Modern zamanların masal diyarı: KİEV
İçinden nehir geçen bütün kentler gibi alımlı ve mağrur. Saçının rengini, altın yaldızlı kubbeli manastırlarından; gözünün rengini, uçsuz bucaksız yeşilliklerinden; yanaklarının pembeliğini, su yerine içtiği votkadan; teninin rengini, kışın büründüğü beyaz kar örtüden alan, soyu da kendi de asil ama bir o kadar da pespaye ve sıcakkanlı, hayat dolu bir kadın bu şehir.
Rotamızı kuzeye, içinden nehir geçen bir kente, Kiev’e çeviriyoruz. Sınır komşumuz olmasa da Karadeniz’den dolayı kuzey komşumuz olan Ukrayna, Demir Perde döneminde fikren biraz uzağımıza düşmüşse de aslında akrabalık ilişkilerimizin bile olduğu yakın sayılabilecek mesafedeki bir komşumuz. Yaklaşık 600 bin km2 yüz ölçümü ve 46 milyon civarındaki nüfusuyla büyük bir ülke olan Ukrayna, Karadeniz’in kuzeyinde geniş bir sahil şeridinden Kırım Yarımadası’nı da içine alarak Doğu Avrupa içlerine doğru Dinyeper Nehri boyunca uzanıyor. Tam kuzeyimize düşen ve aynı saat diliminde yer aldığımız Ukrayna’nın iklimi ılıman bir kara iklimi ve tabii kuzeyde olması nedeniyle ortalama mevsim sıcaklıkları Türkiye’den biraz daha düşük. Bu “biraz daha”nın altını çizmek isterim çünkü eğer seyahatinizi sonbahar ya da kış aylarında gerçekleştirecekseniz sıfırın altında derecelere göre hazırlık yapmanızda fayda var.
Kiev Kynazlığı Rus siyasi tarihinin başlangıcı kabul ediliyor ve Kiev Rusların ilk idari birimlerini oluşturdukları şehir. Kimilerine göre ilk Rus başkenti. Efsaneye göre şehrin kurucuları; Kyi, Shchek, Khoryv isimli üç erkek kardeş ve kız kardeşleri Lybed. Ukraynacada Kyiv olan ismini ise büyük erkek kardeşten aldığına inanılıyor. Bazı kaynaklarda Hazarya Türkçesinde Kiev’in “nehir kıyısında kurulu ev” anlamına geldiği de söylenmekte. Kurulduktan sonraki tarihçesine detaylı girmek niyetinde değilim ama yüzyıllar boyunca verimli tarım arazileri, stratejik konumu ve saldırılara açık coğrafi özelliği nedeniyle birçok kez el değiştirmiş Kiev. 1920 Sovyet işgali 8 milyon Ukraynalının ölümü ile sonuçlanmış. Çok geçmeden II. Dünya Savaşı döneminde Alman ve Rus ordularının ardışık işgalleri sonucu da yine yaklaşık 7-8 milyon Ukraynalının ölümü ve Kiev şehrinin yerle bir olması… Kanlı işgaller ve büyük acılarla dolu Ukrayna ve Kiev şehri yakın tarihte de (1986) Çernobil felaketini yaşamış bir coğrafya. Tarihin tozlu ve radyasyonlu sayfalarına dalmışken Perestroyka sonrası 1991’de gelen bağımsızlık ve 2004 yılındaki başkanlık seçimi esnasında vuku bulan Victor Yushchenko’nun Turuncu Devrimi’ni de hatırlatalım.İlginç bir istatistik olarak ülkedeki kadın nüfusunun erkek nüfustan yaklaşık 4 milyon kişi daha fazla olduğunu belirtmeli. Kiev nüfusunun da %57’sini kadınlar oluşturuyor. Lviv gibi bazı kentlerde ise bu oran %80’lere kadar ulaşıyor. Bağrından Hürrem Sultan’ı da çıkarmış olan Ukrayna’da kadınların hem sosyal ve siyasi hayatta hem de ticarette etkin rol aldıklarını da söylemek yanlış olmaz. Çok sayıda yüksek ökçeli kadın polis memuru ya da örneğin taksi ve otobüslerin şoför koltuğuna geçmiş Nebahat Abla görürseniz şaşırmayın. Yani Ukraynalı kadınlar sadece güzel değil, aynı zamanda toplumda eşit, güç sahibi ve etkinler. Bunun en güzel kanıtı da Ukrayna’nın kadın başbakanı Yulia Tymoshenko olmalı.
