Ihlamurlar Altında “Ich bin ein Berliner”*
* “Ben bir Berlin’liyim” JFK, 1963 Berlin
Yaz ayları gelmiş, sıcaklar bastırmışken kumsalda miskinliğe değil keşfetmeye odaklı gezginler için en ideali, rotayı biraz kuzeye çevirmek. Hayır, kastettiğim Baltık ülkeleri değil. Yine Kuzey Avrupa’da sayılabilecek bir Alman şehri, başkent Berlin. Ortalama 23-24 derece yaz sıcaklığı ile ideal bir hedef. Türkiye’nin 82. ili muamelesi yapmayı bırakıp bakış açımızı değiştirmenin vaktidir.
Berlin, Özgür Çakır
Almanya gibi Avrupa’nın lideri konumundaki dev bir ülkenin 3.5 milyon nüfuslu başkentinden bahsediyoruz. Üstelik Berlin gibi iki büyük Dünya Savaşı ve bölünmüşlük yaşamış, derin bir tarihi olan, Alman disipliniyle harmanlanmış çok kültürlü yapısıyla renkli, müzeleri, bol alternatifli gece hayatı ve eğlence sektörüyle çok şey vaat eden bir şehirden. Bu yüzden Berlin’i gezmek, tadını çıkarmak, en azından küçük çaplı keşfetmiş sayılmak için minimum 3 – 4 güne ihtiyacınız olacak. Benim kendisini anlatmak için iki sayılık alana ihtiyacım oldu mesela. Gezilip görülecek çok yer, kalabalık bir yapılacaklar listesi ve hazmetmeniz gereken kocaman bir tarih söz konusu. Şanslı gününüzdesiniz sıradaki paragraflarda Berlin tarihine şöyle bir göz atacağız. Klavyesi düşük yazarınız olarak bu yazması da ilginç ve cezbedici yakın tarih sayfalarına girişmesem yazı eksik kalırdı tabii ki. Buyurunuz…
- Dünya Savaşı, Berlin Duvarı ve Soğuk Savaş Yılları
Tarih dediysem Orta Çağ’a kadar inmeyeceğim tabii ki. Konumuz 2. Dünya Savaşı ve sonrası. Öncesinde Alman İmparatorluğu’na da başkentlik yapan Berlin, 1933 yılından sonra Nazi Almanyası ve Hitler’in de başkentiydi. Hitler demişken; bir küçük not olarak Berlin seyahatiniz boyunca birçok müze ve tarihi alan gezecek olmanıza rağmen malum şahsın ismini pek nadir duyacak, cismini ve de resmini neredeyse hiç görmeyeceksiniz. Genelinde Avrupa ve insan ırkı, özelinde Alman toplumu için bir utanç kaynağı olan bu diktatör adeta hafızalardan kazınmaya çalışılıyor anladığım kadarıyla….
Neredeyse diğer tüm Avrupa kentleri gibi Berlin de 2. Dünya Savaşı’nda harabeye dönmüş. Sovyet Kızıl Ordusu tarafından ele geçirilen kent 1945’te kapitülasyona uğramış. Yani savaşın galibi 4 büyük müttefik devlet arasında tıpkı Almanya gibi başkent Berlin’in de 4 sektöre bölünmesi kararlaştırılmış. Daha sonra yolları keskin bir şekilde ayrılacak olan müttefik devletlerden batılı olanlar (ABD, Fransa ve Birleşik Krallık) şehrin batısını işgal ederken Sovyetler de kentin doğusunda söz sahibi olmuş.
