Sadece Holmes’un yaratıcısı olarak kalmak istemediğine karar veren Doyle, 1893 yılında yayınlanan “the final problem” adlı hikâyede Holmes’u öldürüp ondan kurtulduğunu düşündü. Yanıldığını hiç yaşamamış bir adamın ölümüne yas tutan hayranları, evinin önünde Holmes’u onlara geri vermesi için eylem yapan okurları görünce anladı. Ve istemeden de olsa “The return of Sherlock Holmes” kitabında yer alan “The empty house” hikâyesiyle başına dert olan kahramanını yeniden hayata döndürdü. Hiç yaşamayan bir adamın ölümsüzlüğüne sebep oldu.
6 Ocak 1854 yılında Londra’da doğdu. Baker Sokağı 221B şimdi müze olan evinin adresiydi. Keman çalar, eskrim yapardı. Boks ve Uzak Doğu dövüşlerinde de uzmandı ama çok gerekmedikçe tercih etmezdi. Bohem yaşardı, bipolar (iki uçlu duygudurum bozukluğu) özellikleri taşırdı.
Holmes’un şu anda müze olarak ziyaretçi kabul eden evine mektup gönderen hayranlar vardı. Londra’nın simgesi haline gelen Holmes’un heykeli bile dikildi. Maceralarının geçtiği yerlere tabelalar, plaketler konuldu. Holmes, cesaretin, zekânın, yeteneğin sembolü olarak kabul edildi. Etkisi bugün bile süren bir fenomen oldu ama hakkındaki şüpheler her zaman geçerliliğini korudu. Holmes gerçek hayatta yaşıyor olabilir miydi?
Dr. Watson belki de bir deliydi ve olmayan bir adamı, kendi uydurduğu hikâyelerle anlatıyordu. Yazarı olan Doyle aslında Holmes’un ta kendi miydi? Bu dahi kendiydi de deli olduğunu düşünmelerinden korktuğu için hayali bir karakterin arkasına mı gizlendi? Bugüne kadar yaratılmış ve gerçekte yaşamış en ünlü suçlularla karşı karşıya gelip onları alt eden Holmes aslında bir suçlu muydu?
Döneminin polis teşkilatına örnek olan dedektifin izinden gidildiği, yöntemleri uygulandığı halde aynı dönemde yaşayan ve günümüzde bile izi sürülen ünlü seri katil Karın deşen Jack’in yakalanmamış olması Holmes’un gerçek olmadığının bir kanıtı mıydı? Yoksa Holmes’un aslında Jack olduğunun ispatı mı?
Holmes diye biri olmadığına, onu Doyle yazdığına göre, Jack aslında Doyle muydu? Doyle’un hayali karakteri yıllarca zannedilenin aksine polis teşkilatına yol göstermiyor aksine onlarla alay mı ediyordu?
Bugüne kadar bunlar ve benzeri şüpheler ya yaratılan karakterin ve maceralarının gerçekten insanları düşünmeye, zihni doğru kontrol etmeye yaradığına ya da sadece insanoğlunun şüpheciliğine işaretti. Öyle ya da böyle Holmes sevildi. İnsanlar onun gibi düşünmek ya da onun yanında olmak istedi.
Yoksa hiç yaşamamış bir adam yüz küsur yıl boyunca nasıl bu kadar güncel kalabilir, tarihte beyaz perdeye en çok uyarlanmış karakter olarak Guinness rekorlar kitabına nasıl girebilirdi ki? Watson’la tanışmalarını çocukluk yıllarına dayandıran Genç Sherlock Holmes dâhil 200 civarı filmi çekilen Holmes dizi sektörüne de girdi.
Guy Ritchie’nin farklı yorumuyla, aslına sadık kalan yapımda Sherlock Holmes bu kez Robert Downey Jr. oldu. Tanıdığımız, bedeninden çok beynini çalştıran Sherlock halinden farklı olarak bol aksiyonla bize sunuldu. Karakterin son uyarlamalarından biri olan Sherlock isimli dizide, Doyle’un fiziksel Holmes tanımına birebir uyan Benedict Cumberbatch’in canlandırdığı karakter günümüz Londra’sına uyarlandı.
