İmza: Zeki Müren…
Bursa’da söylenip tüm dünyada yankılanan bir şarkıydı o. Bitmeyen bir şarkı… Şiirlerle, şarkılarla, sevgi dolu nağmelerle olduğu kadar tasarladığı kostümlerle, sahnelerle, desenlerle gelmiş geçmiş tüm zamanlara imzasını attı Zeki Müren…
Bir röportajında “Kıskanılacak insan bulamadım. İnanınız bulamadım.” demişti Zeki Müren. Birilerini kıskanacak kadar boş vakti kalmıyordu ki zaten. Hayatı boyunca “Sanatçı olunmaz, sanatçı doğulur” sözünün bir kanıtı olarak yaşadı. Ölümsüz eserler onun sesiyle taşındı sonsuzluğa…
Ama yalnızca sesiyle değil üretkenliğiyle, çok yönlülüğüyle sanatın her dalına öyle silinmez izler bıraktı ki kendi adını da sonsuzluğa taşımayı başardı. Sevgi dolu dünyasında dostluklarla, kalpten kalbe akışlarla, mutlu mutsuz bakışlarla, alkışlarla, hatıralarla beslendi. Sesiyle, konuşmalarıyla, tarzıyla, tavrıyla büyüledi; zarafetin, asaletin, yeteneğin ve başarının simgesi oldu.
Sanat dünyasının batmayan güneşiydi Zeki Müren. Elbet onun da bedeni terk etti bu dünyayı bir gün ama adı yalnızca doğduğu kente değil tüm dünyaya emanet kaldı. Kendinden sonrakilere ilham verdi. Filmlere, romanlara, şarkılara, şiirlere, belgesellere konu oldu hayatı ve hayatı boyunca yaptıkları.
Müzikal yönü bir yana aldığı diğer eğitimlerle, birbirinden özel kostüm ve desen tasarımlarıyla da akıllarda ve yüreklerde hatırı sayılır bir yer edinmeyi başardı. Müziğin popüler ismi Lady Gaga’nın bir albümünün kapağında rastladık izlerine. Örgü modellerine “Zeki Müren Kirpiği”, “Zeki Müren Dişi” isimleri verildi. Hatta tavla oyununda da “Zeki Müren Kapısı”yla bir yer buldu kendine… Ölümünden yıllar sonra bugün adına bir telefon hattı bile açıldı… İmza: Zeki Müren…
“Yüksek ses”li “yüksek süsleme”ler…
Ortaokulu Bursa’da okuduktan sonra lise ve üniversite eğitimini İstanbul’da almıştı Müren. Bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi’nde okudu. Akademi’de “Yüksek Süsleme Bölümü”nden mezun oldu. Gazinolarda ilk “T şekli sahne”yi o sundu seyircisine. Çok sevdiği, “baş tacı” ettiği dinleyenleriyle arasında bir engel olmasını istemiyordu çünkü.
Onlarla iç içe olabilmek için, onu dinlemeye, izlemeye gelenlerin kendilerini özel hissetmesi için özel bir sahne tasarladı. Sahneye çıktığı ilk zamanlarda saçıyla, makyajıyla, kostümleriyle önce yadırgansa da zamanla kabullendirdi kendini herkese. Kendinden, yaptığı işlerden öyle emindi ki insanlar üzerinde bıraktığı şaşkınlık etkisinin yerini önce kabullenme daha sonra hayranlık aldı.
50’li yılların Türkiye’si için bir popüler kültür devrimiydi Zeki Müren. Eşi benzeri olmayan tavrıyla sınırları zorlamış, kendi modasını ve tarzını yaratmış, her yaptığıyla ses getirmeyi, ilgi odağı olmayı başarmıştı. Dönemin modasına yön, tasarımcılarına ilham verdi.
Mora bayılırdı ama…
Okuldan sonra da resimle, çizimle olan bağı hiç kopmadı “Sanat Güneşi”nin. Yaptığı resimleri, çizdiği desenleri sergiler düzenleyerek buluşturdu insanlarla. Bir yandan müzikal şöhreti hızla ilerlerken diğer yandan çizim yapmaya da devam ediyordu. Tasarladığı tüm desenleri bir gün kumaşlardaki yerini bulmak içindi. Bulacaktı da.
