Karagözüm, kaşı karam, gözü karam, pare gözüm neredesin huuuu?
Nareke zırıltısı, tef velvelesiyle tarihten gelen bir belirsizliktir Karagöz oyunu. Ne vakit Ramazan gelse akla ilk gelenlerdendir fakat Karagöz sadece Ramazan’da değil 12 ay süregelen bir kahkaha seyridir.
Kahvenizi alın ve ayaklarınızı uzatın. Şimdi sizi nüktelerin, cinasların yer aldığı; atışmaların söylendiği ve kelimelerin tef velvelesiyle raks edip dolaştığı zamanlara götürüyoruz. Estetiğin toplum yaşamında günümüzde olduğundan daha fazla önemsendiği, mizah anlayışının henüz şimdiki gibi bel altına inme pespayeliğine düşmediği, hele hele hiciv denilen sanatın kirli çamaşırları ortaya dökmekten çok, inceden inceye dalga geçme sanatı olduğu devirlerdi… Kısa bir süreliğine de olsa içinde bulunduğumuz iletişim çağından tarihi bir yolculuğa çıkarak; radyonun, gazetenin olmadığı çağlara doğru keyifli bir yolculuk yapalım. Dilden dile dolaşan ve herkesin dilinin ucunda o çok bildik, aslı bilinmez olan hikâyeyle tarihin sayfalarını yaklaşalım. O dönemlerden bir sanatımızın, dünyanın başka hiçbir kültüründe olmadığı kadar zarif bir sanatımızın kapılarını aralayalım; Karagöz oyunu…
Rivayete göre; Karagöz ile Hacivat Sultan Orhan döneminde, Orhan Cami inşaatında çalışan demirci ustası Kambur Bali Çelebi (Karagöz) ile duvarcı ustası Halil Hacı İvaz (Hacivat)’dır. İki ustanın aralarında geçen nükteli konuşmaları dinlemek isteyen işçiler, işi gücü bırakıp onların etrafında toplanır. İşçilerin bu davranışı yüzünden, inşaat yavaş ilerler. Bu durumu öğrenen padişah, her ikisini de idam ettirir.(Bir başka rivayete göre ise Karagöz idam edilir ancak Hacivat hacca giderken yolda ölür.) Daha sonra yaptığından çok pişman olan padişahı teselli etmek isteyen Şeyh Küşteri, başından beyaz sarığını çıkarıp gerer ve arkasına bir ışık yakarak ayağından çıkardığı deri çetik çarıkları ile de Karagöz ve Hacivat’ın tasvirlerini canlandırıp, nükteli konuşmalarını tekrar eder. O tarihten sonra da, Karagöz oyunları değişik mekânlarda oynanır hale gelir.
Geleneksel kültürümüzün Ortaoyunu ve Meddah ile birlikte en önemli köşe taşlarından biri olan Karagöz günümüzden yüzyıllar önce ortaya çıkmış. Ancak gölge oyunlarının ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı hakkında kesin bir bilgi yok. Asya kökenli olduğu biliniyor. Gölge oyununun Türk kültüründe ne zaman ortaya çıktığı, Karagöz ve Hacivat olarak ne zaman biçimlendiği ise bugün hala bir muallâk… Yüzyıllarca insanları gülümsetmeyi, eğlendirirken düşündürmeyi, toplumsal bilinç oluşturmayı başaran bu oyunun bugüne ulaşması dahi tam bir muamma aslında…
Malumunuzdur, zıt karakterlerdi Karagöz ile Hacivat. Tüm çatışmaları da bunun üzerine kuruluydu zaten. Karagöz dobra dobra, biraz patavatsız, okumamış halktan bir karakterdi. O yüzden başı hep derde girerdi. Yoksuldu, işsizdi. Bazen çobandı. Hacivat ise okumuşluğundan aldığı cesaretle yabancı sözcüklerle konuşmayı pek severdi. Varın gerisini de siz hayal edin. Karagöz ile Hacivat ekseninden ayrılmayan oyunu renkli kılan tasvirler de var elbette. Zenneler var mesela. Karagöz’ün ve Hacivat’ın karısı… Ya da İstanbul ağzı ile konuşanlar; Çelebi, Tiryaki ve Beberuhi… Esaslı karakterler ise hep Anadolu’dan; Baba Himmet, Bolulu, Efeler, Zeybekler, Harputlu, Kayserili, Kürt, Laz ve Rumelili… Anadolu dışından gelenler ise apayrı; Acem, Arnavut, Arap, Akarap ve Muhacır… Tabi Müslüman olmayanları da unutmamak gerekir; Rum (Barba Yorgos, doktor), Ermeni (Ayvaz Serkis), Yahudi ve Frenk… Oyuna ahenk katan ruhsal açıdan kusurlu, hasta tipler de bir başkadır, kabadayılar da, sarhoşlar da; Hımhım, Kekeme, Aydınlı Efe, Gazi Boşnak ve en bilinenlerden Tuzsuz Deli Bekir ve Matiz… Eğlendirici tipler, olağanüstü kişilikler ve yaratıklarla bu listeyi uzatmak mümkün. Hepsi ayrı bir renk, ayrı bir dünya sanki…
Yazı: Engin Çakır
Baban Öldü Muhaveresi
– Karagözüm seni bu akşam kederli görüyorum, bir derdin mi var? Ailevi bir durum mu var? Annen nasıl, baban nasıl?
– Ah ah hiç sorma babam babam…
– Ne oldu ki babana?
– Babam sizlere ömür…
– Elleme kömür mü?
– Hayır, bir çeki odun… Yahu sen ne laf anlamaz adamsın, babam vefat etti
–Baban vefaya mı gitti?
– Evet, boza alıp gelecek.
– Hayır, iyi duyamadım galiba ne oldu bunu bir daha anlatsana.
– Babam beyazlara büründü.
– Baban Beyazıt da mı göründü?
– Evet, kitapçılar çarşısına uğrayıp gelecek, aç kulağını da beni iyi dinle… Babam dünyasını değiştirdi.
– Oh oh oh iyi iyi, biraz hava alır.
– Dayağın meyanesi geliyor… Babam mürd oldu.
– Baban züğürt mü oldu?
– Senin anlayacağın babamı uzattılar…
– Baban lastikli miydi?
– Hayır elektrikliydi. Yahu babamı aldılar bir sandığın içine koydular, kale kapısından dışarı çıkardılar, toprağı kazdılar oraya koydular, sonra üstüne toprak örttüler, kapattılar .
– Su döktüler mi?
– Döktüler.
– Küçük mü büyük mü?
– Bir parça su döktüler.
– Ohh desene bu sene baba ektin, seneye toplayacaksın…
– Seni gidi zırtakoz seni…
– Canım üzüntünü azaltmak için böyle söyledim. Ölenle ölünmez, Allah geride kalanlara ömür versin. Eh baban öldü ise pederin sağ ya?
– Dur dur işler yine karıştı. Benim pederim öldü.
– Pederin öldü ise baban sağ ya?
– Babam sağ yağ, annem vita yağ, baldızım zeytin yağ… Seni gidi laf ebesi seni…
Der üstüne atlar, Hacivat’a tokat atar ve Hacivat kaçar… Daha sonra Karagöz “Her ne kadar sürç-ü lisan ettikse affola der ve muhavere biter…
Karagöz Müzesi, Meral Kuru, Nisan 2014