Uzun feribot yolculuğunu saymazsak Kiev’e ulaşmanın en pratik yolu elbette ki uçak yolculuğu. İstanbul’dan THY ya da Ukrayna hava yolu olan Aerosvit ile karşılıklı her gün çok sayıda tarifeli uçak seferi mevcut. Zaten bu iki ulusal hava yolu şirketi uçuşlarını da ortaklaşa gerçekleştirildiğinden tercihinizin hangisinden yana olacağının pek bir önemi yok. İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan Kiev’e olan uçuş yaklaşık 1 saat 45 dakika sürmekte ve ineceğiniz havalimanı da Borispol. Yakın zamanda Euro 2012’ye ev sahipliği yapmış olan Kiev şehrinin havalimanına bu sebeple sağlam bir makyaj ve restorasyon yapılmış. Yakın zamanda hizmete açılacak olan yeni ve büyük bir terminalin inşası da tamamlanmak üzere. Borispol Kiev’den yaklaşık 40 dakikalık bir sürüş mesafesi uzaklıkta. Havaalanı çıkışında solda yer alan servis otobüslerini tercih edebileceğiniz gibi resmi ya da korsan taksilerle de uygun fiyatlarla şehre ulaşmanız mümkün. Bizdeki gibi taksimetre uygulaması olmadığı için Kiev’de taksiye binmeden önce sıkı bir pazarlık yapmanızı öneririm. Pazarlık 100 dolardan başlayacaktır ama siz siz olun Borispol’dan Kiev’e gitmek için 25 dolardan fazlasını vermeyin. Hazır konu açılmışken Ukrayna para birimi Gravni (UAH). Kaba bir hesapla yanında UAH bulunan fiyatları beşe bölerseniz TL karşılığını bulacaksınız. Otomatik makineler ve döviz bürolarında TL yerine dolar ya da avro bozdurmanın daha kolay olacağını hesaba katarsak yanınızda çok da abartmadan dolar ya da avro götürmenizde fayda var.Havalimanından kente olan yolculuğunuzda büyük ihtimalle taksi şoförünüzde fark edeceğiniz gibi Kiev’de İngilizce bilen kişi sayısı genç nesil de dahil olmak üzere çok fazla değil. Buna bir de Kiril alfabesinin getirdiği zorluk eklenince diyalogların bazen eğlenceli olmak üzere her türlü iletişim kazasına açık olduğunu bilmenizde fayda var. Özellikle pazarlık safhasında yazılı olarak anlaşmaya çalışmanızı öneririm. Sonra ‘forty’di, ‘fourteen’di uğraşırsınız. Avrupa Şampiyonası sonrası ana arterlerde yerleştirilenler dışında şehirde de İngilizce tabelaların azınlıkta kaldığını söylemek mümkün. Bu yüzden gitmeden enerjiniz ve vaktiniz varsa Kiril alfabesini gözden geçirmekte fayda var. Hiç bilmediğiniz bir dilde; örneğin Çin, Japon ya da Arap alfabeleri ile yazılmış bir tabelayı zaten okumaya kalkışmazsınız. Latin alfabesini andıran harfleri de çoğunlukta olan Kiril alfabesi ile yazılı tabelalar ister istemez sizde bir okuma refleksine yol açıyor ama sonuç çoğunlukla harfler benzer olsa da sesler farklı olduğundan kafa karışıklığından öteye gitmiyor. Ama tabii bunların gözünüzü korkutmasını istemem. Zaten gezmek keşfetmek olduğuna göre ve gezip keşfedeceğiniz şehir de bu kadar yakın ve güzel ise her türlü eforu sarf etmeye değer.
