Lüks
Lüks, Latince’de “ışık” demek. Biz şimdi lüksü farklı bir anlamda kullanıyorsak da kelimenin anlamının altının ya da elmasın ışıltısından geldiği açık. Bu ışıltı çağlar boyunca insanoğlunu kendisine çekmiş. Işığın çekim gücü, biz insanların tıpkı ışığın etrafında toplanan pervaneler gibi davranmasına sebep olmuş.
Peki nedir bu ışığın çekim gücünün sırrı? Aydınlatması mı? Açığa çıkarıp (yokluktan varlığa çıkarıp) göstermesi mi? Bize bilmediğimizi bildirmesi mi? Öğretmesi mi? Belki de hepsi. Çünkü ışık aydınlatır, tanıtır, gösterir, bildirir ve öğretir. Tıpkı bazı insanlar gibi.
İnsanlar arasında bu sıfatları hakkıyla taşıyanlara aydın denmesi de bundan. Öğretmenler, bilim insanları, sanatçılar, yazarlar toplumun aydınlatan fenerleri olmalıdır. Baş öğretmenimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün söylediği gibi “Hayatta en gerçek yol gösterici bilim’’ olmalıdır. Rasyonel düşünce ve akılcı davranış bizi çağdaş medeniyetler seviyesine çıkarır. Nitekim Avrupa’yı bugünkü uygarlık seviyesine ulaştıran yaşadığı aydınlanma çağı olmuştur.
Aydınlanma Çağı, “aklı” kurucu ilke olarak benimseyerek, tüm toplumsal yaşamın ve düşünüşün buna göre şekillendirilmesine yönelilen dönemdir. Kant, aydınlanmacılığı “aklı kullanma cesareti” olarak tanımladığında, genel olarak Aydınlanma Çağı’nın felsefesini vermektedir. 18. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkıp gelişmiş ve “aydınlanma” fikriyle yaygınlaşmıştır.
Kant, aydınlanma düşüncesinin kurucu ilkesi olan akıl konusunda şöyle der: “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. Sapare Aude! Aklını kendin kullanmak cesaretini göster! Sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır.”
Aydınlanma çağının ana fikri, akıl aracılığıyla doğru bilgilere ulaşılabileceği ve bu doğru bilgi ile de toplumsal yaşamın düzenlenebileceğidir. Öte yandan bilim alanındaki önemli gelişmeler de aydınlanma çağına öncülük eder ve bu çağda ayrıca çok yoğun yeni bilimsel gelişmeler kaydedilir. Daha 15. yüzyıldan itibaren meydana gelmeye başlayan yeni keşifler ve icatlar bu süreci hazırlamış, bunun sonunda da “karanlık çağ” olarak değerlendirilen Ortaçağ’ın sonuna gelinmiştir. Deney ve gözlem, aklın uygulama araçları olarak bu dönemde bilimsel yöntemin ilkeleri biçiminde ortaya çıkmış ve doğa bilimlerinde önemli gelişmelere kaynaklık etmiştir.
Dinde meydana gelen yenileşme hareketleri de, dinsel düşüncenin giderek geriletilmesi ve aydınlanmacılıkla birlikte kuruculuk ve egemenlik gücünü kaybetmesiyle sonuçlanmıştır. Rönesans ve reformlarla başlayan bu gelişmeler, aydınlanmacılıkla doruğuna varmış ve buradan itibaren “modernite” denilen sürecin oluşumunu hazırlamıştır. Bu süreç aydınlanmacılıkta ifadesini bulan köklü bir zihin değişikliği anlamına gelmektedir.
Newton ve Kopernik ile tüm bir evren-dünya kavrayışı değişime uğramış, Dekart ve Kant gibi isimlerle bu değişen zihniyetin felsefi düşüncesi geliştirilmiştir. Avrupa’daki endüstri devrimleri de bu sürecin maddi temelini oluşturmaktadır. Yeni ve bambaşka toplumsal ve ekonomik ilişkiler içerisinde yaşamaya başlayan insanlar, ortaya çıkan yeni düşünce biçimleriyle dünyaya bambaşka gözlerle bakmaya başlamışlardır. Bunun sonucunda modern yaşamın temelleri atılmıştır. 1789 Fransız İhtilali’nin temelinde, Fransız aydınlanmacılığının belirleyici bir etkisi vardır.
Aydınlanma çağının önemli düşünürlerinden Voltaire’in şu sözü çok ünlüdür:
– Işık, biraz daha ışık…
Yazı: Abdulkadir Kılınç