Kızlar uçurtmaya mı yoksa ipi elinde tutana mı âşık olur?
Panait İstrati
“İnsan olmak ve hayatı hayvanlardan daha az anlamak ne hazin şey.”
Bitmez tükenmez gevezeliklerini dinliyorum, beni köpekleri gibi okşayıp avutmasından hoşlanıyorum ama artık odamdan bir yere kımıldayamıyorum, avlumuzdan dışarı çıkamıyorum. Epaminonda da artık beni görmeye gelmiyor. Bu bölüşme ikimizi de öldürüyor. Böyle sürüp gidemez hep. Kendi hesabıma ben ne pahasına ve nasıl olursa olsun bu işkencenin sonunun gelmesini tercih edeceğim!
Sonu geldi ama bu, hummalı kıskançlığımın tahmin ettiği en acı sonuçlardan bile bambaşka bir şey oldu. Bir gün sokakta kızılca kıyamet koptu.
Çok sevdiğiniz, yazdıklarını ne zaman okusanız kendinize geldiğiniz, onun kelimeleri ile serpildiğiniz yazarlar vardır, onlara diyecek sözüm yok ama bilmenizi isterim ki Panait İstrati, tanıştığınız andan itibaren, o çok sevdiğiniz diğer bütün yazarlardan ayrı bir yerde duracak ve gözünüze, aklınıza her iliştiğinde size ‘hayat öyle güzel ki uçurtma da ben, rüzgar da ben, ip de ben, dağ da nehir de ben, uçurtmanın peşinden koşar gibi yapıp o kızın peşinden koşan adam da ben” diye hissettirecek bir yazar. Hikayelerinin tadı, sabahtan akşama kadar çayırda çimende oynayıp koşa koşa eve vardıklarında çocukların önlerine sürülen sıcacık, kabuğu çıtır çıtır, arasında tereyağı eritilmiş köy ekmeğinin tadı gibi. Yol kenarındaki tarlalarda haylazlık eden, aşık oldukları kızların hayali ile güneşin altında kendinden geçen ergenlerin, dolaptan aşırdıkları ev yapımı şarabın yanına katık etmek için hemen oracıktan topladıkları taze baklanın tadı gibi. Yeni kaynatılmış vişne reçelinin kabaran pembe köpüğü gibi.
Yunan bir tüccarla Romanyalı bir çamaşırcı kadının evlilik dışı ilişkilerinden dünyaya gelen İstrati, iyi bir öğrenim görememiş ama hayatı boyunca birçok ülkeyi gezmiş. 1909’da toplumcu işçi hareketine katılmış. Toplumcu çizgideki dergi ve gazetelerde redaktörlük yapmış. Edebiyat alanındaki başarısızlığı üstüne yoksulluk da eklenince, başarısız bir de intihar denemesi olmuş. Yeniden doğuş, onun en iyi bildiği durumlardan, duygulardan biri. Zaten hayatının her anı zor, çılgınca, baş edilmesi imkansız durumların sonrasında yeniden yeniden doğmakla geçmiş. İntihar teşebbüsünün ardında hastanede cebinde bulunan mektup, yazıldığı kişiye gönderilir hastane yetkilileri tarafından. Bu kişi Fransız yazar Romain Rolland’dır. Rolland Panait İstrati ile ilgilenir. Yaşadıklarını yazması için teşvik eder. Hikayelerinin yayımlanması için yardımcı olur. Böylece edebiyat tarihinin önemli yazarlarından biri ortaya çıkar. İstrati, ‘Balkanların Gorkisi’ olarak kabul edilecek kadar beğenilir ve kısa sürede bütün dünyada tanınır.
Bir sabahtı. Kapımızın önünde uçurtmamla oynuyordum. Uçurtma çok yükselmişti. Uçuş gücünü denemek için yumağımdaki bütün ipi boşaltmıştım. Oyuncağımın üstünlük ve eksikliklerini anlamaya çalışıyordum. Birden uzaktan gelen bir çığlıkla irkildim: Arkadaşım olan kızın sesiydi. Sokağın ta bir başında kovaları yere atmış el çırparak bağırıyor, bacaklarının var kuvveti ile bana doğru deli gibi koşuyor, birtakım işaretler yapıyordu. Arkama baktım, iki atlı bir arabanın hızla yaklaştığını gördüm. Avludan kaçmış olan küçük köpek Leu, sokağın ortasında, tehlikeden habersiz kulağını kaşıyıp duruyordu. Bir an duraksasam, arkadaşımın en sevgili köpeği ezilecekti. Uçurtmamı bıraktım, atıldım ve köpeği hayvanların bacaklarının altından kurtardım ama araba bana çarptı; düşüp bayılmışım. Kendime geldiğimde, ezilmiş kaburga kemiklerimi ispirto ile ovuyorlardı. Arkadaşım, Leu’yu kucağına almış, orada beni bekliyordu. Aralıktan bana köpeği uzattı, alırken arkadaşımın yüzündeki acı ifade beni ürküttü.
