Küçük bir odadan tüm dünyaya…
Bir müzisyenin düşündüğünü duyabilmek, hayal gücünde canlandırdıklarını izlemek, yarattığı yepyeni bir dünyanın kapısından içeri girmek gibi Klasik Müzik dinlemek…
Hiçbir canlıyı birbirinden ayırt etmeden mutlu edebilir müzik. Tarifi zor bir hüzne boğar bazen de. Farklı dillerden, dinlerden, milletlerden farklı renkteki insanları birkaç nota üzerinde buluşturuverir bir anda. Önyargılar yüzünden kültür seviyeleri arasında kalın bir çizginin varlığına inananlara rağmen Klasik Müzik de fazlasıyla sahiptir bu büyülü etkiye. Her bir melodinin içinde ayrı bir hikâye, ayrı bir duygu saklanmış bizi bekliyorduk çünkü. Başladığı anda kulağımızdan ruhumuza uzanan yolculukları boyunca anlatırlar bestecilerinin dertlerini bize. Her notanın dinlerken iliklerimize kadar işleyişi de bundandır. Sihirli bir kapı, ruhlar arası bir yolculuktur Klasik Müzik. Vivaldi’nin mevsimleri, Mozart’ın senfonileri, Beethoven, Bach, Schubert, Haydn ve daha niceleri sayesinde gezindiğimiz hayal âlemleri başka türlü nasıl açıklanabilir ki? Elbette 18. yüzyılın son zamanlarındaki Viyana’dan, günümüz Bursa’sına ulaşabilmiş ve sanatsal zenginliklerle dolu bu şehir de kendine hatırı sayılır bir yer bulmuş olması da tesadüf değil…
“Müziğin en önemli, en zor ve özü tempodur.” Wolfgang Amadeus Mozart
Yeryüzündeki müzik ilâhı Wolfgang Amadeus Mozart’ın, sessizliğin içindeki ölümsüz senfoni Ludwig van Beethoven’in, hikâyeler anlatan senfonilerin Baba Haydn’i gibi dönemlerinin en iyi isimlerinin konçertoları, senfonileri, sonatları, yaylı çalgıları ve o zamanlardaki adıyla “oda müziği”ni altın çağına ulaştırdığı dönemdir klasik müziğin dönemi. Her biri kendinden birkaç parça katıp geliştirdi, çoğalttı, yüceltti bu müziği. Arkalarından gelenlere ilham oldular. İzlerinden gidenlerin içlerindeki yeteneği ve müzik aşkını keşfetmesini sağladılar. Rönesans’ta, çok sesli müziğe geçiş denemelerinde çıktı ortaya ilk kez. Zamanla her biri kendi başına bir sanat yapıtı olmayı başardı. Onu diğer müziklerden ayıran özellikleri yalnızca disiplini ve çok sesli oluşu değil elbette. Orkestranın zarafeti, orkestra şefinin asaleti ve enstrümanların estetiği de dâhil bu müziğin bütünlüğüne. Dinleyen insanın üzerinde bıraktığı etkilerle bir tür tedaviye dönüştü zaman içinde. Bazen sakinlik kattı insanlara, huzur verdi; Bazen de Wagner gibi Mahler gibi müzisyenlerin saldırgan ve hareketli melodileri dinleyenlere şoklar yaşattı, onları heyecanlandırdı, uyandırdı. İtalya doğumlu opera, dört bölümden oluşan senfoni, daha çok piyano için yazılan sonat, küçük bir topluluğun dinlemesi için bestelenen oda müziği de Klasik Müzik türleri arasında.
“Daha üstünü olamaz: Müzik yoluyla Tanrı’ya yaklaşmak ve oradan insanlığa seslenmek…” Ludwig van Beethoven
Tıpkı bir insan hayatı gibi bazen yükselen, hızlanan bazen de alçalıp yavaşlayan melodilerle dinleyeni olduğu yerden alıp çok uzaklara götürür Klasik Müzik… Öfkeden gözleri kararmış bir insanı sakinleştirebilir; vahşi bir hayvanı kucaktan inmeyen bir ev kedisine dönüştürebilir ya da sakin hatta tembel, yorgun bir insanı, bezgin ve uyuşuk bir ruh halini bir anda tam tersine çevirebilir. Neşelendirebilir, hüzünlendirebilir; sonunun nereye varacağını bilmediği bir yolculuğa çıkarabilir insanı… İlk insandan bu yana var olan bir sihir aslında müzik. İnsanların zaman içinde etraflarında duydukları bazı seslerden etkilenip, kendi çıkartamadıkları bu sesleri taklit edebilmek için icat etikleri müzik aletleri ve müziğin zaman içinde bir forma girmesiyle de Klasik Müzik oluştu. Var oldukları ilk günden bu yana doğayı taklit eden, rüzgârla uluyan, yağmurun sesine eşlik etmeye çalışan insanlar ruhlarındaki derinliğe Klasik Müzik ile ulaşmaya, hayatı ve kendilerini bu melodilerle keşfetmeye başladılar. İnsanların hayat tarzı değiştikçe müzikleri de değişti. Barok, Rönesans, Romantik ve Türkiye’ye çok sesli müziğin geldiği Modern Dönem… Her dönem ortaya çıkan müzisyenlerin, bestekârların ruhlarındakilerle, kalplerindekilerle beslendi müzik…
“Hayatta müzik lazım değildir. Çünkü hayat müziktir. Eğer söz konusu olan hayat, insan hayatı ise müzik mutlaka vardır. Müziksiz hayat zaten mevcut olamaz. Müzik hayatın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir.” Mustafa Kemal Atatürk
Bu topraklarda Osmanlı’dan bu yana her geçen gün biraz daha artan müzik tutkusu, Cumhuriyet Dönemi’nde Atatürk’ün önderliğinde hak ettiği yeri yavaş yavaş almaya başladı. 100 yıllık bir geçmişe sahip olan saray orkestrası “Mızıka-i Hümayun”, 1924’te Ankara’ya taşınıp, Zeki Üngör’ün şefliğinde “Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası”na (Riyaseti Reisicumhur Musiki Heyeti) dönüştürüldü. Çok sesli müziğin ülkede yaygınlaştırılması için uğraşan Atatürk, her gittiği şehirde bu konudan bahsediyordu. Müziğin hayat, hayatın müzik olduğuna inanan Atatürk, tam anlamıyla bir “Musiki Devrimi” gerçekleştirerek bu alanda yetişmesi için birçok gencin yurt dışında eğitim almasını sağladı. Bu eğitimlere katılarak 1940’lı yıllarda isimlerini en çok duyuran beş genç, Türkiye’de çok sesli müzik tarihine “Türk Beşleri” olarak geçti.