Ukrayna ve Kiev denilince aklınıza gelenler Abdi İpekçi Arena’yı sallayan Ruslana, Schevchenko, en favori deplasman takımı Dinamo Kiev ve dünyaya kapalı eski bir doğu bloğu ülkesinde yaşayan sarışın ve güzel bir ırktan ibaret ise sizin için keşfedecek çok şey var. Tabii Ukraynalı kadınların ve genç kızların güzelliklerini inkar edecek değilim sevgili okur ama Kiev şehri bu klişeden kurtulmayı hak edecek kadar gelişmiş, görkemli tarihi binaları ve mimari dokusu ile modern yaşamı başarıyla harmanlamış, SSCB’nin dağılması sonrası 1991’den bu yana geçen yirmi yıllık sürede çağın gereklerine ayak uydurmuş ve dünyaya entegre olmuş modern bir metropol görünümünde. Avrupa Futbol Şampiyonası’na Polonya ile birlikte ev sahipliği yapan Ukrayna’nın başkenti Kiev yakın zamanda Roma, Barselona, Londra, Paris ve Prag ile birlikte Avrupa kıtasının önde gelen turizm noktalarından biri olmaya aday. Hazır Ağustos 2012’den itibaren Türk vatandaşlarına vizesiz geçiş imkanı da tanınmışken bu bol yaldızlı şehri keşfetmenin tam vaktidir.Gayrı resmi nüfusu 4 milyona ulaşan Avrupa’nın en büyük metropollerinden biri olan Kiev, Dnipro yani Dinyeper Nehri’nin iki yakası üzerinde kurulu bir şehir. Üzerindeki büyük köprüler ile Dinyeper’i boğaza benzettiğimizi varsayalım. İstanbul’un Avrupa yakası gibi tarihi yapılar ile ticari ve sosyal hayatın batı yakasında yoğunlaştığını, doğu yakasının da tıpkı Anadolu yakasında olduğu gibi daha çok mesken amaçlı kullanıldığını söylemek mümkün. Zaten neredeyse bütün konaklama alternatifleri de bu yüzden nehrin batı tarafında konumlanmış durumda. Başta metro olmak üzere ulaşım çok kolay olsa da ister kısa süreli bir ev kiralayın, ister hostel ya da beş yıldızlı otel olsun; önerim, şehrin merkezi sayılabilecek olan Khreschatyk Caddesi’ne yakın bir yeri tercih etmeniz. Konaklama fiyatları genelde oldukça makul, hatta çok abartmamak kaydıyla Kiev’de geçireceğiniz 4-5 günlük bir seyahatin toplamının kabaca uçak seyahatinize ödediğiniz miktarın üzerine çıkmayacağını rahatlıkla söyleyebilirim. Sadece konaklama değil, yeme içme, eğlence ve özellikle şehir içi ulaşım Türkiye’deki fiyatlarla kıyaslandığında oldukça ucuz.
Khreschatyk Caddesi’ne yakın bir yerde konaklamanızı önerdim. Çünkü bu cadde gündüz ve gece neredeyse canlılığını hiç yitirmeyen, gezilip görülecek yerlerin çoğuna da yürüme mesafesinde yer alan konumuyla şehrin merkezi olarak adlandırılabilecek bir noktada, üç ana metro hattının aktarma noktalarının oluşturduğu üçgenin içinde yer alıyor. Fiziki yapısı pek benzemese de Barcelona’da Las Ramblas, İstanbul’da İstiklal Caddesi ne ise Khreschatyk de Kiev için o. Cuma ve Cumartesi akşamları belediyenin hoparlörlerden müzik yayını yaptığı cadde Cumartesi ve Pazar gündüzleri de trafiğe kapatılıyor. Dessarapska Meydanı’ndan başlayan caddenin sonunda ise Ukraynaca da “meydan” denilen Maydan Nezalenhosti yer alıyor. Bağımsızlık Heykeli’nin de bulunduğu bu geniş meydan festivaller, bayram kutlamaları, sivil ve askeri törenler gerçekleştirmek üzere tasarlanmış ve civardaki çok sayıda kafe ve restoran ile de sosyal hayatın yoğunlaştığı noktalardan bir tanesi. Bazı devlet kuruluşları, bankalar, uluslararası zincirlere ait mağazalar ve çok sayıda kafe restorana ev sahipliği yapan, Alman ve Rus mimari örnekleri de barındıran tarihi binaların arz-ı endam ettiği cadde özellikle hafta sonları görülmeye değer. Çevredeki tarihi yapıları ziyaret ederken arada soluklanmak üzere Kreschatyk’e dönebilir ve kahvenizi yudumlarken sokağa kurulmuş olan profesyonel ses sistemleri ile konser veren sokak müzisyenlerinin mükemmele yakın performanslarına kulak kabartabilirsiniz.
