Mobil aşk
Uzak yaşanan aşklar mektupların içinde saklıdır. Lakin artık kimse kimseye mektup göndermiyor hatta mektubu bırakın insanlar birbirlerine eposta bile yazmıyorlar. Eposta adreslerimiz üye olduğumuz sitelerden gelen tanıtım epostaları, faturalar, kredi ekstreleri, gereksiz epostalar ile dolup taşıyor. Ya şimdiki aşklar uzak değil, ya kimse kimseye aşık olmuyor ya da insanlar teknolojinin derin dipli nimetlerini fena halde kullanıyorlar ki üçüncü alternatifin olması insanlık açısından daha iyi olur. Bu nimetler ki; “sosyal mecra” dediğimiz ve ciğerlerimizin hemen köşesinde yer alan bir alem. Ve onlarsız nefes almak gün geçtikçe zorlaşıyor. Hal böyle olunca insanlar aileleri, sevgilileri, eşleri, dostları, tanıdığı veya tanımadığı tüm insanlarla iletişimini bu sosyal ağlar üzerinden yürütüyor. Elbette bunlar kolaylığın en üst seviyelerini yaşamamızı sağlayan olaylar. Lakin bunlara doyasıya sarılmamız bazı şeyleri arkamıza atmamıza neden oluyor. En son ne zaman mektup gönderdiğimi hatırlamıyorum bile. Ekranımda süzülen fotoğrafları bastırmak için fotoğrafçının yolunu tuttuğum zaman ise muhtemelen milattan sonraydı lakin onunda bir tarihi yok kafamda. Ekmeğini teknolojinin sevgili 1 ve 0’larından kazanan biri olarak elbette teknolojiyi yerden yere vurup kötüleyecek değilim lakin bazı mevzular özleyeceğim şekilde değişiyor ve bizler mobil aşkın kollarında kendimizi keşfediyoruz; yeniden ve yeniden.
“Bari yüz yüze konuşmayı bırakmasaydık”
Bazen metroya biniyorum, benim ve diğer yolcuların ellerinde parlak ışıklar saçan, türlü marka büyük ekranlı cep telefonları, gözler ekranların üzerlerinde geziniyor. Dünyaya inmiş bir uzaylı metroya binse insanların ya atomu parçalamak üzere olduklarını ya da engin ve amansız bir bilginin peşinde olduklarını düşünür. Kimse kimse ile konuşmuyor, hoş konuşsa da karşısındaki duyamaz zaten; kulaklarda binlerce şarkının saklandığı ufacık bir kutu ve bu kutu içerisinde çalan bir müzik var. Herkes kulaklığında çalan müziğin tonunda, ortak bir müzik ritmi yok. Lakin ortak bir dil ritmi mevcut; mesajlaşma uygulamalarında kısaltılmış sözcükler akıyor ve parmaklar o akan sözcüklere yanıt vermek için hiç durmadan çalışıyor, hiç durmadan. Yorum yorum üzerine geliyor. Ahenkli ya da alengirli cümleler kurmaya gerek yok, şimdi zaman “hız” zamanı. Zaten uzun uzadıya kurduğun cümleler kınanıyor, okunmuyor. Garip. İsmine teknoloji dili diyebileceğimiz ve yine teknoloji guruları tarafından icat edilen bir dil oluşuyor ve gelip yerleşiyor dilimize.
Şimdilerde kimse kimsenin yüzüne bakmıyor metroda, profil fotoğrafları ya da sıkıştırılmış tatil fotoğraflarının bulunduğu sanal albümler daha çekici geliyor insanlara. Mobil sayfalarda birer birer akıyor haberler, twitler düşüyor. Uygulamalar peşi sıra açılıyor, kapanıyor, hiçbir bilgi akışını kaçırmaya tahammül yok. Bir bant işçisi edası ile herkes harıl harıl çalışıyor. Bir ara metro tünele giriyor, hatlar nakavt. Malum internet gidiyor, herkes oyuncağı elinden alınmış çocuk misali, ağladı ağlayacak. Çocukken elektrikler kesildiği zaman verdiğimiz “gözü yaşlı arabesk tepki” gelip yerleşiyor insanların yüzlerine. Çok geçmeden metro tünelden çıkıyor, internet cep telefonlarına doluyor yeniden. Bu sefer insanların yüzlerindeki ifadenin ismi ise; “sevgiliye kavuşma anı” oluyor, mobil aşk dedikleri cinsten.
Ahmet Yılmaz