Kötüyüm Ben, Kötüyüm, Kötüyüm, Kötüyüm!

Yaz, sıcak bir gün… 70 kişi bir salona tıkışmışız, toplantı yapıyoruz. Can sıkıcı. Üniversitede dersteymişim gibi hissediyorum. Biraz daha yetişkin, biraz daha öğretmen, biraz daha kadın olmamdan gayrı değişen pek bir şey de yok aslında. Konsept aynı, hoca bir şeyler anlatırken birbirimizin kağıtlarına notlar yazıyoruz, gülüşüyoruz, fısıldaşıyoruz. Bir ara pislik bir yorum yapıyorum, gülüyoruz, sonra da arkadaşlarımdan birine tişörtümdeki yazıyı işaret ediyorum,
“I love my dark side!” Tüm ciddiyetiyle, biraz da “hadi oradan” edasıyla, “you don’t have a dark side, do you?” diye karşılık veriyor. Tüm ciddiyetimle, biraz da “hangimiz biraz … değiliz ki” edasıyla kafamı sallıyorum, “I do. Deep inside…” Yandan yandan gülüyoruz, toplantı akıyor.

Şeytan olmak kolay bir şeydir herhalde. Lamı cimi yok, kötülükle kol kola gezeceksin. Melek olmak hakeza… Meleksen e-mail hesabın melek@iyilik.net olacak. Peki ya içinde bu ikisinden de parçalar barındıran insan ne yapsın? Mutlak iyi ve mutlak kötü diye bir şey yok, bu kesin. Kimse ne tepeden tırnağa bir Rahibe Teresa olabilir, ne de her daim elindeki budu vahşice ısırırken “nihohaha…” diye gülen bir Erol Taş karakteri… Dünyaya gelişimizle birlikte içimize serpilmiş iyilik ve kötülük tohumları birer ikişer patlayıp, her geçen gün yeni sürgünler vererek ruhumuza dolanan sarmaşıklar halini alıyor. Ve bir kez birbirine dolandıktan sonra bu ikisinden birinden kurtulmak insanoğlu için pek de kolay olmuyor. Bunu bile bile, ben mesela, “kötü” olabileceğimi uzun süre kabullenemedim. Çocukluğumdan beri iyi biriydim ben, büyümek kötüleşmek anlamına gelemezdi. “Hatalı”, “yanlış yolda”, ya da “iyiyle kötüyü ayırt edemiyor” olabilirdim; ama kötü, asla! Niyetim iyiydi bir kere. Hem sonra şartlar beni buna zorlamıştı. İsteyerek yapar mıydım hiç!

Darth VaderMazeret göbek deliği gibidir, herkeste bulunur. Bahanelere sığınıp vicdanını rahat ettirmek, hatta daha da ileri giderek haklı çıkmak istedikten sonra, elini atsan mazerete çarpardın, mesele o değildi. Söylediğin yalanlara inanıp, doğrunun bittiği noktayı kaybettikten sonra suçluluk duygusu buhar olup uçuyordu. “Her şey bir yorum meselesiydi, ya da bir tercüme hatası. Ne gördüğün, ne görmeye yatkın olduğuna bağlıydı. Eflatun bir canavar görmeye hazırsa gözlerin, eflatun canavarlar görmeye başlayabilirsin pekala. Asıl sorun şuydu:
Nereye kadar? Nereye kadar kaçabiliriz ki gerçeklerden? Nereye kadar aklayabiliriz karalara bürünen benliğimizi?
Yadsımanın faydası yok, kötüyüz. Hem de en az iyi olduğumuz kadar… İçimizde birbirine karışmadan, su ve yağ gibi dalgalanıyor iyilikle kötülük. Yetişkin olma yolunda, çocukluğa dönüş umuduyla ardımızda bıraktığımız masumiyet kırıntıları, kargalara yem oluyor daldığımız kara ormanda…

“Karanlık tarafımı seviyorum!”

“Senin karanlık bir tarafın yok ki, yoksa var mı?”

“Tabi ki var, çok derinlerde..”

Elif Şafak, Araf.

Bu da ilginizi çekebilir
Kapalı
Başa dön tuşu