Kiev’den bahsederken “yeşil alan” diye bir tabir kullanmak haksızlık olur. Çünkü aslında şehir daha çok bir orman içerisinde binaların oluşturduğu gri alanlardan ibaret. Khreschatyk’teki sıralı kestane ağaçları gibi bütün cadde ve sokaklarda yer alan ağaçlar ve küçük parkları saymıyorum bile. Nehrin iki yanı zaten geniş parklarla imara kapalı görünümdeki Kiev’in şehir merkezinde de çok sayıda orman olarak da nitelendirilebilecek büyüklükte en önemlisi Botanik Bahçesi olan geniş yeşil alanlar mevcut. İşte bu yemyeşil ve büyük bir parkı andıran şehirde serpiştirilmiş olan onlarca altın rengi yaldızla kaplı kubbeleri ile manastır, kilise ve şapeller hangi açıdan bakarsanız bakın, olağanüstü güzellikteki mimari yapılar ve masmavi gökyüzü ile birlikte kente sihirli ve masalsı bir hava katıyor. Bunlar içerisinde benim kişisel favorim Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin merkez katedrali olan Rus-Bizans stilindeki sarı-lacivert renklerle bezeli St. Volodimir Katedrali. Universyted metro durağı çıkışında yer alan ve XIX. yüzyılda inşa edilmiş olan bu katedral anladığım kadarıyla Kiev’liler için de popüler bir ibadet mekanı. Bir dipnot; kilise ve katedrallerin tamamına yakınında, kadınların genel kıyafet tarzları ne olursa olsun başlarını örtecek şekilde içeri girmeleri isteniyor. Bu nedenle kadın okurlarımızın Kiev ziyaretleri esnasında hazırlıklı olmalarında fayda var.
Kiev aslında yürüyerek rahatlıkla gezilebilecek bir şehir olsa da diğer bütün Avrupa kentlerinde olduğu gibi son derece yaygın bir ağ ile şehrin tamamına yakınını içine alan bir metro ve raylı sisteme de sahip. Avrupa ve Türkiye’nin aksine ulaşım belki de en ucuz şey. Örnek vermek gerekirse bir metro jetonu 2 gravni ki bu yaklaşık 40 kuruş demek. Bu yüzden diğer gezi yazılarımdaki tavsiyenin aksine eğer bir ay gibi uzun bir süre kalmayacaksanız çoklu geçiş kartlarından edinmeniz de çok anlamlı değil. Şehrin kendisinden de eski gözüken metro duraklarına yöneldiğinizde şaşırmayın. Çok derinlere yaklaşık 100 metre civarında yer seviyesinden aşağı ineceksiniz. Aynı zamanda sığınak olarak da planlanmış olan ve her biri farklı mimari örnekler barındıran metro istasyonlarının bu denli derinde konumlandırılmasının bir sebebi de elbette ki kışın -20’lere, hatta -30’lara varan soğuk havalar olmalı. Ulaşması biraz vakit alsa ve biraz gürültülü de olsa metro, yürümek istemeyenler için alternatif olabilir. Bunun dışında yer üstünde de çok sayıda troleybüs, tramvay, minibüs ve halk otobüsü de benzer fiyat politikaları ile hizmet vermekte. Ticari taksi bulmak çok kolay olmasa da yol kenarında taksi tutmak isteyen insan pozisyonu aldığınızda anında bir “korsan” taksinin duracağının garantisini de verebilirim. Daha önce de belirttiğim gibi pazarlık yapmayı unutmayın.Elbette benim önerim her zamanki gibi yine tabanvay marifeti ile şehri keşfetmeniz olacak. Her ne kadar tabelalar ve bütün yönlendirme işaretleri Kiril alfabesinde olsa da şehrin son derece düzenli mimari yapısı ve birbirine büyük bulvarlarla bağlı meydanları bulmanın kolaylığı nedeniyle elinize turistler için hazırlanmış bir harita alırsanız kaybolmanız zor. Kaybolduğunuz anda da bildiğiniz herhangi bir metro istasyonuna geri dönecek şekilde rahatlıkla metroyu kullanmanız da mümkün. Bir şehrin aklına, kalbine, hafızasına giden yol, sokaklarından geçer. Bu yüzden ana cadde ve bulvarları geçip sokak aralarına dalın, hiç çekinmeyin. Gündelik koşuşturmalarıyla sokaklarda akan insan kalabalıklarını takip edin. Tuhaf bir şekilde büyük blokların arasında bir takım yaya geçitlerini fark edeceksiniz. Tıpkı Mardin’deki abbaralar gibi bu geçitler büyük bulvarların ve yerleşim alanlarının arasında küçük tüneller vazifesi görüyor. Çoğunlukla arka bahçeleri ve park yerlerini geçerken şehrin sakinleri hakkında fikir sahibi olmanız ve hayata karışmanız mümkün.