Haritaya bakarsanız Batı Berlin’in Doğu Almanya toprakları içinde kaldığını göreceksiniz. Bir süre sonra Sovyetler Batı Berlin’e ekonomik ambargo uygulamaya başlamış. Bundan yılmayan Batılı Müttefikler bir uç karakola da dönüşen Batı Berlin’e havadan destek vermeyi sürdürmüş. Batıda Almanya Federal Cumhuriyeti’nin kurulması üzerine 1949’da -bugün nedenini bilmiyorum ama hafızalarımızda efsane bayan milli gülle atma takımlarıyla yer etmiş olan- Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DDR) nam-ı diğer Doğu Almanya ilan edilmiş. Ancak Batı Berlin “de facto” Almanya Federal Cumhuriyeti’ne ait olduğundan özel haklar tanınmış. Berlin’in doğusu ve batısı arasındaki geçişler -en meşhurları Amerikan sektöründeki geçişte yer alan, günümüzün turist magneti Checkpoint Charlie olmak üzere- bazı kontrol noktalarından ve sadece bazı yetkililer için mümkünmüş. Sivillerin Batı Berlin’e geçişi tamamen yasaklanmış ve sınır bölgelerine keskin nişancılar konulmuş. Yine de sadece Berlin metrosunu kullanarak 1955 yılına kadar, ayrılığın ardından Batılı müttefiklerinin de desteğiyle büyük bir ekonomik büyüme yakalayan Batı Almanya’ya 270 bin insan kaçmayı başarmış. Nitekim Sovyetler Birliği de, Batı Berlin’i Doğu Almanya sınırları içinde bir fesat yuvası, kapitalizmin kalesi, karşı propaganda merkezi olarak gördüğü için Berlin Duvarı’nı örmeyi çözüm olarak benimsemiş. 12 Ağustos 1961 tarihinde Berlin Duvarı’nın yapımına başlanmış ve bir gün içerisinde geçici inşası tamamlanmış. Bugün hikayeleriyle tarih kitapları ve müzelere konu olan, duvara komşu binaların çatı ve pencerelerinden atlayarak, tüneller kazarak, duvarı otomobiliyle yıkmaya çalışarak, kontrol noktasındaki devriye görevini bırakıp koşarak geçenler gibi istisnalar dışında Berlinlilerin doğudan batıya geçişi en katı yöntemlerle engellenmiş ve imkansız hale gelmiş. Berlin Duvarı da soğuk savaş yıllarındaki demir perdenin somut ve vücut bulmuş hali olarak 27 yıl boyunca aslında sadece Doğu ve Batı Berlin’in değil, Komünizm ve Kapitalizm mücadelesinin sınırlarını da çizmiş. Zamanın imparatorluk merkezi olan Mitte ile birlikte, Berlin’i inşa eden mimar Karl Friedrich Schinkel’in tasarladığı binalar, büyükelçilikler, saraylar ve Türkiye’den kaçak yollarla getirilen Bergama Sunağı’nın sergilendiği dünyanın en önemli müzelerinden biri olan Bergama Müzesi de dahil olmak üzere müzelerin tamamına yakını kentin doğu kesiminde kalmış.
Sonrasında Demir Perde’nin de duvarın da akıbeti malumunuz. Perestroyka ile Doğu Bloğu ülkeleri sınır rejimlerinin gevşemesi sonucu Doğu Almanların başka ülkeler üzerinden Federal Almanya’ya geçişi mümkün hale gelince Berlin Duvarı da gereksiz bir şeye dönüşüyor. Bunun farkına varan Doğu Alman Hükümeti, 9 Kasım 1989’da duvarın yıkım kararını açıklıyor. Brandenburg Kapısı’ndan başlanılarak, barikatlar ve diğer geçiş önlemleri kaldırınca da neredeyse 1 saat içinde, her iki bloktan gelen yüz binlerce Alman, duvarın iki tarafında birikmeye başlıyor ve Utanç Duvarı tarihe gömülüyor. Zaten çok geçmeden 3 Ekim 1990’da iki Almanya’nın resmen birleşmesiyle Berlin eyalet şehir olarak eski bütünlüğüne kavuştu ve birleşik Almanya Federal Cumhuriyeti’nin de başkenti oldu.