İnsanlar dizide Holmes’un hikâyelerini Watson’un blogundan takip etmeye başladı. Geliştirdiği iz sürme yöntemlerini web sitesi üzerinden insanlarla paylaşan bu teknolojik Holmes ilk bakışta tuhaf görünse de kısa zamanda çok sevildi. Sadece uyarlamaları ya da zaman yolculukları dışında karakterden esinlenen işler de var. Dr. House, yapımcılarının da itiraz etmediği gibi Holmes’ten yola çıkılarak yaratılan bir karakter. Elemantary adlı dizi ise tanıtımıyla kendini gayet net olarak ifade ediyor: New Sherlock, New Watson, New York. Watson bu kez bir kadın ve olaylar Londra’da değil New York’ta geçiyor.
Yaratılışından 100 yıl sonra bile nimetlerinden faydalanan kaç hayali kahraman vardır? Kendinden sonraki karakterlere ilham olmuş, hatta birçoğunun var olmasının nedeni Sherlock. Maceralarından bazıları Pc, PS, XBox oyunlarıyla karşımıza çıktı. Doyle’dan sonra onu yazanlar, hikâyelerini devam ettirerek okuruyla buluşturanlar oldu. Polisiye romanlara ilgi duyan 2. Abdülhamit’in Sherlock Holmes’u sevgisi nedeniyle yayınları Osmanlıca olarak da basıldı.
Hatta 1907 yılında Sir Arthur Conan Doyle ve eşini sarayında misafir ettiği, ona Mecidiye Nişanı verdiği de söyleniyor. Onun adına kurulmuş en köklü hayran birliği olduğu bilinen Baker Street Irregulars üyelerinin de söylediği gibi, belki de Doyle ünlü ve hastalarından başını kaldıramayan bir doktor olsaydı Holmes’u hiç tanımayacaktık. Tek tük gelen hastalarını beklerken can sıkıntısını gidermek için hikâyeler yazmaya başlayan Doyle, yarattığı karakter ile tüm dünyayı doğru düşünmeye, aklın gücünü kullanmaya teşvik etmiş oldu. Ve muhtemelen dünya dönmeye devam ettikçe hatırlanacak bir efsanenin hala merak edilen gizemini sadece o biliyordu.
SHERLOCK’UN İZLERİ…
Apaçık bir gerçek kadar yakalaması zor bir şey yoktur.
- Yalnızca bir aptal önüne gelen bilgiyi kapar, böylece ona faydası dokunabilecek bilgiler kalabalıklaşır ya da birçok bilgi birbirine girer ve o bilgiye ihtiyacı oldu mu güçlükler yaşar. Ama becerikli usta bir kimse, zihnine ya da çatısına bir şeyler alırken son derece dikkatlidir.
- Benim adım Sherlock Holmes, benim işim başkalarının bilmediklerini bilmektir.
- İyi bir gözlemci tek bir ipucuna ulaştığında sadece olanları değil, ileride olabilecekleri de görmelidir.
- Bir şeyi saklamanın en iyi yolu, onu herkesin görebileceği bir yere koymaktır.
- Dünyanın güneş etrafında döndüğünü bilmek işime yaramıyorsa, neden bu bilgiyi kafamda tutayım ki?
- Eğitim hiçbir zaman sona ermez, Watson. Eğitim, en esaslı derslerin sonda yer aldığı bir süreçtir.
- Çözülmesi en zor suçlar, nedensiz işlenenlerdir.
- İmkânsız olanı elediğinde, her ne kadar olasılık dışı gibi görünse de, elinde kalan gerçektir.
- Hayat, insan aklının düşünebileceğinden çok daha gariptir. İnsan, gerçekte sıradan denen şeyleri çoğu zaman hayal bile edemez. Eğer şu pencereden el ele uçup, bu büyük şehrin üzerinde dolaşarak çatıları hafifçe kaldırıp aşağıda olan garipliklere, sıra dışı tesadüflere, planlara, niyetlere ve nesilden nesle süren olaylar zincirine bakabilseydik, aslında doğası gereği sıradan ve önceden tahmin edilebilir olan insan ürünü eserlerinin hepsi, yararsız ve donuk bir hal alırdı.
Yazı: Ferhan Petek