Eskiyi ve yeniyi, zengini ve fakiri, düzeni ve düzensizliği, güzeli ve çirkini bir arada barındıran Kiev bu haliyle tıpkı batı ve doğu arasında sıkışmış bir başka şehir olan İstanbul’u çağrıştırıyor. Bu şehirde iki tür duygu yaşıyor sanki; yoksulluğun korkunç hüznü ve kederiyle insanın içine içine işleyen donuk bakışlardaki karamsarlık ve cıvıl cıvıl bir neşenin kendine mesken tuttuğu gülen yüzlerdeki umut… Bu ikisi aslında şehrin gençleri ve yaşlıları arasında paylaşılmış gibi. Büyük parklarda bu keskin ayrımı görmek mümkün. Örneğin botanik parktaki büyük kafeteryada. dünyanın diğer metropollerindeki yaşıtlarından farksız görünümdeki gençler neşe içinde içkilerini yudumlayıp sohbet ederlerken, tuğlalardan yapılmış setin diğer tarafında, neredeyse genç birinin girmesi yasakmış gibi görünen açık hava satranç parkındaki kalabalığın tamamının kır saçlı olduğunu fark edeceksiniz. Yoksullukları her hallerinden anlaşılan ve büyük ihtimalle çoğu da emekli olan yaşlı güruhu, onlarca masada belki biraz da eski komünist günlerin özlemiyle uzun satranç müsabakalarına girişmiş halde olacak. Çekişmeli olduğu oyunculardan ve seyircilerden rahatlıkla anlaşılabilen sıkı mücadeleler meraklıları için fazlasıyla cazip olabilir, fakat önce izleyici olarak kabul görmelisiniz. Diğer Doğu Bloğu ülkelerinde de gözlemleyebileceğiniz üzere Kiev’de fakirlik cahillikle ve kriminal hallerle paralel seyretmiyor. Çöp toplamakla meşgul bir evsizin cebinde, dinlenirken kaldığı yerden devam etmek üzere ayracını yerleştirdiği kitabını ya da kilise kapısında dilenen yaşlı kadınların tavırlarında ironinin taçlandığı zarafeti görmeniz mümkün. Bağımsızlık sonrası 2000’li yıllarda ekonomisi büyük ölçüde düzelme yoluna giren Ukrayna, küresel mali krizden derin etkilenen ülkelerden biri olmuş. Yoksulluk halen önemli bir problem. Buna karşılık özellikle Kiev benzeri büyük şehirlerde nüfusun belli bir kısmı önemli gelir artışları ile “yeni zenginler” olarak adlandırılan bir grubu oluşturmuş. Ama söylediğim gibi toplumun bu farklı kesimleri arasındaki gelir farkı diğer bazı ülkelerde olduğu kadar büyük sosyal sıkıntılara yol açmıyor. Yani bu eski komünist sistem üzerine yerleşen kapitalizmin sonuçları özel ilgi alanı ekonomi ve sosyoloji olanlar için ilgi çekici olabilir.
Şehrin en önemli turistik noktalarına gelirsek… İlki ismini İstanbul’daki Ayasofya’dan alan ve tıpkı orjinali gibi günümüzde müze olarak hizmet veren St. Sophia Katedrali. Bağımsızlık Meydanı’ndan Sofiyska Caddesi’ni takip ederek ulaşacağınız Sofiyska Meydanı’nda yer alan katedral XI. yüzyılda yapılmış ve son restorasyonu da 1740 yılında tamamlanmış. Giriş ücretli, ancak özellikle ana giriş kapısının hemen sağındaki çan kulesine tırmanmak için kesinlikle değeceğini söyleyebilirim. Kare planlı kulenin çıkılabilen en üst katı yükseklik korkusunu yenebilenlere tüm cephelerinden olağanüstü panoramik Kiev manzaraları vaat ediyor. Kuleye çıktığınızda da fark edeceğiniz, hemen karşıdaki daha küçük ölçekli meydanda bulunan ve altın kubbesi ile dikkati çeken yapı ise Mykhailivska Meydanı’ndaki St. Michel Manastırı; nam-ı diğer Altın Kubbeli Manastır. İç mimarisi Bizans stilinde olan bina barok mimari özellikler taşıyor ve St. Sophia’da olduğu üzere ekstra bir ücret vererek burada da çan kulesine tırmanmak ve bir başka açıdan Kiev’i seyreylemek mümkün. Mykhailivska Meydanı’nın biraz ilerisinde bulunan funiküler hattı ise sizi bir başka küçük ormanın içerisinden geçirecek ve nehir kıyısındaki Podil mevkiine ulaştıracak. Aşağıdaki durağın önündeki küçük meydanda ve nehir kıyısına doğru yol alırken etrafınıza üşüşen gençler Ukraynaca size bir şeyler anlatmaya çalışacak. Pazarlamaya çalıştıkları şey Dinipro tekne turları. Yaklaşık bir saat süren bu müzikli Dinyeper gezisi ve pazarlama stratejisi Eminönü ve Kadıköy’deki müzikli kısa boğaz turlarını çağrıştırıyor. Bu alımlı ve güzel kenti bir de nehir kıyısından seyretmek ve manzaranın tadını çıkarmak fena fikir değil. Dinyeper’de tekne turu yapmayan Kiev’i görmüş sayılmazmış benden söylemesi. Dinyeper’in bu kara şehrine bir deniz şehri havası verdiğini söylemek abartı sayılmamalı. Çok geniş bir havzada ağır ağır akan bu nehir de bazı kıyılarındaki kumsalları ile aslında bir deniz görünümünde. Zaten çıkan balıkların tatlı su balığı olması dışında şehirle ilişkisi de bir denizden farksız. Müzikli tekne turuna sıcak bakmayanlar için bu bölgede ve birkaç değişik noktada da teknede hizmet veren sabit restoranlar ve hatta işi daha ileriye götürüp otel olarak hizmet veren büyük tekneler de mevcut.