Türk Nüfus
E tabi Berlin deyince bir çoğunuzun bazı akrabalarının ikametgah yeri olması muhtemel bir Avrupa şehrinden bahsediyoruz. Çocukluğumuzdaki “Alaman” çikolatalarının kaynağı yani. Şu an Berlin’de üç kuşağa mensup yaklaşık 200.000 civarında Türk yaşamakta. Sayıları 2.7 milyonu bulan toplam Türkiye kökenli Alman vatandaşı sayısı içinde küçük gibi dursa da bu, Türkiye dışında bir şehirde yaşayan en kalabalık Türk nüfus, aynı zamanda Berlin’deki en kalabalık yabancı uyruklu popülasyon anlamına geliyor. Berlin’de en yoğun Türk nüfusu Kreuzberg semtinde. 150.000 nüfusa sahip Kreuzberg’de çoğunluğu Türk olmak üzere yaklaşık 50 bin yabancı kökenli yaşamakta. “Kroytsberg” mevzuna döneceğiz netekim… Aslında yurtdışına seyahat söz konusu olduğunda yabancı dil nedeniyle tereddüt edenler için bulunmaz bir fırsat Berlin. Kaybolduğunuzu hissettiğinizde etrafınızda “marketten sağa dön, hemen solda” rahatlığında yol tarifi verebilecek bir Türk bulma ihtimaliniz çok yüksek. Hem zengin bir dünya kenti, hem de başınız sıkıştığı anda ana dilde yardım istemek mümkün. Daha ne olsun.
Bütçe, Konaklama, Ulaşım
Bahsettiğim yoğun Türk nüfus dolayısıyla herhangi bir başka Avrupa şehriyle kıyaslanamayacak kadar çok uçuş alternatifi var Berlin’e. Promosyon bir biletle yurt içi fiyatlarıyla Berlin’e uçmak mümkün. Genel olarak da göreceli ekonomik bir tatil yapma imkanı veren bir şehir olduğunu söyleyebiliriz. Kesinlikle bir Londra ya da Milano kadar uçuk fiyatlarla karşılaşmayacaksınız. Otel konusunda da fiyatların makul olduğunu söyleyebilirim. Her ne kadar olağanüstü bir yer altı – yer üstü entegre ulaşım sistemi olsa da konaklama için en ideali merkezdeki Mitte bölgesi. Konuya girmeden önce birçok şehirde olduğu gibi burada da tavsiyem, özellikle müze gezmeyi de düşünüyorsanız ve ilk gidişinizse, “Berlin Pass” almanız. 2 günlük: 79 Euro; 3 günlük: 99 Euro gibi bir fiyatı var. İlk bakışta yüksek gibi gelse de kesinlikle daha karlı oluyor. 60’ya yakın turistik yer ve müzede ücretsiz geçiş, bir çok yerde özel indirimler, Hop on-Hop off otobüsleri ile ücretsiz şehir turu ve süresi boyunca sınırsız toplu ulaşım. Pass’i internetten satın almanız size kolaylık sağlayacaktır. Ku’damm’daki Hard Rock Cafe’ye uğrayarak kartınızı buradan temin edebilirsiniz. İlgili gişe 10:00-17:00 arası açık ve kartı teslim almak için yanınızda mutlaka bileti satın aldığınıza dair bir çıktının olması gerekiyor.
Branderburger Tor
Nereden başlamalı sorusunun cevabı elbette ki şehrin simgesi Branderburg Kapısı. JFK soğuk savaş yıllarında kalkıp gelmiş, ziyaret etmişse vardır bir bildiği. Eksik kalmayın. “İh biin ayn Berliner” diyerek bir poz da siz verin önünde bu tarihi yapının. Batı yönünde önünde bulunan meydanın devamında devasa şehir parkı Tiergarten, hemen kuzeyinde Reichstag, güney yönünde Holocaust Mahnmal ve Potsdamer Platz meydanı, doğu yönünde ise duyduğum en romantik isimli caddelerden biri olan Ihlamurlar Altında “Unter den Linden” yer alıyor. Böyle bir çırpıda sayınca biraz karışık oldu farkındayım. Telaş etmeyin teker teker gezeceğiz efendim.
