Kadın dediğin
“Üzerimizi örten” gökyüzü gibi ab-ı hayat bahşeder kadın. Her rengi bize veren odur. Manzaradır. Bazen fırtına bazen meltem. Nefes verendir. Gökkuşağı da ondadır, oksijen de. Hayata güzellik katan ne varsa içinde biraz kadın vardır.
Onlara bir yolculuk desek, o kadar çok durak sunarlar ki. Manzara her an değişebilir. Yüzyıllardır farklı anlamlar kazanmış, kimi zaman ezilmiş veya bastırılmış kimi zaman önder olmuş kadınlar… Bir yandan göğsünü gere gere mücadele ederken, diğer yandan güzel sanatlara en derin anlamları kazandıran onlardır.
Kadın dediğin; Orhan Veli’nin eski aşklarını anlattığı şiiri “Aşk Resmi Geçiti”ndeki son aşkı gibidir: “Sade kadın değil, insan. Ne kibarlık budalası, ne malda mülkte gözü var. Hür olsak der, eşit olsak der. İnsanları sevmesini bilir, yaşamayı sevdiği kadar…”
Kadın dediğin; tüm aşklarıyla bambaşka bir dünya yaratabilmiş bir isim olan Nazım Hikmet’in gözünden ve kaleminden şöyledir:
“Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız”
Kadın dediğin; Juliette Drouet’e 31 Aralık 1851’de yazdığı bir mektupta Victor Hugo’ya göre ışıktır. Hugo, Juliette’yi ışığa benzetir: “… Bütün bu karanlık ve şiddet dolu günler boyunca harikuladeydiniz, Juliette’m. Sevgi istedim getirdiniz, sağ olun! Gizlendiğim yerlerde, sürekli tehlikede beklemekle geçen gecelerin sonunda, kapımda parmaklarınızda titreyen anahtarın sesini duyduğumda, kötülükler ve karanlıklar yok oluyordu; içeriye ışık giriyordu! Çatışmalara ara verildiğinde yanı başımda olduğunuz o korkunç, ama müthiş tatlı saatleri asla unutmamalıyız. O küçük karanlık odayı, tavandan, duvarlardan sarkan o eski eşyayı, yan yana duran iki koltuğu, masanın bir köşesinde yediğimiz yemeği, getirmiş olduğunuz soğuk tavuğu yaşamımız boyunca unutmayalım; tatlı konuşmalarımızı, okşamalarınızı, kaygılarınızı, adanmışlığınızı hep anımsayalım. Beni sakin ve dingin gördüğünüze şaşırmıştınız. Bu sakinlik ve dinginlik nereden geliyor, biliyor musunuz? Sizden…”
Kadın dediğin yaşam apartmanında kat kat gezmek demektir. Apartmanın bahçesinde serin bir ağacın altında oturmak gibidir. Bahçedeki tüm çiçekler, tüm renkler demektir. Kadın yol demektir. Yürüdükçe savrulan saçlardır.
Ümit Yaşar Oğuzcan “kadın” dediğine, “Seven Bir Kadın İçin” iki dörtlü iki üçlü dize yazar:
“Siz ne zaman sevdiyseniz çaresizlik vardı
Bir karanlıktı basan içinizi aşkla beraber
Sevince her yeriniz bir humma ateşiyle yanardı
Sonra gözlerinizde yaş, alnınızda ter
Onu severdiniz bilirim ama gidemezdiniz ki
Sizin gibi niceleri sevip gidemediler
İşte ümitsiz aşkınızın şahidi
Dişlediğiniz yastıklar, kırdığınız kadehler
Ve sizi o keder güzelleştirdi o keder
O isyan etmeler Tanrı’ya, o içinizdeki kırıklık
O sabahlara dek ağladığınız geceler
Bütün kadınlığınızla aşkın üstündesiniz artık
O içinizdeki fırtınalar da gelir geçer
Siz de bir gün dersiniz – sevmek yalanmış meğer.”
Kadınlar için, kadınlar yüzünden, kadınlardan ötürü, kadın oldukları için, kadınca yaşadıkları için, kadınsı hareket ettikleri için çok kavga çıkmıştır. Haklarında onlarca şiir, kitap, film, hikaye veya efsane çıkagelmiştir. Dünyanın en uzun aşk şiirleri, en acı ya da şehvet dolu hikayeleri, en büyük zaferleri ya da en büyük üzüntüleri, onlara ya da onların ruhuna ulaşabilmek içindir. Ancak Necip Fazıl Kısakürek’in “kadın” şiiri çok daha kısadır:
“Kadından kendisinde olmayanı isteriz
Hasret yerinde kalır ve biz çekip gideriz”
Atilla İlhan “Zoro / Kamçılı Kadın” şiirinde kadın dediğinin şehvetindeki sınırları çizmek ister:
“Gözlerin kaç gece eder
Dudakların kaç karanfil
Gülünce sehpalar devriliyor
Kızgınlığın kaç yanardağı
Sevişmen savaştan beter
Yenen yenilen belli değil
Fena halde kayıp veriliyor
Kimin kolu kimin bacağı
Yalnızlığın simsiyah panter
Vahşiliği zehirli bir yeşil
Dişleri ısırdıkça sivriliyor
Bilinmez ne zaman ısıracağı
Yok yok elinde ölmek yeter
Cam tozu kumsal soğuk sahil
Şeffaf bir sonsuzluğa giriliyor
Tanrının sizi bulamayacağı”
Atilla İlhan’ın seviyorum dediği kadınlar zaten yoktular:
“ne kadınlar sevdim zaten yoktular
yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
azıcık okşasam sanki çocuktular
bıraksam korkudan gözleri sislenir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir
hayır sanmayın ki beni unuttular
hala ara sıra mektupları gelir
gerçek değildiler birer umuttular
eski bir şarkı belki bir şiir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir
yalnızlıklarımda elimden tuttular
uzak fısıltıları içimi ürpertir
sanki gökyüzünde bir buluttular
nereye kayboldular şimdi kim bilir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir”
Yeryüzündeki en güzel aşk dizelerini yazmış isim William Shakespeare en çok yüzüne aşık olmuş kadın dediğinin. (Kadın Yüzü)
“Yaradan, kadın yüzü çizmiş sana eliyle,
İstek dolu sevgimin efendisi dilberi;
İnce kadın yüreğin öğrenmemiştir hile,
Bilmez kadınlardaki kancık döneklikleri;
Gözlerin daha parlak, kahpelikten yoksundur,
Neye bakarsa baksın altın yaldız kaplatır;
Erkeklerin en hoşu, en hoş şeyler onundur,
Erkekleri büyüler, kadınları çıldırtır.