Deniz gibi derken abartmış olduğumu düşünenlere bu nehrin ortasında kafeler, mangal yerleri, kendin pişir kendin ye konseptinde restoranlar, barlar, plajlar, onlarca plaj voleybolu ve plaj futbolu sahası da olan plajlarla çevrili büyük bir ada olduğundan bahsedersem ikna olacaklardır. Kırmızı metro hattı üzerindeki Hidropark özellikle hafta sonları Kiev’lilerin buluşma noktası. Ziyaretiniz bir yaz günü olacak ise Hidropark’ta bir su tatili molası vermek mümkün. Tekne kiralayabilir, tenis ya da paintball maçı yapabilir, ağaçlar arasında kurulu demir halatlardan kayarak Tarzancılık oynayabilir ve her türlü su sporu imkanından faydalanabilirsiniz. Hidropark’taki en enteresan mekanlardan biri de eski Sovyet stilindeki açık hava spor salonu. Çok geniş bir alanda kum torbaları, mekik sehpaları, barfiks alanları, aklınıza gelebilecek her türlü, tamamı mekanik ve estetik bir kaydı güdülmeden demir atölyesinde imal edilmiş olduğu anlaşılan ağırlık kaldırma mantığı üzerine kurulu onlarca çeşit aletle bezeli; yediden yetmişe yüzlerce erkeğin ‘body building’ sporu ile meşgul olduğu bu alan dışardan biraz absürt bir görünüme yol açsa da anlaşılan o ki Kiev’de oldukça popüler. Burayı gördükten sonra şehir merkezinde hemen her yerde neden neredeyse sadece kadınları görebildiğimizi anlıyorsunuz.
Yazının –itiraf edin- merakla beklenen gece hayatı kısmına geçebiliriz. Gece hayatının oldukça hızlı olduğu, eğlenmeyi çok iyi bilen bu şehirde gidilebilecek fazla sayıda alternatif mevcut. Kapıdaki “face control”ü geçenler için girişte dam kontrolü yok, tam tersi bir kavalye kontrolü var. Şehrin genelinde olduğu üzere başta gece kulüpleri olmak üzere mekanların tamamında içeride ezici bir kadın hakimiyeti söz konusu ve bu nedenle Kiev’de dünya tersine dönmüş diyebiliriz. Şöyle ki her an yanınıza dünya güzellik yarışmasından son turda elenmiş olabilecek olan üç dört tane kadın yaklaşıp içeri girebilmek için yardım talebinde bulunabilir, hazırlıklı olun. Tabii bu erkek okuyucularımız için geçerli bir önerme. Kadın okurlar içinse kolaylıklar diliyoruz. Bir barın kapısından kadın oldukları için geri çevrilmek ilginç bir deneyim olabilir. Eğer tavsiyeme uyarak Khreschatyk Caddesi civarında konumlandıysanız yapılacak en doğru hareket herhalde “Arena City” ziyareti. Türk çapkınların takıldığı şehir dışındaki mekanları, şehrin diğer bölgelerinde sokak aralarında dağılmış barları, gece kulüplerini ve “pub”ları saymazsanız –ki biraz zor görünüyor- hatırı sayılır mekanların tümü Arena City’de konumlanmış durumda. Mekan oldukça büyük. 2005’te açılmış bir kompleks olan Arena içinde striptiz kulüplerden normal barlara, kafelere, hatta nargile mekanlarına kadar değişik alternatifler mevcut. Genel eğlence tarzı ise bireysel eğlence yerine değişik animasyonlarda toplu halde eğlendirmeyi amaçlamakta. Bazı mekanlarda giriş ücretli olsa da içerideki fiyatlar şaşırtıcı derecede düşük. Neredeyse tüm alkollü içkileri market satış fiyatlarına yakın bir ücretlendirme politikası ile tadabilirsiniz. Arena City bana göre değil diyenler cadde ve sokak aralarındaki değişik konseptlerde eğlence alternatifleri sunan mekanları da deneyebilirler elbette. Kiev’deki neredeyse tüm barlar en az bir adet olmak üzere kendi birasını üretiyor ve gerçekten denemeye değer. Damak tadınıza uygun olanı bulana kadar da denemenizin bir mahsuru yok. Çünkü gerçekten de suya vereceğiniz paradan daha az ödeyeceksiniz. Burada özel bir öneri vermek gerekirse yine Khreschatyk’te bulunan Art Club 44’te konservatuar hocalarından rock, blues ve jazz ziyafeti çekebilirsiniz. Kiev aynı zamanda benim sayabildiğim dört beş ayrı opera binasına sahip bir şehir ve alternatif arayışında olanlar akşamlarını dünyanın en iyi bale gruplarının gösterilerine ya da klasik müzik konserlerine de ayırabilirler.