Brandenburg Kapısı on iki sütuna, altı giriş kapısına ve altı çıkış kapısına sahip. Sütunlar, toplam beş yol oluşturuyor. Vakti zamanında sivil halkın sadece dıştaki iki kapıyı kullanma hakkı varmış. Ortadaki yol ise kraliyete ve önemli trafik geçişlerine ayrılmış. Kapının en üstünde ise belki de dünyadaki en meşhur “Quadriga”sı yani dört at tarafından çekilen bir tür antik olimpik yarış arabası bulunuyor. 1793 yılında barışın sembolü olarak tasarlanmış. Ama gel gelelim savaşan generallerin elinde çocuk oyuncağı olmuş. 1806 yılında, Napolyon, Prusya’yı yenince Quadriga’yı yerinden söktürmüş ve Paris’e götürmüş. 1814 yılında ise Prusyalı General Ernst von Pfuel Napolyon’u yenip Paris’i ele geçirince Quadriga’yı Berlin’e geri getirmiş. Quadriga’daki zeytin dalını da zaferinin simgesi olarak Demir Haç ile değiştirmiş. Naziler iktidara gelince, kapıyı sembol olarak kullanmaya başlamış. 2. Dünya Savaşı boyunca kapı tahrip olmuş ama tamamen yıkılmamış. Doğu ve Batı Berlin hükümetleri kapıyı restore etmişler fakat kapı 1961’e, Berlin Duvarı yapılana kadar açılmamış. Kısmen zarar gören heykelin demir haçı ise Prusya militarizmini simgelediği gerekçesiyle Doğu Almanya’nın Komünist Hükümeti tarafından sökülmüş. Demir Haç, 1990 yılında Almanya’nın birleşmesinin ardından yeniden yerine yerleştirilmiş.
Reichstag
Sıradaki durağımız bir turistik gezi için tuhaf sayılabilecek bir hedef: Parlamento binası. Hemen burun kıvırmayın. Çünkü burayı ziyaret etmeye değer yapan bir özelliği var; tepesindeki cam kubbe. Reichstag’ın bu cam kubbesi Alman mühendisliğinin hayranlık uyandıran bir ürünü. Kubbeye vuran ışığı değişik açılardaki aynalarla parlamento salonuna yansıtabilen, yağmur suyunu arıtıp kullanan, üzerindeki güneş panellerinden elektrik elde eden ve manzarasıyla da büyüleyen bir mühendislik harikası. Cam kubbeye spiral şeklinde tepeye doğru ilerleyen yolda çıkarken o an baktığınız yöndeki Berlin manzarasını detaylı bir şekilde tarif eden kulaklıklardan almayı ihmal etmeyiniz. Hem içinde bulunması oldukça enteresan ve etkileyici bir yapı, hem de size panoramik nefes kesen bir şehir manzarası sunuyor. Binanın tarihinde övünülen olaylardan biri de Hitler’in bu binaya hiç ayak basmamış olması(kundaklattığı için zaten kullanılamaz durumdaymış). Yoğun talepten ötürü Reichstag için mutlaka önceden rezervasyon yapılması gerekiyor. Son anda karar verip çıkmak pek mümkün değil maalesef. Avucunu yalayanlar için bahçesi de çok popüler ve serilmeye müsait. Güneşlenenler filan ilginç bir kontrast oluşuyor parlamento binası ile. TBMM bahçesinde güneşlenen Ankaralılar hayal edin. İşte öyle bir şey.
Holocaust Memorial
Sıradaki durağımız Branderbug Kapısı’nın hemen yanı başında dikkatinizi muhtemelen çekmiş olan beton bloklarla bezeli alan, Holocaust Mahnmal, yani Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı. Adından da anlaşılacağı gibi, soykırımda hayatını kaybeden Yahudilere adanmış bir anıt. Devasa bir alana yayılmış, sade görünümüyle tezat algı kırılmalarına neden olan, içine girince labirente dönüşen, tam da tasarımcısının hedeflediği şekilde kafa karıştırıcı ve rahatsız edici bir mimari yapıt. Aynı yerde bir de müze bulunuyor. Böyle anlatınca sıradan, yalnızca “yapmaları gerektiği için” yapılmış gibi dursa da bence samimi ve gerçekten etkileyici bir yapı. Soykırımın üstünü örtmek yerine yüzleşilmiş ve sürekli hatırlatıp tekrarını engelleyebilmek için de böyle şehrin en orta yerine bu anıt yerleştirilivermiş. Müzesi dışında açık bir alan olduğu için günün herhangi bir saatinde gidebilirsiniz. Tıpkı “stel”ler gibi devasa mezar taşlarını andıran ancak üzerlerinde hiçbir isim bulunmayan, 19.000 metrekare bir alana yayılmış değişik büyüklüklerde 2711 betonarme bloktan oluşan bu anıtı görmeden dönmek olmaz. Anmak, insan olma ortak paydasıyla sorumluluk alıp utanmak, üzülmek, dinlenmek, şöyle sessizce biraz vakit geçirmek ve düşünmek için ideal bir ziyaret noktası.