Necil Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin, Ahmet Adnan Saygun, Hasan Ferit Alnar, Cemal Reşit Rey. Her biri birbirinden farklı aile kültürleri içinde yetişmiş ama en büyük ortak noktaları müzik aşkı olan beş yetenekli ve başarılı müzisyendi. Atatürk’ün desteğiyle yurt dışında eğitim görerek Türk kültürünü ve ezgilerini evrensel formda dünyaya tanıtmak için çalışmalarda bulundular. Necdet Levent, Ferit Tüzün, Muammer Sun, Cenan Akın, Kemal Sünder, Yalçın Tura, Kemal Çağlar, Çetin Işıközlü, Sayram Akdil, Okan Demiriş, Sarper Özsan, İstemihan Taviloğlu, Bülent Arel, İlhan Usmanbaş, Ertuğrul Oğuz Fırat, Turgut Aldemir, Ahmet Yürür, Necati Gedikli, Turgay Erdener, Betin Güneş, Mehmet Aktuğ, Kamuran İnce, Perihan Önder Ridder, Sıdıka Özdil, Nihan Atlığ Atay, Server Acim, Aydın Esen, Ekrem Zeki Ün, Faik Canselen, Mithat Fenmen, Kemal İlerici, Bülent Tarcan, Sabahattin Kalender, Nedim Otyam, Nevit Kodallı, İlhan Mimaroğlu, Cengiz Tanç, İlhan Baran, Ali Doğan Sinangil, Hasan Uçarsu, Mehmet Nemutlu, Ali Özkan Manav, Fazıl Say da eserleriyle Türk müziğinin yöresel motiflerini Batı müziği armonisi ile harmanlayarak Türk müzik tarihine etkiler bırakan sanatçılarımızdan.
Devletin çok sesli müziğe verdiği bir radikal destek de 1948’de çıkan “Harika Çocuklar Yasası” ile oldu. Bu yasa Türkiye’ye müzik duayenleri piyanist İdil Biret’i ve keman virtüözü Suna Kan’ı kazandırdı. Yasaya göre yetenekleri tespit edilen 10’dan fazla çocuk yurt dışına eğitime gönderildi. O dönemlerde 8 yaşında olan İdil Biret ve 12 yaşında olan Suna Kan da bu yasa dâhilinde Paris’e eğitime ilk gönderilen “harika” çocuklardandı. Sonraki zamanlarda yeterli ödenek sağlanamadığı için bu uygulama sürdürülemedi.
“Tüm müzik enstrümanlarını çalmak kolay. Tek yapmanız gereken doğru zamanda doğru tuşa dokunmak. Gerisini enstrüman halleder.” Johann Sebastian Bach
Müzik adına yaşanan her gelişme yeni bir kavramın varlığını da beraberinde getirdi yıllar boyunca. Oda ve senfoni orkestralarının ortaya çıkışı da böyle oldu. Küçük, özel gruplara, saray mensuplarına, aristokratlara özel müzik dinletileri yapanlara “Oda Orkestrası”, yüzden fazla müzisyenle, 25 civarı farklı müzik aletiyle oluşanlara ise “Senfoni Orkestrası” adı verildi. Yunanca’da “harmoni sevgisi” anlamına gelen filarmoni kelimesinden yola çıkarak “Filarmoni Orkestrası” kavramı ortaya çıktı daha sonra. Senfoni ve filarmoni zaman zaman karıştırılsa da aslında aralarında keskin bir fark var. Örneğin her filarmoni orkestrası aynı zamanda bir senfoni olabiliyorken her senfoni bir filarmoni değil. Ülkemizde müziğe verilen değerin ispatı olarak birçok senfoni ve filarmoni orkestrası gösterilebilir. 90’lı yıllarda temelleri atıldığından bu yana birçok ilke imza atmış olan Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası’nın ise doğduğu kentin adını Klasik Müzik tarihine altın harflerle yazdırmayı başardı.