Seni yaratmış olsa kadın olarak önce
Yaradan bile çılgın bir sevgi duyacaktı,
Ama bir hiç uğruna bir fazlalık verince
Varlığına doymaktan beni yoksun bıraktı.
Değil mi ki kadınlar için yaratmış seni,
Sen sevgimi al, onlar sömürsün hazineni”
Ataol Behramoğlu’nun Ernest Hemingway’in “Hills like white elephants” adlı hikayesinden ilham alarak hatta bazı bölümlerini aynen Türkçe’ye çevirerek yazdığı şiirde kadın dediği ile erkeğin arasındaki küçük bir hikaye paylaşıyordu:
“kadın ve adam oturuyorlardı
uzakta beyaz dağlar vardı
gara girmek üzereyken Barselona – Madrid treni
kadın üzgündü, üzgündü, üzgündü
adam düşündü, düşündü, düşündü
aşkımız bitmesin isterim dedi
biralar içildi ve başka içkiler
kadın ve adam kederliydiler
ne birleşiyor ne ayrılıyor elleri
neden, neden sönüp gider bir aşk
acının silinmez tortusunu bırakarak
onulmazca inciterek yürekleri
kadın daha gerçek bir acıyla yaralıydı belki de
tasalı bir sevecenlikle baktı erkeğine
göz yaşları içinde gülümsedi
kadın ve adam oturuyorlardı
aralarında bir masa vardı
ve hüznün aşılmaz engelleri.”
Kendine has ifade çeşitliliği ve şiir deneyimi ile Cemal Süreya aykırı anlatımının da gücüyle bireyin ve toplumun daha önce açığa çıkarılmamış hallerini ortaya koyuyordu. Kadın, cinsellik, erotizm kavramları da bunun içindeydi. Cemal Süreya’nın “kadın dediği” her haliyleydi. Küçük yaşta kaybettiği annesini, sevgililerinin merhametinde, şefkatinde, sevgisinde araması gibi… Tıpkı “Beni öp sonra doğur beni” dediği gibi…
“…
Sen yüzüne sürgün olduğum kadın
Karanlık her sokaktaydın gizli her köşedeydin
Bir çocuk boyuna bir suyu söylerdi. Mavi.
Bir takım genç anneleri uzatırdı bir keman
Sen tutar kendini sevdirirdin
Bir umuttun bir misillemeydin yalnızlığa
Yalnız aşkı vardır aşık olanın
Ve kaybetmek daha güç bulamamaktan
Sen yüzüne sürgün olduğum kadın
Kardeşim olan gözlerini unutmadım
Çocuğum olan alnını sevgilim olan ağzını
Dostum olan ellerini unutmadım
…”
Kadın; tarifi yapılamayacak kadar karmaşık, onsuz olmayacak kadar çekici, tüm kainata ilham verebilecek kadar mucizevi bir varlık. Doğum mucizesinin kaynağı, doğanın kısa bir özeti gibi. Tematik olarak her yanıyla bir soru işareti…
Hangi erkek kadınsız yapabilir? Ya da abartalım biraz. “Kadınlar” düşünelim:
* Şık giyinen, zarif. Öyle güzel, öyle ölçülü yürüyen. Yürüyüşü huzur veren. Yere basışındaki yumuşaklık, adımlarındaki acelesiz huzurlu tempo ruhu rahatlatan.
* Şiirsel. Bir demet çiçek gibi tebessüm eden.
* Asker gibi. Öne yıkılacakmış gibi omuzları düşük, kambur, boynu başını taşıyamıyormuş gibi bükülmüş, sallanarak veya sürüklenerek ya da paldır küldür yürüyen.
* Lüzumsuz el kol hareketleriyle ve asabi tavırlarla dişlerini sıkarak konuşan, her an patlamaya hazır bir bomba gibi.
Daha birçok kadın düşünülebilir. Hepsi onlardır. Karmaşıklardır, tek bir tarifle anlatılamayan, belirsizliktir hepsi. Bazen film gibilerdir –her tür film olabilirler-, bazen bir şarkı… Etiyle kemiğiyle, yaşattıklarıyla, yaşamıyla çoğu kez hayalleriyle kadınlardır.
Kadını anlatan her söz gibi bu da yarım kalacak. Bir kadın ne kadar güzel, alımlı, kültürlü, zarif, dürüst veya albenili olursa olsun; vakti geldiğinde hepsi hırçın, huzursuz ve asabi de olabilir… Bu çok doğaldır çünkü onlar kadındır.
Yazı: Engin Çakır