Potsdamer Platz
Berlin’in ünlü meydanlarından birindeyiz. Burada sokak performanslarına ve çeşitli açık alan sergilerine rastlamanız muhtemel. Bunun dışında Berlin Duvarından kalan birkaç parçayı da bu meydanda görebilirsiniz. Hatta bir tanesinin üstüne geleneksel olarak sakız yapıştırılıyor. Nedenini ben de bilmiyorum. Geleneklere önem veren ve çenesinin ağrıdığını fark edenlere duyurulur.
Ünlü Sony Center burada. En başta elbette Sony olmak üzere birçok mağaza, dünya mutfaklarından örnekler sunan restoranlar, lüks kiralık suitler, ofisler, film ve sanat müzeleri, sinema salonları, bir IMAX tiyatrosu ve küçük bir LEGO alanı (Legoland) bulunan 2000 yılında hizmete açılmış ve Milenyumun futuristik çizgilerini taşıyan şık bir bina kompleksi. Ücretsiz Wi-Fi bağlantısı bütün müşterilere açık, duyurulur. Bu kompleksin dış tarafında ana cadde üzerinde Deutsche Kinemathek Film ve Televizyon tarihi müzesi ve önünde de Yıldızlar Bulvarı yer alıyor. Zemindeki yıldızlar içinde de bu sektöre katkı sağlamış ünlü simaların isimleri ve imzaları. Bu yıldızlardan biri de Türk asıllı yönetmen Fatih Akın’a ait. Müzede de Modern Alman Sineması mevzu bahis olunca kendisine hatırı sayılır bir yer verilmiş. Sinemaya ilgi duyanlar için mabedimsi müzelerden biri. Mekan kullanımı ve tasarımı ile gerçekten çok etkileyici. Marlene Dietrich’e çok geniş yer verilmiş. Zaman yolculuğunda özellikle Alman sinema tarihinin geçen yüzyılına yansımaları, film alıntıları, ortamdaki ışığın kullanımı ile mekanlar ve objeler arasındaki şaşırtıcı geçişlerle filmin sihirli gücü ve sinemanın büyülü atmosferi tasvir edilmiş ve izleyene başarıyla aktarılmış. En üst katta 2006 yılında açılan Alman Televizyon Sergisi ise Doğu ve Batı Almanya televizyon tarihinin 50 yıllık tarihine eğlenceli bir bakış sağlamış. Tutti Frutti başta olmak üzere tanıdık çok şey var. İnsan gerçekten hayret ediyor. Buradaki ekran kullanımı da akıllara zarar. Mekanda fotoğraf çekmek kesinlikle yasak. Güvenlik kameralarından fotoğraf çektiğinizi tespit eden görevliler yanınıza gelip çekilen bütün fotoğrafları bir bir sildiriyor. Ben sizler için biraz risk aldım ayıptır söylemesi….
Potsdamer Platz’a kadar gelmişken yükseklerden panoramik şehir manzarası izlemek isteyenlere önerim ismiyle müsemma Panorama Punkt binası olacak. Hem alternatifi olan Berlin TV kulesine göre daha az kuyruk süresiyle zahmetsiz, hem Avrupa’nın en hızlı asansörüyle pratik, hem de manzaranızda bizzat bir diğer sembol yapı olan TV kulesinin kendisinin de yer almasıyla bir adım önde. Daha ne olsun.