2014’te Zeki Müren’in resimlerinden, desenlerinden ve tasarladığı desenlerin kullanılarak yapıldığı halılardan oluşan özel bir sergi açıldı. “Mora Bayılırdım – Zeki Müren Desenleri” isimli sergide bulunan eserlerin bir kısmı geçen yıl Bursa’ya da gelen “İşte Benim Zeki Müren” isimli sergide de yer aldı. Tasarımları gibi onlara verdiği isimler de hayli ilgi çekiciydi Müren’in: “Örümceğin Vefası”, “İhanetin Şimşek Şimşek”, “Nereye Kaçtın Sen?”, “Kezban’ın Çilesi”, “Mora Bayılırdım Seni Tanımadan”, “Kırıldım Bıldırcınlara”…
“Uzaydan Gelen Prens”
Çizdiği desenleri, 1965’te 3 farklı şehirde sergileyen Zeki Müren, 70’li yılların başında bu desenleri sahnelere taşıdı. Pullu, payetli, pırıl pırıl ceketler, ışıl ışıl kostümler, apartman topuklu ayakkabılar, parlak kumaşlı pelerinler, dizlerine kadar uzanan lame çizmeler, tüylü yakalar, kısacık şortlar… O yıllarda kimsenin değil giymeye aklından geçirmeye dahi cesaret edemediği tasarımlarla çıktı sahneye.
Kendi çizdiği desenlerle, modellerle, özenle seçtiği kumaşlarla diktiriyordu kostümlerini. Ona göre bir sanatçı hem kulağa hem de göze hitap etmeliydi çünkü. Bunu yapabilmek için daha küçük yaşlarda her yönden geliştirmeye başlamıştı kendini.
En hafifinin yaklaşık 10 kilo olduğu bilinen o ışıl ışıl kostümlerin her birine kendine has isimler de vermişti. Kostümlerini tasarlarken ya da giydiğinde hissettiği duygularla verilen isimlerdi bunlar. Önümüzdeki aylarda çekimleri tamamlanması beklenen Zeki Müren belgeselinin ismine ilham veren “Uzaydan Gelen Prens” gibi sıra dışı ve ona has isimler…
“Çocukluğumun Bayram Yeri”, “Mimozaların Tebessümü”, “Hıçkıran Gitarlar”, “Sırdaş Geceler”, “Dedikodu”, “Kalbimi Ellerinde Tut”, “Susamış İstiridye”, “Çapkın Kızılcıklar”, “Yakut Kadeh”, “Sedef Prens”, “Şampanyanın Rüyası”, “Gelinciklerin Türküsü”, “Mehtap”, “Ayda Yürüyen Prens”, “Pembe Pelerinli Prens”, “Kıskandırma Beni”, “Van Gogh Girdi Rüyama”, “Aşk Şampanyası” ve daha niceleri. Sanat Güneş’inin yıllar önce Mehmetçik Vakfı ve TEV Türk Eğitim Vakfı’na emanet ettiği tüm bu kıymetli hatıralar düzenlenen sergilerle gün yüzüne çıkınca, onun bilinmeyen yönleri de yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.
“Renk deryasında renksiz yelkenli”
Ardında bıraktığı izlerden biri de birkaç yıl önce ortaya çıktı Zeki Müren’in. 1968’de, İstanbul’daki evinde kullanmak üzere Isparta’da bir dokuma ustasına 12 adet halı sipariş etmişti. Bu halıların üzerinde bulunan desenlerin tamamını kendi çizmekle kalmadı, her birine ayrı isimler vererek üstlerine imzasını da attı.
Halıların 9 tanesini satın aldı, geriye kalan 3 halı ise zamanla el değiştirdi ve kayboldu. Kırmızı renk üzerine işlenen tavus kuşu desenlerinin ve Zeki Müren imzasının bulunduğu, “Aşk Şarabı” ismini verdiği halı bir süre önce İzmir’de ortaya çıktı. Zeki Müren’in kapak tasarımını kendi hazırladığı, iç sayfalarda bazı çizimlerine de yer verdiği ve hala herkes tarafından bilinmeyen bir başka hatırası da 1965’te yayınlanan “Bıldırcın Yağmuru” isimli şiir kitabı. “Pembe Yağmurlar”, “Bursa Sokağı”, “İkinci Sadık Dost”, “Çim Makası”, “Son Kavga”, “Bu Bestecikler Sana”, “Alınyazım”, “Kazancı Yokuşu”, “Kendimi Arıyorum” isimli şiirlerin de yer aldığı kitapta Müren’in duygularını kaleme aldığı 100’e yakın şiir bulunuyor.
O da bizi duyacak mı?
Geçmişin ve geleceğin sesi olmayı başaran, geride bıraktıklarıyla her yeri aydınlatmayı başaran Sanat Güneşi Zeki Müren’in artık ona özel bir hattı da var. Onu özleyip, onun şarkılarıyla, sesiyle ruhunu besleyen, dinlendiren insanlar anılarını, hüzünlerini, neşelerini “0 212 988 02 08” no’lu “Zeki Müren Hattı”nı arayıp paylaşabiliyorlar.