Ertesi sabah büyük ihtimalle kahvaltıyı kaçırmış olacağınızı ön görerek hamur işlerini tatmak üzere bir fırın ya da pastaneye girmenizi önereceğim. Hiç olmadı marketlerde bulunan fırın bölümü de işinizi görebilir. Özellikle sabahları taze tüketebileceğiniz hamur işleri gerçekten eşsiz ve fiyatlar her zamanki gibi ucuz. Daha geç kalmış olanlar ise Ukrayna mutfağı ile tanışmak üzere bir yerel restoranın yolunu tutabilir. En iyi bilinenleri ülkemizde de oldukça popüler olan Kievski, yani parmak kalınlığında kesilmiş kaşarlar ya da tereyağı etrafına ezilerek inceltilmiş tavuğun sarılması ve galetaya bulanması ile yapılan bir çeşit tavuk kızartması. Geniş bir listeden sizin için seçtiğim lezzetler ise bir tür sebze çorbası olan Borsch ve Batum’daki tembel işi iri mantıları andıran benzer bir mantı türü olan Varenky. Su yerine votka ya da bira tüketen ve çoktan içmeye başlamış olan Kiev’lilere promil düzeyinde eşlik etmek isteyenler yemeğin yanında baldan üretilen orta sertlikteki bir alkollü içecek olan Medovukha sipariş edebilirler.
Hazır yöresel lezzetlerden konuyu açmışken eş dost için yapılacak hediyelik eşya alışverişi için alternatifleri de sıralayalım. Mesela klasik bir Doğu Slav kültürü sembolü olan matruşkalar yani matryoskas’lar. Klasik yerel giysi giyen kız motifi dışında örneğin Sovyet liderleri, masal karakterleri ya da pop starların resmedildiği değişik temalarda matruşkalar bulmanız da mümkün. Bu çok klasik oldu diyenlere “bulava”yı önerebilirim. Hiçbir şey çağrıştırmadığının farkındayım ama sanırım Ruslana’nın elindeki ahşap topuzdan bahsettiğimi söylersem neyi anlatmaya çalıştığımı anlayacaksınız. Ukrayna el sanatlarının klasiği olan yuvarlak ahşap boyama “petrikivska”, geleneksel Ukrayna havlusu “rushnik” ya da dekoratif paskalya yumurtaları olan “piyonska”yı değişik seçenekler olarak sıralayabiliriz. Daha muzır bir hediye arayışında olanlar ise ballı ve kırmızı acı biberli Ukrayna votkası olan “horilka” ile kurbanlarına sert içkinin ne demek olduğunu öğretebilirler. Bütün bu hediyelik ürünler ve elbette ki magnetleri en bol alternatifi ile bulabileceğiniz yer Andriyivski Yokuşu. Kiev’in en ünlü sokaklarından olan bu dik yokuşlu ve dolambaçlı sokak biraz kondisyon istese de sokak sanatçıları, ressamlar, hediyelik eşya satan mağazalar, kafe ve lokantalarla şehrin önemli turistik noktalarından biri. Hediyelik eşya alışverişi için bir başka alternatif şehrin biraz dışında yer alan Pirogovo köyündeki Kırsal Yaşam ve Halk Mimarisi Müzesi. 150 hektarlık bir alanda yayılmış olan bu açık hava müzesinde Ukrayna’nın tüm bölgelerinden toplanan halk mimarisi örnekleri sergileniyor. Eski günlük yaşamı ve insanları gözleyebildiğiniz bu müzede evlerin tarihi yapısı korunmuş. Çalışanlar yöresel kıyafetler giyiyorlar. Lokanta ve kafe tarzı yerler de mevcut. Alkol satışı her yerde olduğu gibi burada da serbest. Özellikle daha önce bahsettiğim Ukrayna yerel yemeklerini tatmak ve küçük el sanatları dükkanlarını görmek için bile gidilebilir.