Kaiser-Wilhelm-Gedächtniskirche (Yıkık Kilise)
Sıradaki hedefimiz bir diğer sembol yapı olan “Yıkık Kilise” ve çevresindeki alışveriş bölgesi. Potsdamer Meydanı’ndan batıya doğru Tiergarten boyunca ilerlemeniz gerekiyor. Yolunuzu kaybettiğinizde başınızı kaldırıp gökyüzünde bir yıldız arayın. Europa Center’daki gökdelenin tepesine kondurulmuş ve dönmekte olan 15 tonluk 10 m çapındaki devasa Mercedes yıldızını kaçırmanız imkansız. Zira hedefimiz de bu yıldızın yanı başında. 1895 tarihli bu Protestan Kilisesi, Almanya İmparatoru I. Wilhelm adına bir anıt olarak yapılmış. 1943 Kasım ayındaki bombardıman sırasında büyük hasar görmüş. Yenileme yapılırken kazanan projeye göre yıkılması planlanan yapının, tepkiler üzerine anıt olarak muhafaza edilmesine karar verilmiş. Yeni yapı da hemen yanı başında ciddi bir tezat oluşturacak modern bir tasarımla kondurulmuş. Bugün bile fütüristtik sayılabilecek 1959 yapım yılı olan modern kilise de ziyareti ayrıca hak ediyor. Yeni yapının karakteristik özelliği kare şeklinde 20.000 tane küçük camdan oluşması. Sabahları kilise iç mekanı hakim renk mavi olacak şekilde bir görüntü sunuyor ve gerçekten tasarımıyla kendine hayran bırakıyor.
Alışveriş meraklıları için çok uygun bir yerdeyiz. Yıkık kilisenin çok yakınındaki Tauentzienstrasse üzerinde konumlanan KaDeWe bizdeki YKM ile Londra’daki Harrod’s arasında bir yerde konumlandırılabilecek türden, Berlin’in sembollerinden biri olmuş alışveriş merkezi. Bana kalırsa yapılması gereken ise asansörüne atlayıp en üstteki gurme katına uğramak. Alışveriş için KaDeWe kesmediyse ya da daha makul fiyat etiketleri görmek istiyorsanız biraz ilerleyelim. Kurfürstrendamm nam-ı diğer “Ku’damm” Berlin’in bir başka alışveriş cenneti olan güzel ve büyük bir bulvarı. Uzun uzun isim yazmadan şöyle söyleyeyim: Alman mamulü olup dünya çapında isim yapmış markaların hepsinin mutlaka bir mağazası var. Gruptaki alışveriş tutkunlarına takılmak istemeyenler için: Hard Rock Cafe Berlin şubesi de bu cadde üzerinde. Bu da cazip gelmediyse tasarım ve mimari özel ilgi alanı olanlar için Bauhaus Archive Tasarım Müzesi de çok yakınlarda.
Tiergarten
“Bu kadar şehir havası yeter” diyerek sizi bir vahaya davet etmek istiyorum. 250 hektar yüzölçümüyle daha önce sayfalarımıza konuk olan Münih’teki Englischergarten’den sonra Almanya’daki en büyük ikinci şehir parkı. Burası her mevsim ayrı güzel. Güneybatı ucunda sizi bıraktığım alanda Yıkık Kilise civarında iseniz bu uçta Hayvanat Bahçesi ve hemen yakınlarda bisiklet kiralayabileceğiniz bir yer göreceksiniz. Bu parkı bir uçtan diğerine bisikletle turlamak, şehrin içinde bir ormanda kaybolmak, sonra tanıdık yerlerle karşılaşıp karabatak gibi tekrar ormana dalıp kaybolmak gerçekten çok keyifli. Parkın orta noktasında, Doğu-Batı ekseninde uzanan Strasse des 17 Juni üzerinde, Großer Stern (Büyük Yıldız) isimli meydanın ortasında Siegessäule (Zafer Sütunu) yer alıyor. Alın size tırmanıp manzara seyreyleyecek bir başka kule daha. Doğu yönünde ilerlerseniz tanıdık bir yere çıkmanız olası. Brandenburg Kapısı, Reichstag ya da Holocaust Mahnmal. Biraz kuzeye doğru uzanıp Spree Nehri üzerindeki köprüyü geçenlerin yolu ise mimarisiyle dikkat çeken merkez tren istasyonu Haupbahnhof’a çıkacak.
