Kadınlara “bakış” açısı
Kadın hakkındaki bakış açımız bu toplumun dönüşebilmesinin altın anahtarı. Bana göre çağdaş ve özgüveni yüksek bir kadın olmadan medeniyetimizi geliştiremez ve geleceğe iz bırakamayız.
Temamız kadın olunca, çok zorlandığımız bir sayı oldu. Çünkü kadını anlatmak tıpkı “kadın” gibi “karmaşık” bir durumdu. Belki derginin tamamını okursanız ne anlatmaya çalıştığımızı biraz daha net anlayabilirsiniz. Bu sayıda kimler yok ki: Bursa’ya iz bırakmış kadınlardan, dünyaya önder olmuş kadınlara, güzellik kavramından efsanelere konu olmuş kadınlara, hikayelere ve odağında kadın olan birçok konudan Bursa’nın simgesi ipekteki kadın eline kadar bir seçki yaptık. Gezi köşelerimizden tutun nostaljik satırlarımıza kadar her yer östrojen kokuyor.
İletişimde okuduğum yıllarımdan hatırladığım Hegel’e ait bir iletişim çözümlemesi şunu söylüyor: “ben” ve “öteki” kavramları karşılıklı iletişim ve etkileşimin sonunda anlamlı bir bütün haline gelir. “Öteki” algısı insanın kendi içinden başlar ve bir başka insana yönelir. En temelde ise doğanın iki bileşeni olan dişi ve erkek arasında şekillenir. İdeolojik geçmişimizi oluşturan; din, eğitim/öğretim, aile, hukuk, siyaset ve haberleşme kaynakları bakış açılarımızı oluşturur.
Yüzyıllardır kadına dayatılan katı toplumsal roller, din olgusunu iktidarın hegemonyasının en güçlü aracı olarak meşrulaştırdı. Neredeyse her şey; toplumsal, ekonomik, sosyal ve cinsel alanda kabul gören ataerkil düşünce ile şekillendi. Tıpkı yaradılış mitinde* bahsedildiği gibi, kadınlar ve erkekler yalnızca biyolojik olarak değil; ihtiyaçları, yetenekleri ve işlevleri bakımından da farklı görüldüler. -Erkekler “doğal olarak” daha güçlü ve akılcılar, dolayısıyla egemen olmak ve hükmetmek için yaratılmışlar gibi- bir anlayış egemen oldu. Erkekler, rasyonel zihinsel yetenekleriyle dünyayı yorumlayıp düzene sokarken; kadınlar, çocuk doğurma ve yetiştirme yetenekleri dolayısıyla günlük yaşamın ve türün üretilmesi işlevini üstlenirler dendi. Kadının “ötekileştirilmesi” için egemen güçlerin, iktidarın, dinin ve erkeğin şartları kullanıldı ki bu haksız bir rekabetti. Kadın “kabul edilmek” için köleleşmek ve öteki olmak zorundaydı.
Gelenek, töre, örf, adet, bayatlamış yasalar veya toplumun ön yargıları sebebiyle örselenen kadınlar bu toplumun tek çıkış noktası diye düşünüyorum. İlkel bir bakış açısıyla “benim olmayan kötüdür” denilerek tecavüz edilen hatta öldürülen kadınları anlatan haberleri artık duymamamız tek dileğim… Ancak ensest, taciz, tecavüz, çarpık ilişkiler ve öldürme eylemleri ne yazık ki son bulmuyor. Kadının insani gücünü tüketerek, onu küstüren, aldatan, döven, söven ve armağanlarla yeniden onu sömüren, sömürten bakış açılarımız (hem kadınlar hem erkekler için söylüyorum) sorgulanmadığı sürece kadına yapılan şiddetin sonu gelmez. İşin özü bakış açısını değiştirip, eşit bir mantık kurabilmekten geçiyor. Kadınlara “bakış açısını güçlendirmeyen”, bir milletin; ahlaktan, onurdan veya erdemden söz etmesi bence mümkün değil.
Keyifli okumalar diliyorum.
* İnsanlık tarihinin bilinen “ilk günahını” anlatan yaradılış mitinde çarpıcı bir betimleme vardır ve bu “yeni bir bilgi” değil… Bu bilgi “kadınlara bakış”ın da başlangıcıydı fikrimce… Cennet Bahçesi’ndeki bilgi ağacının yanında “tüm saflığıyla” Havva durur, ağacın üzerindeki ise yılanla özdeşleşen şeytandır… Şeytan elmayı yemesi için Havva’yı kandırmak üzere sinsice yaklaşır. Havva şeytan tarafından kandırılır. Havva, Adem’i de inandırır ve elmayı paylaşırlar, bir anda her şeyin ve kendi çıplaklıklarının farkına varırlar, “utanç” duygusuyla tanışırlar, saklanırlar ama Allah ikisini de cennetten kovar, dünya cehennemine gönderir; kadını doğum sancısı ile simgeleştirilen acı ve kölelikle ve erkeği bitmek bilmez bir efendilikle “cezalandırır”. “Yaradılış”ın ya da “insanın dünyaya gelişi”nin hikayesi olarak oldukça çarpıcı bir anlatım kuşkusuz… Çünkü bu “başlangıç” tüm geçmişi ve bugünkü bakış açılarımızı da etkiledi.