Şehirde, özellikle Dinyeper kıyısında vakit geçirirken dikkatli olanlarınız güneydeki bir tepenin sırtında manastırların dışında silueti delen devasa bir heykel olduğunu fark edecekler. Uzaklardan göz kırpan bu çelik kadına doğru yol alarak ulaşacağınız mekan II. Dünya Savaşı Müzesi, namı diğer Büyük Vatanseverlik Savaşı Müzesi. 1944 yılında Sovyet ordusunun şehre girmesiyle sonlanan ve dört yıla yakın süren, 7-8 milyon Ukraynalının ölümü ile sonlanan Alman işgali yıllarında kaybedilen askerler ve sivil halk anısına düzenlenmiş olan bu müze tek başına bile Kiev’e gitmek için yeter sebep. Bir elinde kılıç, diğerinde ise SSCB arması işli bir kalkan taşıyan, altındaki kaide işlevi gören müze ile birlikte 203 metre yüksekliğinde, 560 ton ağırlığındaki bu sert kadın Mother Of The Motherland Heykeli, yani Anayurdun Anası. Ahir ömrünüzde görüp görebileceğiniz en görkemli heykellerden biri olacağının garantisini verebilirim. Şanslı bir gününüzde herhangi bir bakım ya da arızaya denk gelmezseniz en üst kata, yani heykelin kafasının üstüne dek çıkıp Kiev’in en güzel manzarasının bulunduğu açıdan şehri bir ana şefkatiyle selamlayabilirsiniz. Girişteki üç katlı müze ise savaşın çirkin yüzünü bütün çıplaklığıyla ortaya koyan, acının somutlaştığı türden bir mekan. Özellikle hayatını kaybeden askerlerin değişik büyüklükteki vesikalık fotoğraflarının bir arada sergilendiği salon çok ağır bir hüznü zerk ediyor ziyaretçisine. Müze bir tepelikte yer alıyor ve geniş park ve farklı içerikteki sergi alanlarıyla alanlarla komşusu olan mağara ve yeraltı geçitleriyle önlü dini merkez Kiev Perchersk Lavra’ya dek uzanıyor. Rus ordusunun II. Dünya Savaşı döneminde kullandığı, başta savaş uçakları ve tanklar olmak üzere ağır silahların sergilendiği bölüm dışında özellikle geçitlerin bulunduğu kesimde askerler ve sivil halkın direniş ve birlikteliğini resmeden duvar heykelleri de görülmeye değer. Demir Lady’nin karşısındaki alanda yer alan iki adet renkli çiçeklerle bezeli boyanmış olan tanklar ise müzenin ciddiyetini biraz yumuşatıyor ve üzerine çıkmış olan çocukların eğlenceli kahkahaları ile ağırlaşmış olan hava biraz olsun yumuşuyor. Umut yine kazanan oluyor.
Ben yine lafı haddinden fazla uzattığımın farkındayım ama inanın bana bahsetmek istediğim ayrıntıların onlarcası eksik halde bitiriyorum yazıyı. Kiev kesinlikle gidilip görülesi, tekrar tekrar gidilesi, nefesi içlere çekilesi bir şehir. Yazın gidip döndüğünüzde kışını merak ettiren, kışın giderseniz “sen bir de yazımı görsen” diyen, her mevsim ayrı güzel bir masal diyarı. Sayfalarını çevirmeye başlamanın ve kendi Kiev masalınızı yazmanın tam mevsimi sonbahar. Ben sizi tutmayayım.