Gelelim Kreuzberg’e, yani Berlin’in en enteresan ve son yıllarda popülerliği katlanarak artan muhitine. 1960’larda Türkiye’den gelen göçmenler Berlin Duvarı’nın hemen dibindeki Batı Berlin’in -kibarca tanımlamak gerekirse- en cazip olmayan noktasına yerleştirilmiş. Berlinli Türkler arasında “Küçük İstanbul” diye anılan bölge duvarın yıkılmasını takiben birden şehrin merkezinde, en orta yerinde buluvermiş kendini. Hip-hop kültürünün etkisi, Afro-Amerikan göçmenler ve Türklerin oluşturduğu sıra dışı atmosfer gün geçtikçe başka türlü bir şeye evrilmiş. Günümüzde yoğun Türk nüfusun etkisiyle ciddi bir Türk mahallesi havası yanında biraz underground ve bohem bir atmosfer de taşıyor. Dolayısıyla akşam saatlerinde rotayı Kreuzberg’e çevirip yemekte döner ya da ocakbaşı muhabbeti yapmak, çılgın kokteyller deneyeceğiniz “butik” bir marjinal barda soluklanmak, üstüne de sıkı bir canlı müzik eşliğinde rock barda geceye devam etmek mümkün. Yani öyle “Ben zaten Türkiye’den geliyorum gitmem oraya” düşüncesine girmeyin, enteresan bir bölge.
Unter den Linden, Ihlamurlar Altında
Adını caddenin ortasından geçen yaya yolunun iki yanında bulunan ıhlamur ağaçlarından alan ismi de kendisi de romantik Unter den Linden, Brandenburg Kapısı’ndan Lustgarten Parkı’na doğru uzanıyor. Mitte Bölgesi’nde kalıyorsanız sabah yürüyüşü için ideal bir parkur. Kahvaltı için biraz ilerde meşhur Einstein Cafe sizi bekliyor olacak. Tarihi bir ortamda biraz fazlaca turistik bir mekan olsa da hiç olmazsa bir kahve içmek elzem. Yanına da bir apple strudel ya da Berliner yakışır. Not defterlerini çıkarıp “to do list”inize ekleyiniz efendim.
Bulvar, geçmişten günümüze şehirdeki birçok önemli yapıya ev sahipliği yapıyor. Mesela Unter den Linden üzerindeki en eski yapı olan şehrin eski cephaneliği günümüzde Deutsches Historisches Museum (Alman Tarih Müzesi) olarak kullanılmakta. Biraz ilerde Hohenzollern Hanedanı veliaht prenslerinin eski sarayı olan Kronprinzenpalais. Günümüzde savaş anıtı olan, 1817 yılında inşaa edilmiş eski askerî karakol Neue Wache, Bebelplatz meydanındaki Berlin Şehir Operası, St. Hedwig Katedrali ve Altes Palais (Eski Saray) de bulvar üzerinde. Batı ucunda, Rusya ve Macaristan büyükelçilikleri ile Pariser Platz’daki Hotel Adlon da bulvar boyunca görülebilir. Ayrıca bulvar üstünde Humboldt Üniversitesi önünde von Humboldtların heykelleri özellikle gece aydınlatmaları ile ilgi çekici. Sadece tarihi binalar mı? Elbette hayır. Hediyelik eşya dükkanları, şık bir Mercedes Benz mağazası, 2. Dünya Savaşı ve Berlin Duvarı hakkında bir iki küçük özel turistik müze… Müzeler havalarda uçuşuyor farkındayım. Henüz daha en önemlilerinin adını bile anmadığımın da.
Berlin 700’ün üzerinde müzeyle gerçek bir müze kenti. İnanılmaz. Biraz ileride Museum Island ve Pergamon Museum, yanı başında Berliner Dom bizi bekliyor. Daha East Side Gallery’deki görsel şölenden bahsedemedik, nehir turuna da çıkamadık. Ama gel gör ki bu sayıda gevezelik edebileceğim sayfaların da sonuna gelmiş bulunuyoruz. Ne diyelim arkası yarın. 30. sayıda kaldığımız yerden devam edeceğiz efendim. “Fortgesetzt werden”.