Numarayı çevirdikten sonra karşıdan gelen “Alo, buyurun” sesini duyan kimi insan duygulanıp ağlamaya başlıyor, kimi onunla ilgili hatırladıklarını anlatıyor kimi derdini döküyor Zeki Müren’e. Bu hattı arayıp onun filmlerinden, şarkılarından konuşan da var, kendini anlatan da. İlk kez bu yıl şubat ayında açılan bir sergiyle halka tanıtılan Zeki Müren Hattı’na bırakılan mesajlar, Müren için hazırlanan bir belgeseldeki yerlerini buldular bile.
Bursa sokakları
Beni Bursa sokağında vurdular
Güneşi olmayan bir sabahta
Yeşil şarap aktı bileklerimden
Bir çöpçünün nasırlı eli saçlarımda
“Picadilly” kızları öbek öbek pınarlarımda
Sarhoşlar avuçlarımda yürüdü
Ömür çizgim bir postalın kabarasında
Güneşi olmayan bir sabahta
Beni Bursa sokağında vurdular
Küf kokan kızlar taşıdı kollarımdan
Terli köy çocukları
İşkembe işkembe eller
Sarımsı sarımsı dişler
Tüm sarı ne varsa, tüm solgun her şey
Eflatun gözler, siyah dudaklar
“Picadilly” kızlarında
Beni bursa sokağında vurdular
Bir akşam gazetesinde sayfa sayfa ismim
Karakol taşları hep soğuk mudur?
Ağustos’ta da nem nem midir merdivenler?
O günden beri güneşsiz sabahlardan korkarım
O günden beri…
O sokağın her taşında ben varım…Kaynak: Bıldırcın Yağmuru kitabı, Zeki Müren, 1965
Fotoğraflar: Can Özlü, Derya Soğuk Soykan – Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık
Sign: Zeki Müren…
He was a song which was sang in Bursa and echoed throughout the world. A song with no end… Zeki Müren signed all times past and present with poems, songs, love tunes as well as his self-designed costumes, acts and patterns…
In one of his interviews, Zeki Müren told the reporter that “He could not find a single person to envy. Believe me I could not.”. He didn’t even have the time to envy anyone anyway. All his life, he lived like the embodiment to the phrase “You can’t be an artist, you are born an artist”. Immortal pieces of art are carried to infinity through his divine voice…. But he managed to irreversibly mark all forms of art not just with his voice but with his productivity and versatility that he succeeded in carrying his name to infinity as well. As his lyrics say, he was fed with friendship, flows from heart to heart, happy and not looks, applauses and memories in his world filled with love. He charmed all with his voice, his speech, his style and his attitude; he became a symbol of elegance, nobility, talent and success. Zeki Müren was the sun of art that never went down. Unavoidably his body has left this mortal world one day, but his name is left a keepsake not just for the town he was born in but for the entire world. He inspired others that came after him. His life and works became the subject for songs, poems and documentaries. Besides his musical genius, he claimed a significant part in minds and hearts with his ever so special costumes and pattern designs. We saw his mark on one of Lady Gaga’s album covers. His knitting patterns were named “Eyebrows of ZEKI MÜREN”, “Tooth of ZEKI MÜREN”. He even found a place in the game of backgammon, with the “Zeki Müren Move”… Years after his passing away, today there is a dedicated phone line to his name…
“Highly decorated” “high vocals” …
After graduating from Middle High in Bursa, he moved to İstanbul to receive his high school and university education. He studied university in the institute that is known as Mimar Sinan University today. He graduated from “Professional Decoration Department” of the Academy. He was the first to use the “T shaped stage” to his audience in the night clubs. Because he did not want to have any barriers between himself and his audience whom he held so dear. He designed a special stage for them to feel special, so they could all be one. Although he was first an odd sight with his choice of hair style, make up and his extravagant costumes, in time he was accepted and embraced by all. He was so confident of himself and his work that the shock he created in people was first replaced with acceptance, and later with admiration. Zeki Müren was a revolution in popular culture in the 1950’s Turkey. He pushed boundaries with his unprecedented attitude, he created his own style and fashion and managed to create resonance and be the center of attention with all he did. He was a direction for the fashion and was an inspiration for the designers of the time.