- Neden yüzün böyle sarı? dedim.
Boğulur gibi:
- Leu’yu sana veriyorum, dedi. Onu sevmesini bilecek misin?
- Evet, hem de çok.
- Sevdiğin uğrunda neler yapabilirsin?
- Her şeyi!
Panait Istrati’nin bu romanı, adında söylendiği gibi aslında Sokak Kızı’nın yani Nerrantsula’nın değil, Marco’nun hikayesi… Marco, Tuna Nehri kıyısında yaşayan orta halli bir ailenin tek oğlu; on altı yaşında bir delikanlı. O yaşa kadar aşka düşmemiş olan Marco’nun gönlü, çevresindeki en asi, en delişmen kıza vuruluyor hikayede. Kimi kimsesi olmayan, suculuk yapan bu sokak kızı, köpekleriyle birlikte avlulu bir odada yaşıyor. Marco bir gün kızın dikkatini çekebilmek için, köpeklerinden birini araba altında kalmaktan kurtarıyor ve küçük sokak kızı onun sevgilisi oluyor. Ancak gönlü kabak çiçeği gibi açılan Marco, sokak kızının bir başka sevgilisi daha olduğunu çok geçmeden öğreniyor ve o kabak çiçeği kendi köküne küsecek hale geliyor.
Sevdiği kıza olan aşkını kendi yaşlarında bir çocukla daha paylaşmak zorunda kalan Marco’nun, Tuna kıyısındaki İbrail şehrinin şiirli dekoru içinde aynı ateşli ve gizemli kızı seven iki delikanlının derin bir arkadaşlık içinde karanlık diplere sürüklenen korkunç çatışmalarının hikayesi bu. Sakat bir genci kurtarmak için her şeyini, namusunu bile feda eden kimsesiz bir sokak kızının soylu ruhunun hiyakesi. Nil kıyılarında devam ederek, Boğaziçi’nin büyülü sularının dibinde sona eren acıklı, içli bir aşk ve dostluk serüveni… Istrati, bütün çırpınmalarına karşın, peşinde koştukları mutluluğa bir türlü erişemeyen dört arkadaşın trajik kaderlerini, çocukluk anılarının tadıyla anlatıyor yine bu kitapta; biz büyüsek de içimizin panayır yerlerinde, bir briket duvar üstünde çırpı bacaklarını sallaya sallaya oturan çocukluğumuzun, ağzının suyu aka aka yediği horoz şeker tadında yani.
Marco, kıskançlıkla, hırsla, aşkla, dostlukla ilgili güçlü sınavlardan geçiyor ve bu sınavlar, Marco’nun gerçek dostluğu, gerçek aşkı keşfetmesine rehberlik ediyor. Sokak Kızı, mutlu sonla biten, sevimli bir aşk öyküsü değil. Kenar mahallelerden, küçük yöre insanlarından çıkan gerçek, sert, zorlu bir aşk öyküsü.
Aşkın sadece bir kişiye değil, aynı anda birkaç kişiye kalbi pay edebilen bir duygu olduğunu düşünen Nerrantsula, küçük yaşına rağmen büyük bir akılla ve coşkuyla sevdalı olduğu iki genç adama da bunun olabileceğini türlü yollarla anlatmaya, onlar arasındaki kıymetli dostluğu da aynı coşkuyla korumaya çabalıyor hikaye boyunca.
“Etrafımda yemek ve çoğalmak için yaşayan her zamanın ve her yerin insanlarından başka kimseler görmüyorum. Onlardan nefret etmiyorum ama beni hiç ilgilendirmiyorlar. Dünyayı bir hara ve yemekhane gibi görmeye alışmamışım. Kuşkusuz insanlığın yüzükoyun yerde sürünmemek için elinden geleni yaptığını bilmiyor değilim ama ne yalan söyleyeyim bu konudaki gayretleri bana acınacak şeyler gibi görünüyor. Hiçbir büyük şey yapılmıyor.”
İyi insan olmanın her koşulda mümkün olduğuna inanmakla kalmayıp bunu her fırsatta hem okurlarına hem dostlarına anlatan Panait İstrati, Rumen yazarlar listesinin başında yer alıyor. Balkanlardaki yazarların hepsinin taşıdığı ortak özelliklere sahip bir üslubu var yazarın. Daha batıda olanlar, onun üslubunu ‘bin bir gece masalı’ anlatısına benzetiyorlar.
Hayatını, Panait İstrati okumadan geçiren ve yolun sonuna öyle gelen insanlar var. Sen onlardan olma.
Yazı: Emine Civanoğlu