He loved purple but …
Even after his graduation, the “Sun of Art” never severed his ties with painting and drawing. His drawings and designs met with his audience through exhibitions. On the one hand he was going full throttle with his musical fame, and on the other he was still drawing. All his designs were there to find their places in his costumes one day. And they did. In 2014, after his passing away, a special exhibition for the rugs and carpets created using Zeki Müren’s pictures, designs and creations was opened. Some of the pieces showcased in this exhibition named “I Loved Purple – Designs of Zeki Müren” were also showed in “This is me ZEKI MÜREN” exhibition that was in Bursa last year. The names of the designs were as interesting as the designs themselves: “Loyalty of the Spider”, “Your Betrayal is Thunderous”, “Where Did You Escape to?”, “The Ordeals of Kezban”, “I Loved Purple Before I Knew You”, “Quails Broke my Heart”…
“Prince from Space”
Zeki Müren showcased his designs in 3 different cities in 1965 and carried them to the stage at the beginning of 70’s. Scaled, paillette adorned shining jackets, glimmering costumes, high heel shoes, capes with shining clothes, knee high lamé boots, collars with fur, short shorts… He took the stage with designs that no one would even come close to in those years. He created his costumes with his own designs, models and his carefully picked cloths. For him, an artist should appeal to the eyes and the ears of the audience. In order to do that, he started improving himself from very young ages. He named all those glittering costumes that are known to weigh at least 10 kilograms each. These names were inspired by the emotions he had while designing or wearing these costumes. Extraordinary and unique names such as “Prince from the Space”, which also inspired the name of the Zeki Müren documentary that is expected to finish production in the upcoming months… “Fair Grounds of my Childhood”, “Smile of the Mimosas”, “Sobbing Guitars”, “Confidant Nights”, “Gossip”, “Hold My Heart”, “Thirsty Oysters”, “Naughty Cherries”, “Ruby Chalice”, “Pearl Prince”, “Dream of the Champagne”, “Song of the Weasels”, “Full Moon”, “Prince Walking on the Moon”, “Prince with the Pink Cape”, “Don’t Make Me Jealous”, “Van Gogh Came to my Dreams”, “Champagne of Love” and many others. As all these valuable memories he entrusted with the Mehmetçik Foundation and TEV (Turkish Education Foundation) are coming alive through exhibits, his less known ways are being known publicly as well.
“A colorless sailboat in the world of colors”
The marks he left behind were revealed a couple of years ago. He ordered 12 carpets to a rugmaster in Isparta in 1968, all to use in his home in İstanbul. Not only he drew the designs to be used on them himself, he also named all of them and put his signature as well. He bought 9 of these carpets and the remaining 3 were in time sold and lost. The carpet he named “Wine of Love”, which showcased peacocks on red color and his signature as well was found in İzmir. Another memory of Zeki Müren is his poem book “Rain of Quails” which was published in 1965, which he designed the cover for himself and also showcased some of his drawings inside. The book holds more than 100 poems through which Zeki Müren depicts his emotions, including “Pink Rains”, “Street of Bursa”, “My Second Loyal Friend”, “Grass Cutter”, “Last Quarrel”, “These Songlings are For You”, “My Fate”, “Kazancı Slope”, “Seeking Myself”.
Will he hear us too?
The Sun of Art that became the voice of the past and future and illuminated our lives with his life work, Zeki Müren has his special phone line now. People who miss him, who nourish and rest their souls with his songs and voice can share their memories, sorrows, joys by calling the “Zeki Müren Hotline” by dialing “0 212 988 02 08”. After dialing the number and hearing him greet them with a “Hello, please?”, some start crying, while others talk about their memories with him, while some tell their hearts burden. There are people calling this line to talk about his movies and songs, and there are those who talk about themselves. Those messages left at the Zeki Müren Hotline, which was publicly announced in February this year in an exhibition for the first time, already found their places in the documentary being prepared for Zeki Müren.
Street of Bursa
They shot me in the street of Bursa
In a morning with no sun
Green wine flew from my wrists
The gnarled hand of a street cleaner in my hair
Girls of “Picadilly” filling my springs
Walked in my drunk palms
My life line on the spike of a postal
In a morning with no sun
They shot me in the street of Bursa
Moldy smelling girls carried me from my arms
Sweaty village kids
Tripe-ish hands
Yellow teeth
All those that is yellow, that is pale
Lilac eyes, black lips
In the girls of “Picadilly”
They shot me in the street of Bursa
My name on the pages of an evening gazette
Are police station floors always cold?
Are they all wet and damp in August too?
Since that day I fear mornings with no sun
Since that day…
I am in every stone of that street…
Source: “Rain of Quails” poem book, Zeki Müren, 1965
Images: Can Özlü, Derya Soğuk Soykan – Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık